Tarihsel tecrübeyle sabittir, TC devleti her bir “açılım” yaptığında, faşist saldırganlığını daha da artırmıştır. AKP-MHP faşist iktidarının 31 Mart yerel seçiminden yenilgiyle çıkması, burjuva siyasetinde dengeleri değiştirmiş durumdadır.
TC devletinin kurucu partisi CHP’nin halk kitlelerinin ekonomik kriz nedeniyle içine düşürüldükleri duruma yönelik tepkisini arkasına alması elini güçlendirmiştir. Hakim sınıf siyaseti, oluşan yeni dengeler üzerinden kendi arasında müzakere görüşmeleri yaparken işçi sınıfına, emekçi halka ve Kürt ulusuna yönelik saldırılarının dozajını artıracağının işaretlerini veriyor.
Hakim sınıf klikleri arasında güç dengelerine ve toplamda kurulu düzenin bekası adına gündeme getirilen “siyasette yumuşama” elbette düzene muhalif olanları kapsamıyor. Siyasette yumuşama tartışmaları sürerken, 1 Mayıs tutuklamalarından, Kobanê intikam davasına kadar yaşananlar, yumuşama siyasetinin mahiyetine dair net bir veri sunuyor. Kobanê davasında Kürde ve Kürdün yanında duran devrimcilere ağır hapis cezaları verilirken, aynı saatlerde Kemalist faşistler Cumhurbaşkanı kararıyla affediliyordu.
Hatta 2019 yerel seçiminde Malatya’nın Pütürge ilçesinde Saadet Partisi’nin iki müşahidini öldüren, AKP’li Pütürge Belediye Başkanı Mikail Sülük’ün babası da araya sıkıştırılıp affedilenler arasına girdi.
Yaşananlar önümüzdeki süreçte hakim sınıf klikleri arasındaki uzlaşının faşizme biat etmeyen, mücadele kararlılığını beyan edenlere yönelik gözdağı vermekten başka bir anlam taşımıyor. Faşizm ekonomik kriz gerekçesiyle işçi sınıfı ve halka yönelik saldırganlığını artıracağını ilan ederken, kendisi açısından öncelikli tehlike olarak kodladıklarına net bir mesaj vermektedir.
Hakim sınıf klikleri arasında uzlaşının sadece AKP-MHP faşist kliğinin iktidar gücünü kullanarak faşist terör uygulamak olmadığı, aynı zamanda muhalefet adına Kemalist faşist CHP aracılığıyla da, halk kitlelerinde oluşan tepkinin “sol” adına düzen içine çekilmesi görevinde uzlaşıldığı anlaşılmaktadır.
CHP’nin yeni liderinin 1 Mayıs çıkışından, Türkiye devriminin önderlerinden Deniz Gezmiş’in anmasına katılmasına ve önder olarak ilan etmesine, bir başka faşist partinin yeni seçilen başkanının (ki adı, Fatsa belediye başkanı Fikri Sönmez’e yönelik operasyonlarda geçmektedir) Mahir Çayan, Fikri Sönmez vb. övgüsüne kadar bir dizi söylem ve pratiğin anlamı budur.
Türk hakim sınıflarının kendi iktidar mücadelelerinde, kitlelerin desteğini arkalamak için devrimci hareketin önderlerine yönelik bu ikiyüzlü yaklaşımı yeni olmamakla birlikte, yumuşama siyaseti eşliğinde gündeme getirilmesiyle birlikte artışı anlamlıdır.
Bunun tek istisnası İbrahim Kaypakkaya’dır.
Hakim sınıf siyaseti açısından bu istisna anlaşılırdır. Çünkü Kaypakkaya çağdaşı devrimci önderlerden farklı bir yerde durmaktadır. Kaypakkaya’nın Kürt ulusal sorunu ve Kemalizm gibi konulardaki görüşleri, o gün de bugün de hakim sınıf siyaseti açısından kabul edilemezdir. Bu anlamıyla İbrahim Kaypakkaya’nın adı dahi hakim sınıf siyaseti açısından gündeme dahi getirilemez.
Öte yandan İbrahim Kaypakkaya devrimci demokrat aydınlar tarafından da çağdaşları arasında bir “istisna” olarak tanımlanır. “Elbette istisnalar var ama ‘istisnalar kuralı doğrulamak içindir’” denilerek Kaypakkaya istisna kategorisi içinde tanımlanmıştır.
Ancak aradan yarım asır geçtikten sonra Kaypakkaya’yı halen bir istisna olarak değerlendirmek doğru değildir. En iyi yorumla Kaypakkaya’yı istisna kategorisi içinde göstermek, yok saymakla eşdeğerdir.
En genel anlamıyla istisna “bir kimse veya bir şeyi benzerlerinden ayrı tutma”, “genelden ayrı, kural dışı olma, ayrıklık”, “ayrı tutulan kimse veya şey” olarak tanımlanır. Gelinen aşamada coğrafyamızda devrimci ve komünist hareketten bahsedildiğinde ise Kaypakkaya bir istisna değil kuraldır.
’71 Devrimciliğinin çıkışında Kaypakkaya bir istisna olarak tanımlanabilirse de aradan geçen yarım asırlık süre içinde yaşanan toplumsal gelişmeler ve sınıflar mücadelesinin pratik ders ve deneyimleri, Kaypakkaya’yı bir istisna olmaktan çıkarmıştır. Kaypakkaya coğrafyamız devrimci ve komünist hareketi açısından bir istisna değil kural haline gelmiştir.
İstisna denilen şey, kendi zamanına kadar varolan kaideyi bozmuş ve yeni bir kaide koymuştur. Kaypakkaya genelde Milli Mesele özelde Kürt ulusal sorununa dair tezlerini ileriye sürdüğü dönemde, bırakalım Kürtlerin Özgürce Ayrılma Hakkı’nı, Kürtlerin var olup olmadığı bile tartışma konusuyken Kürtlerin bir ulus olduğunu ve ayrı bir devlet kurma haklarının olduğunu açık ve net olarak ifade etmişti.
Bu açıdan Kaypakkaya kendi zamanının ötesinde bir değerlendirme yaparak istisna bir yerde duruyordu.
Ancak aradan yarım asır geçtikten sonra coğrafyamız devrimci ve komünist hareketi açısından gerek kendi ve gerekse de Kürt ulusal özgürlük hareketinin de yadsınamaz pratiğiyle Kürt ulusal sorununda Kaypakkaya bir istisna değil kural haline gelmiştir.
Benzer durum Kemalizm, Ermeni soykırımı vb. için de geçerlidir. Kaypakkaya’yı halen istisna olarak değerlendirmek aradan geçen yarım asırlık süre içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin pratik ve teorik deneyimlerini yok saymak demektir.
Bir kez daha altını çizelim, dünün istisnası günümüzün kuralı haline gelmiş, istisna kaideyi bozmuştur. Artık Kaypakkaya’nın tezleri dikkate alınmadan yapılacak değerlendirmeler birer istisnadır.