GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Mayıs, Yarına Dair Sözümüzdür! “Siyasette Yumuşama ve Normalleşme” Halka Saldırıda Uzlaşma!

1 Mayıs sürecinden hemen sonra İbrahim Kaypakkaya şahsında ortaya koyduğumuz canlı, dinamik ve etkin devrimci faaliyetimiz ve açığa çıkan sinerji bizi ileri taşımıştır.

31 Mart yerel seçim sonuçları Türk hakim sınıf klikleri içinde yeni bir denge oluşturdu.

Ortaya çıkan tablonun AKP açısından bir gerilemeye işaret ettiği, Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın açıklama ve tavırlarından da anlaşılmaktadır. Erdoğan kendisi açısından normal koşullarda asla yapmayacağı bir şekilde yerel seçimler öncesinde küçümsediği ve dalga geçtiği CHP’nin yeni lideri Özgür Özel’le görüştü ve siyasette yumuşama çağrısı yaptı. Bu görüşme ve çağrı kendi faşist iktidarı için sürekli saldırı halinde olan bir kişi için gerçeğin kabulü anlamına geliyordu.

AKP-MHP faşist iktidarı, kitle desteğini kaybetmektedir. Özellikle ekonomik kriz gerekçesiyle uygulanan M.Şimşek programının işçi ve emekçi halkı daha da yoksullaştıracağı, krizin bütün yükünün halka mal edileceği koşullarda azalan bu kitle desteğinin daha da düşeceği kesindir. Saray iktidarı bu gerçeği gördüğü içindir ki siyasette “yumuşama” ve “normalleşme” önermektedir.

AKP-MHP faşist iktidarının içinde bulunduğu durum; geride bıraktığımız hafta burjuva siyasetin ana gündemleri olarak tartışılan, Sinan Ateş’in öldürülmesi davası ve Ayhan Bora Kaplan davasında yaşanan gelişmelerle daha bir görünür olmuştur. Her iki davada yaşanan süreç TC devletinin sınıfsal niteliğinin yanında faşist karakterine de ışık tutmaktadır.

Eski Ülkü Ocakları Başkanı faşist Sinan Ateş’in kendi ülküdaşları tarafından “torbacılara” öldürtülerek saf dışı bırakılmasının ardından açılan davada gerçek sorumluların üzerinin örtülmesi, Türk devlet geleneğine uygundur. Cinayet kontrgerillanın kullanışlı bir aparatı olan faşist terör odağı MHP tarafından örgütlendiği halde MHP’nin adının dahi gündeme getirilmemiş olması şaşırtıcı değildir.

Bir zamanlar “kendimiz hapiste fikirlerimiz iktidarda” diyenler şimdilerde fiilen iktidarda olmanın konforunu kullanmaktadırlar.

Cinayetin nedeni konusunda bir netlik bulunmakla birlikte, kendi içlerinde iktidar dalaşı, rant ve uyuşturucu ticareti olduğu kesindir. Çünkü halka ve devrimcilere yönelik saldırılarda kullanılan bu faşist terör odağının, bu türden karşı devrimci faaliyetlerini “vatan, millet, devlet” adına her türlü kriminal faaliyetle finansa ettiği bilinmektedir.

Kendi ülküdaşlarını öldüren ve bunun arkasında bile durma cesaretini göstermeyen bu faşist terör odağının, halka ve devrimcilere yönelik faşist saldırganlığın kullanışlı bir maşası olduğu bilindiğinden ortaya çıkan tablo şaşırtıcı değildir. MHP ve onun yan kuruluşları, faşizmin halka yönelik saldırısında kullandığı birer aparat olarak, her daim faşist devlet için kullanışlı bir paramiliter örgütlenme olmuştur.

MHP bir siyasi parti adı altında kontr-gerilla örgütlenmesinin paravanı işlevi görmüştür. Dolayısıyla işlenen cinayetin üstünün kapatılması şaşırtıcı değildir.

Bir başka şaşırtıcı olmayan gelişme, faşizmin başkenti Ankara’da Ayhan Bora Kaplan’da ifadesini bulan mafya örgütlenmesine yönelik operasyon ve ardından yaşananlardır. Mafya denilen örgütlenmelerin burjuva devlet örgütlenmeleri açısından işlevli bir araç olarak kullanıldığı biliniyor.

Patron-ağa devleti ise geçmişten günümüze bu türden örgütlenmeleri başarıyla kullanmıştır. Osmanlıdan Cumhuriyet dönemine, Ermeni Soykırımı ve “milli mücadele” denilen süreçten günümüze bu tür örgütlenmeler Türk hakim sınıfları açısından sermaye birikiminin, yağma, talan ve çökmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. Son dönemde günaşırı açıklanan mafyaya yönelik operasyonlar ve “çökertilen suç örgütleri” gerçeği yansıtmamaktadır. Bu tür örgütlenmelerin varlığının bizatihi nedeni TC devletinin kendisidir.

Dolayısıyla “suç örgütlerine karşı mücadele” göstermeliktir.

Ankara merkezli mafya operasyonu ve itirafçı denilen bir kişinin yurtdışına kaçırılması ve sonrasında yaşanan karşı operasyonlar, “darbe” tartışmaları vb. AKP-MHP kliğinin kendi içindeki dalaşa işaret etmektedir. Türk hakim sınıflarının “vatan, millet, bayrak, ezan” söylemleriyle kutsadıkları devletlerinin gerçekte tam bir çete ve mafya devleti olduğu, iktidar kliği içinde hesaplaşma denilen şeyin gerçekte çökülen ve gasp edilen sermayenin paylaşım dalaşından ibaret olduğu açıktır.

AKP-MHP iktidarı içinde yaşanan bütün bu gelişmeler faşist iktidarın kendi içindeki krize işaret ettiği kadar, TC devletinin içinde bulunduğu duruma da işaret etmektedir. Faşizm kendi bekası için tüm olanaklarıyla iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Bir yandan iktidar kliği içinde rant ve koltuk dalaşı sürerken, diğer yandan halka yönelik faşist saldırganlığın dozajı artırılmaktadır. Kitlelerin tepkisi sadece faşist terör, zorbalık ve saldırganlıkla değil aynı zamanda muhalefet adına faşist CHP’nin öne çıkarılmasıyla düzen içine çekilmek istenmektedir.

Müşterekleri halka saldırıdır!

CHP’nin 31 Mart yerel seçimlerinden sonra düzen siyasetinde oynamaya çalıştığı rol tam da buna işaret etmektedir.

CHP’nin İstanbul 1 Mayıs’ındaki tavrı, kitlelerin faşist iktidara yönelik tepkilerini söylemde de olsa sahiplenmesi, kitlelerin faşizme olan tepkilerini düzen içinde tutmayı amaçlamaktadır. Elbette, burjuva muhalefetin temsilcisi CHP ise 31 Mart yerel seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasını kalıcılaştırmak amacındadır. Böylelikle AKP-MHP faşist blokuna yönelik kitlelerin tepkisini kalıcı kılmak ve yapılacak ilk genel seçimlerde iktidar olmak hedefindedir.

Bu amaçla siyasette yumuşama adı altında, “hem müzakere hem mücadele” söylemleriyle AKP iktidarıyla görüşmeler gerçekleştirmektedir.

31 Mart yerle seçimleri sonrasında Türk hakim sınıf kliklerini arasında “uzlaşma” ve “yumuşama” söylemleri gerçekte “devletin bekası” adına belli bir anlayış birliğine varıldığını göstermektedir. Nitekim CHP lideri Özgür Özel’in “Benim yurt dışına gitmeden önce Dışişleri’nden brifing almam lazım. O ülkeyle ilgili işbirliğimiz ne noktada, sorunlar neler? Benden ne beklersiniz? Üzerinde mutabık olmadığım konu varsa o zaman söylerim. Müştereklerde birleşiyor olmamız lazım” sözleri bunun ifadesidir.

Bahsi edilen her ne kadar TC rejiminin “dış siyasetine” dair bir “müştereklerde birleşme” söylemiyse de TC devletinin emperyalist kapitalist sitemin bir parçası ve yarı sömürge pazarı olduğu göz önüne alındığında, Türk hakim sınıf kliklerinin hareket alanı sınırlıdır. Emperyalist kapitalist sistemin icazetiyle doğru orantılıdır.

Türk hakim sınıfları her zaman olduğu gibi kendi sınıf çıkarlarında ortaklaşmışlar ve emekçi halka “hepimiz aynı gemideyiz” yalanını söyleyerek düzenlerinin bekasını sürdürmek amacındadırlar.

Dolayısıyla var olan “müştereklerde birleşme” hakim sınıf kliklerinin sınıf çıkarında birleşme, devletin bekası adına, ekonomik krizin bütün faturasını işçi ve emekçilere kesme vardır. Siyasette yumuşama söylemi hakim sınıfların kendi aralarındaki dalaşta belli bir denge sağlayarak, halka karşı saldırıda sertleşmedir. Faşizmin bütün klikleriyle işçi ve emekçi halka yönelecektir.

Burjuva siyasette bahsedilen “siyasette yumuşama”nın ne olduğunu ise faşist Devlet Bahçeli özetlemektedir: “Yumuşama beklentimiz usülde değil, üslupta olmalıdır. Yumuşama adı altında yumuşakça olmamızı, köşelerimizin törpülenmesini, irademizin kırılmasını hiç kimse beklememeli” demekte ve muhataplarını uyarmaktadır: “Muhalefet partilerinin arayışı usülde bir yumuşama ise muhattaplarını uyarıyorum ki; böylesi bir yumuşama hukuk devletinin surlarında gedik açmak demektir.” (18 Mayıs)

İktidar ve muhalefetiyle Türk hakim sınıf kliklerinin emperyalist sermayenin kayyumu olarak atanan “Mehmet Şimşek Programı”nda ortaklaştıkları açıktır. Bu programın uygulanması demek; halkın alım günün daha da düşmesi ve yoksullaşması, işsizliğin artması demektir. Bu ise halkta düzene olan tepkiyi daha da artıracaktır. Bunun farkında olan Türk hakim sınıfları kendi aralarındaki dalaşta yumuşarlarken, halka saldırıda ortaklaşmış durumdadırlar.

Bir yandan iktidarın faşist terörü devrededir, diğer yandan ise muhalefet adına CHP tarihsel rollerini oynamaktadırlar. CHP’nin “plana sadık kaldığı” ve halk kitlelerinde var olan tepkiyi kendi arkasında yedekleyerek, düzenin bekasına hizmet politikasını pratikleştirdiği anlaşılmaktadır.

Burjuva siyasette yumuşama ve normalleşme işçi sınıfı ve emekçi halk için anormalleşmedir. Faşizmin normali daha fazla katletme, şiddet, işkence, baskı ve tutuklama saldırısıdır.

Bunun örnekleri fazlasıyla vardır. 31 Mart yerel seçimleri sonrasında Van halkının irade gaspına karşı sokağa çıkan ve direnlere yönelik gözaltı ve tutuklama saldırıları devam etmektedir. Yine 1 Mayıs’ta yaşanan gözaltı ve tutuklama saldırısı başta olmak üzere, gün aşırı devrimci ve ilericilere yönelik gözaltı ve tutuklama saldırılarının hız kesmeden sürmesi bu gerçeğe işaret etmektedir. Faşizmin siyasette yumuşama ve normalinin ne olduğu “Kobane İntikam Davası” kararında da görülebilir.

DAİŞ’in Kobanê’ye dönük saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gelişen Serhildanı gerekçe gösterilerek HDP eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında olduğu 108 kişinin rehin olarak tutulduğu Kobane Davası; propaganda edildiği üzere bir kumpas davası filan değildir.

Düpedüz düşman hukukunun uygulandığı bir intikam davasıdır. Kürdün inkar ve imha siyasetinin IŞİD çeteleriyle sürdürülmesine karşı direnişine faşizmin normal, olağan tepkisidir. TC devletinin kuruluşundan İstiklal Mahkemelerine, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden Özel Yetkili Mahkemelere devlette devamlılık esastır siyasetinin uygulanmasıdır.

Kobane Davası’yla aynı saatlerde açıklanan 28 Şubat darbe davası mahkumları Kemalist faşist generallerin Cumhurbaşkanlığı kararıyla affedilerek serbest bırakılması, hakim sınıf klikleri arasında hangi müşterekte birleştiklerini de açık etmektedir.

Hapishanelerde tecrit altında yüzlerce devrimci yurtsever hasta tutsak tahliye edilmeyip, bilinçli olarak katledilirken ve yine tahliyesi gelmiş yüzlerce tutsak, “idare gözlem kurulu” adlı faşizmin doğrudan ürünü kurullar aracılığıyla tahliye edilmeyip teslim olmaları dayatılırken gerçekleştirilen bu tahliyeler, faşizmin bütün kliklerinin siyasette yumuşama ve normalleşme söylemlerinin halk için değil kendileri için olduğunu kanıtlamaktadır.

Çelik aldığı suyla sertleşiyor!

Kobane Davası kararıyla aynı zamanda yine Kürt’le birlikte yan yana yürüyen, omuz omuza mücadele eden Türkiye devrimcilerine de gözdağı verilmiştir. “Kürde dokunan yanar” denilmiştir. Rejimin yönelimi aslında en zayıf noktasını göstermektedir. Bu aynı zamanda devrimcilerin önümüzdeki süreçte yönelimine dair güçlü bir fikir vermektedir.

Faşizmin siyasette yumuşama ve tartışma söylemleri eşliğinde halka karşı yürüttüğü saldırganlığı artırması beraberinde devrimci direnişi de getirmektedir. 1 Mayıs Taksim Alanı yasağına rağmen fiili meşru direnişle Taksim’i zorlamak, 1 Mayıs Taksim iradesinin Saraçhane’de Bozdoğan Kemeri’ne sıkıştırma hamlesine karşı barikata yüklenerek yanıt olmak, Kobane davası kararları sonrasında faşizme biat etmemek gibi örnekler yarını kazanmanın güçlü işaretleridir.

Kitleler kendi pratik deneyimlerinde faşist CHP başta olmak üzere işbirlikçi reformist sendika ve anlayışların duruşunu gözlemlemektedirler. Siyasette yumuşama ve normalleşme adı altında faşizmin baskısını, gözaltı ve tutuklama saldırısına maruz kalan kitleler yeni bir öfkeyi mayalamaktadır. Çelik aldığı suyla serleşmekte, faşizm tüm yumuşama, normalleşme söylemleri adı altında ektiğini biçmektedir.

Kobane davası sonrası onlarca ilde alınan giriş çıkış yasakları ve toplantı ve yürüyüş yasakları bu korkunun doğrudan dışa vurumdur. Faşizm kendi yargısının kararına karşı ek polisiye önlemler alma ihtiyacı hissetmektedir.

Faşizmin korkusunun yersiz olmadığı bütün engelleme, yasaklama, gözaltı ve tutuklama politikasına rağmen 18 Mayıs’ta komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 51. yıldönümünde her şeye rağmen anılmasını engelleyememesinden de anlaşılabilir.

1 Mayıs sürecinden hemen sonra İbrahim Kaypakkaya şahsında ortaya koyduğumuz canlı, dinamik ve etkin devrimci faaliyetimiz ve açığa çıkan sinerji bizi ileri taşımıştır.

Mayıs ölümsüzleri için geliştirilen pratik, yakına ama ileriye atılan, yarını kazanma iddia ve karalılığımızın güçlü işaretleridir. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın bütün yasaklama, gözaltı ve tutuklama saldırılarına rağmen devrimci bir kararlılıkla anmak adına sergilenen duruş, faşizmin kazandığını düşündüğü anda bile kaybettiğinin göstergesidir.

Kaypakkaya yoldaşın, enginleri fethetme cüret ve cesaretiyle, halkımızın özgür, eşit ve demokratik bir ülke hayalini gerçek kılacağız!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu