ABD Devlet Başkanlığı seçimleri sonuçlandı; seçimleri Donald Trump açık farkla kazandı. ABD seçimleri pek çok emperyalist güç tarafından olduğu kadar dünya halkları açısındanda yakından takip edildi. Zira, Ukrayna’dan Asya-Pasifik’e oradan Ortadoğu ve Afrika’ya kadar geniş bir yelpazede hegemonik bir güç olan ABD emperyalizminin gelecekte atacağı adımlar, gidişatın ana yönü üzerinde belirleyici etkilerde bulunacak.
‘The New Indian Express’ten Özgür Gelecek okurları için yaptığımız çeviriler de Trump’ın seçilmesi ve olası adımları üzerine çeşitli görüşler ve beklentilere yer veriliyor.
*
ABD başkanlık seçimlerinde büyük bir zafer kazanan Donald Trump, artık hem dış hem de iç gündemini uygulamak için kapsamlı bir yetkiye sahip. Sonuç belirgin olarak, asla kişisel çıkarlara karşı bahis oynamamanız gerektiğini gösteriyor: ne politikacılar için ne de sorunlarını ‘çözeceği’ umuduyla en kusurlu karakterleri görmezden gelmeye hazır Amerikan seçmenleri için.
Trump’ın ilk dönemini sınırlayan bariyerler -düşmanca bir Senato, Cumhuriyetçi Parti’deki muhalifler ve bir bireyden ziyade ulusa hizmet etmeye adanmış bir kamu hizmeti- ya ortadan kalktı ya da büyük ihtimalle yakında onun iradesine boyun eğecek. Kendine güvenen ve dizginsiz bir Trump 2.0’ın küresel etkileri, büyük ölçüde hangi dış politika yolunu çizeceğine ve kilit pozisyonlara kimi atamaya karar vereceğine bağlı olacak. Bunlar arasında, onun emirlerini yerine getirmek üzere kimin seçileceğine ve kaçınılmaz olarak gözden düştüklerinde onların yerine kimin geçeceğine bakmamız gerekiyor.
Potansiyel atamaların ilk listeleri şunları içeriyor: -Dışişleri bakanı olarak adı geçen Marco Rubio ve Richard Grenell – CIA direktörü olarak önerilen Kash Patel, Trump’ın ilk döneminde dışişleri bakanı ve CIA direktörü olan ve Pentagon’da savunma bakanı olarak görev alabilecek Mike Pompeo.
Trump’ın ilk ulusal güvenlik danışmanı olan ve Rusya’nın ABD büyükelçisiyle temasları hakkında yalan söyledikten sonra göreve başladıktan sadece 22 gün sonra istifa eden Mike Flynn’in bile üst düzey roller hakkındaki tartışmalarda adı geçti. Aynı şekilde, kendini stratejik politika uzmanı olarak tanımlayan ve eski bir ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi olan Elbridge Colby de adını duyurdu.
Trump, atamalarından sarsılmaz bir sadakat talep edecek ve çalışmalarının tüm itibarını kendisinde görmek isteyecek. Ancak yaşlandıkça, stratejik politika yönlendirmesinde öncülük etmeleri için onlara büyük ölçüde güvenmesi de gerekecektir. Bunu akılda tutarak, Trump yönetiminin dünya sahnesinde izleyebileceği üç olası yol şunlardır:
1) “Önce Amerika”, uzlaşmalarla barış elçisi olarak itibarını ilan ettikten sonra, Trump’ın ABD’yi izolasyonculuk ve istisnacılık konumuna geri döndürmesi, esasen kimsenin dostu ve düşmanı olmaması mümkün. Bu ya NATO’dan tamamen çekilmek ya da ABD güvenlik yardımını, Avrupa’nın esasen onun kaprislerine tutsak olacağı şekilde transatlantik sadakate bağlı hale getirmek anlamına gelebilir.
Ayrıca şunlar anlamına da gelebilir:
Asya ve Pasifik’teki ABD ittifaklarına desteği azaltmak, güvenlik ortaklarından giderek daha yüksek savunma harcamaları talep etmek, ABD’nin aslan payını kaynak olarak taahhüt etmesini veya kendi askeri yeteneklerini azaltmasını gerektirebilecek herhangi bir anlaşmayı eleştirel bir gözle izlemek.
Örneğin Avustralya, AUKUS (15 Eylül 2021 tarihinde Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından ilan edilen üçlü bir güvenlik paktı) ortaklığına Beyaz Saray’dan sürekli destek güvencesi almaya istekli olacaktır. Bu, Avustralya’nın 2030’ların başında birkaç nükleer enerjili denizaltı satın almasını ve ABD ile Birleşik Krallık arasında teknoloji paylaşımını içerir. Kongre ve Senato’daki Cumhuriyetçilerin güçlü desteğine rağmen, bu anlaşmanın Trump yönetimi tarafından incelenmesi neredeyse kesindir.
Ancak Trump’ın daha izolasyonist bir duruş elde etmek için muhtemelen bazı tavizler vermesi gerekecektir.
Öncelikle, Rusya ile büyük bir pazarlık gerekli olacaktır. Bu sadece Trump’ın Vladimir Putin’e olan hayranlığından değil, Ukrayna’daki savaşı hızla bitirme sözü vermesinden kaynaklanmaktadır. Rus aşırı milliyetçiler Trump’ın zaferini sevinçle kutlasalar da, Biden yönetimi Ocak ayındaki iktidar devrinden önce Kiev’e 6 milyar dolar askeri yardım sağlamak için çabalıyor. Bu nedenle Trump, Ukrayna’nın zayıflığına bir barış anlaşmasının öncüsü olarak hemen güvenemez.
İkincisi, orta vadede Çin ile bir pazarlık gerekebilir. Karşılıklı yaptırımlara dayalı bitmeyen bir ticaret savaşı, ABD’de enflasyonu artıracak ve Trump’ın mavi yakalı, kırsal seçmen tabanını ısıracaktır.
2) Asya’ya doğru güçlü bir dönüş Trump’ın ulusal güvenlik sadıklarının Çin’e karşı çatışmacı bir yaklaşım çağrısında bulunması ve ABD’nin savunma harcamalarından bedavaya yararlandığına inandığı Avrupa müttefiklerine duyduğu hayal kırıklığı, onu Asya’ya doğru dönmeye yönlendirebilir.
Ancak bu, Moskova ile daha da derin bir pazarlık anlamına gelecektir. Sadece Ukrayna savaşını sona erdirmek için bir anlaşma değil, aynı zamanda ABD-Rusya çatışmasını azaltmak için daha bütünsel bir anlaşma da içermesi gerekecektir. Putin’in buna razı olacağı hiçbir şekilde garanti edilmese de, bu, ABD kaynaklarını Çin’e askeri ve ekonomik olarak karşı koymak için serbest bırakacaktır.
Trump’ın yeni yönetimi, yıllardır Pekin’in ABD gücü için en büyük tehdidi oluşturduğunu savunan Trump’a sadık Colby gibi birçok Çin düşmanını içerecektir. Ancak bu yol Trump’ın kesin bir bağlılığını gerektirecektir.
Ayrıca, Asya-Pasifik bölgesindeki müttefiklerine daha somut ABD güvenlik garantileri gerektirecektir -yalnızca Çin’i sınırlamaya yardımcı olma taahhütleri karşılığında değil, aynı zamanda olası bir çatışmaya katılmaya hazır olmaları karşılığında-
Trump Amerika’nın NATO müttefiklerini terk ederse, en yakın Asyalı ortaklarının bile onun güvenliklerine olan bağlılığına veya bölgedeki krizleri yönetme becerisine nasıl bakacakları henüz belli değil.
3) Güç yoluyla barış üçüncü seçenek, Trump’ın eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ı örnek alarak küresel ABD üstünlüğünü yeniden tesis etmeye ve sürdürmeye çalışması olacaktır.
Amerika liderlik edecektir, ancak bunu pragmatik bir şekilde ve çıkarları kendi çıkarlarıyla örtüşen müttefiklerle yapacaktır. Bu, önemi bir yana maliyetli bir girişim olacaktır. Ağır askeri harcamalar, araştırma ve geliştirmeye yatırım, kritik teknolojilerde Amerikan hakimiyetini yeniden tesis etme ve şu anda Çin tarafından domine edilen tedarik zincirlerine alternatif çözümler bulma gerektirecektir.
Ayrıca Pekin ile stratejik rekabeti ikiye katlamak ve Çin’e baskı yapmak için vekilleri (ve sadece müttefikleri değil) önemli ölçüde silahlandırmaya hazır olmak anlamına gelecektir.
Ancak bunun bile sınırları olacaktır. Trump’ın defalarca gösterdiği gibi, ulusal çıkarlar ile kişisel çıkarları esasen aynı şey olarak görüyor.
Örneğin, İsrail’e tamamen serbestlik tanıma isteği, Suudi Arabistan ile sağlanan ilişkileri gevşetmek zorunda kalacaktır. Ancak Riyad, Trump’ın İran’a sert bir şekilde baskı yapma isteğini kesinlikle onaylayacaktır. Ve Trump’ın diktatörlerle nasıl başa çıktığı da incelemeye alınacak.
Geçmişte, Putin, Çin lideri Xi Jinping ve Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un’a olan açık hayranlığı, Amerika’nın ortaklarını duraklattı. Ayrıca Trump’ın hedeflerine ulaşmasını da engelledi. Kaos ve değişim; bu yollardan herhangi biri, Amerika’nın ortakları için istikrarsızlığa ve zor seçimlere yol açacaktır.
Putin, Beyaz Saray Kiev’e teslim olması için yeterli baskıyı yapana kadar müzakere etmeyi reddederek muhtemelen Trump’ın Ukrayna konusunda asgari bir barış elde etmesini sağlayacaktır. Ve Rus şartlarında barış kırılgan olacak, acı verici Ukrayna tavizleri gerektirecek, acımasız isyancı kampanyaları doğuracak ve Avrupa güvenliğini kritik derecede zayıflatacak.
Avrupa şimdi kendini bir kavşakta buluyor. Sonunda canlanan Rusya’ya karşı kendi güvenliğinden ve savunmasından sorumlu olma olasılığıyla yüzleşmek zorunda. Şimdi hızlı çalışmak, savunmaya çok daha fazla harcama yapmak ve kurumsal ataletinin üstesinden gelmek zorunda. Bu ayrıca, Polonya, Baltık ve İskandinav ülkeleri ve İngiltere’nin Rusya’ya karşı ana siperler olduğu, halihazırda şekillenmekte olan yeni Avrupa güvenlik düzenini de hızlandıracak.
Asya ve Pasifik’te, Amerika’nın güvenlik garantilerine olan bağlılığıyla ilgili sorular yerel silahlanma yarışlarını yönlendirecek ve nükleer yayılmayı daha olası hale getirecek. Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Filipinler gibi ülkelerin de ABD olmadan birlikte çalışmak için çabalarını artırmaları gerekecek.
Bu bazıları için diğerlerinden daha kolay olacak. Sonuç? Güven, ortak değerler ve istikrarlı kurallara dayalı bir düzene bağlılık, Amerika’nın güvenlik ortaklıklarını sürdüren ve derinleştiren şeylerdir.
En azından Trump’ın ikinci dönemi, öngörülebilir gelecek için çoğu ABD müttefikini tedirgin edecektir.
Ancak en büyük trajedi, iç düşmanlara karşı söz verdiği intikam kampanyasını milyonlarca insanı sınır dışı ederek ve yetkisini göstermelik bir demokrasi yaratmak için kullanarak sürdürmesi olacaktır.
*
Donald Trump kendini yetenekli bir pazarlıkçı olarak görüyor ancak ortadoğu barışı onun için mümkün olmayabilir
Donald Trump’ın geçen hafta ABD başkanı olarak yeniden seçilmesi, Ortadoğu’da geçişkenliğin yaşandığı bir dönemde gerçekleşti. Seçilen başkan tüm savaşları sona erdireceğine söz verdi. Her zamanki dürtüsel ve öngörülemez tavrıyla, göreve başladıktan sonraki 24 saat içinde Ukrayna savaşını çözme ve İsrail’in Gazze ve Lübnan operasyonlarını hızla bitirmesine yardımcı olma sözü verdi.
Ancak Ortadoğu karmaşık bir yer. Trump, özellikle İran ile rakibi Suudi Arabistan arasındaki değişen dinamikler göz önüne alındığında, İsrail’e olan ateşli desteğini ve bölgedeki diğer hırslarını dengelemekte çok zorluk çekecek.
Trump’ın birkaç ay içinde göreve başladığında neler bekleyebileceğine dair bir örnek.
İsrail ve Hamas arasındaki görüşmelerin çöküşü
ABD seçimlerinin gölgesinde kalan Katar, İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes arabulucusu rolünü durdurduğunu duyurdu.
Küçük, petrol zengini emirlik, savaşı sona erdirmek için bir anlaşmaya varmak için geçen yıl boyunca çok çalıştı. Bu süreçte, Ortadoğu’daki en büyük askeri üssü de Katar’da bulunan ABD ve siyasi liderliği ile ve ofisi Doha’da bulunan Hamas ile yakın ilişkilerini iyi kullandı. Katar, bunun savaşan tarafların güvenini kazanmasında yardımcı olacağına inanıyordu.
Ancak, çabaları geçen yıl 240 Filistinli tutsak karşılığında 100’den fazla İsrailli rehinenin serbest bırakılmasıyla sonuçlanan kısa bir ateşkesten daha fazlasını üretmedi.
Bunun birkaç nedeni var.
Birincisi, iki taraf birkaç ana anlaşmazlık noktasını aşamadı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, geçici bir ateşkesi reddederek Hamas’ı tamamen ortadan kaldırmaya karar verdi. Hamas ise, çatışmaların tamamen sona ermesini ve İsrail ordusunun Gazze’den tamamen çekilmesini talep ediyor. Bu arada, Washington görüşmelerde anlamlı bir rol oynamayı başaramadı. Biden yönetimi, ateşkes arzusunu defalarca vurgularken, diplomatik söylemlerin ötesinde hiçbir noktada İsrail’e somut bir baskı uygulamadı. Ayrıca İsrail’e askeri yardımı kesmeyi reddetti. Bunun yerine, Ağustos ayında İsrail’e 20 milyar ABD doları tutarında bir silah satışını onayladı. Bu, Netanyahu’nun misyonundan sapmak için zorlayıcı bir nedeni olmadığı anlamına geliyor.
Lübnan’da olası bir ateşkes
Gazze’de ateşkes ihtimali zayıflarken, Lübnan’da ateşkes konusunda umutlar arttı.
Washington’ın, İsrail ve Hizbullah’ın oradaki çatışmaları sona erdirmek için ortak bir zemin bulmaları için yoğun diplomatik çabalarda bulunduğu bildirildi.
İsrail, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını ve en azından güney Lübnan’daki Litani Nehri’nin ötesine, İsrail sınırının yaklaşık 30 km kuzeyine, geri püskürtülmesini ve ikisi arasında bir güvenlik bölgesi oluşturulmasını istiyor. İsrail, gerekirse Hizbullah’a saldırma hakkını korumak istiyor ve Lübnan yetkililerinin bunu reddetmesi muhtemel.
İsrail, Güney Lübnan’a yönelik bombalama ve kara harekâtında Hizbullah’ı büyük sivil kayıpları pahasına önemli ölçüde zayıflattı. Ancak, İsrail Hamas’ı yok edemediği gibi, Hizbullah’ı da İsrail’in şartlarına göre bir ateşkesi kabul etmeye zorlayacak ölçüde sakatlamayı başaramadı. Militan grup, dirençli kalmak için yeterli siyasi ve askeri güce sahip olmaya devam ediyor.
Bölgesel dinamiklerin değişmesi
Şimdi Trump sahneye geri dönüyor. Seçim zaferi, Netanyahu hükümetini, maliye bakanı Bezalel Smotrich’in Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin resmi ilhakına hazırlanmaları için ilgili makamlardan talepte bulunmasına yetecek kadar rahatlattı.
Trump uzun zamandır İsrail’in kararlı bir destekçisi oldu. İlk başkanlığı sırasında Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı ve ABD büyükelçiliğinin oraya taşınmasını emretti. Ayrıca İsrail’in 1967’de Suriye’den ele geçirdiği Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini de tanıdı.
Bölgedeki gerçek kötü çocuk olarak İran’ı kınadı ve ABD’yi çok taraflı İran nükleer anlaşmasından çekti. Ayrıca, birkaç Arap devletinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği İbrahim Anlaşmaları’nı da körükledi.
Ancak, Gazze ve Lübnan savaşları ve İsrail ile İran arasındaki son bir yıldaki doğrudan askeri hamleler, bölgesel dokuyu değiştirdi.
Trump, Hamas ve Hizbullah’a karşı İsrail’e sarsılmaz desteğini dile getirdi ve İran’a karşı “maksimum baskı” kampanyasını yeniden canlandırması muhtemel. Bu, Tahran’ı katı yaptırımlarla boğmayı ve petrol ihracatını engellemeyi ve aynı zamanda onu uluslararası alanda izole etmeyi içerebilir. Bu arada, bir ticari işlem lideri olarak Trump, Amerika’nın bölgedeki Arap hükümetleriyle kazançlı ekonomik ve ticari bağlarını güçlendirmek istiyor. Ancak, bu ülkeler İsrail’in Gazze ve Lübnan operasyonlarının ölçeğinden sarsıldı. Kitleleri, liderlerinin İsrail’in eylemlerine karşı koyamamasından kaynaklanan hayal kırıklığıyla kaynamaktadır. Bunun en belirgin örneği Ürdün’den başka bir yer değildir.
Sonuç olarak, Suudi Arabistan- Amerika’nın bölgedeki en zengin ve en önemli Arap müttefiki- son zamanlarda İsrail’e karşı güçlü bir muhalefeti dile getirmede öncülük etti. Suudi Arabistan’ın fiili hükümdarı Veliaht Prens Muhammed bin Selman da, bağımsız bir Filistin devletine giden yolu, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesinin bir koşulu haline getirdi.
Ayrıca Riyad, ezeli rakibi İran ile bir yıldan uzun süredir devam eden yakınlaşmasını güçlendiriyor. İki ülkenin savunma bakanları, donanmalarının katıldığı ortak bir askeri tatbikatın ardından geçen hafta sonu bir araya geldi.
Ayrıca Bin Salman, İsrail ve göreve gelen Trump yönetimiyle başa çıkmada mutabakatlı bir pozisyon oluşturmak için Riyad’da Arap ve Müslüman liderlerle bir toplantı düzenledi.
Bütün bunlar nereye gidiyor?
Trump’ın İsrail’e olan bağlılığı ile Amerika’nın geleneksel Arap müttefikleriyle yakın ilişkilerini sürdürmesi arasında bir denge bulması gerekecek. Bu, Ortadoğu savaşlarını sona erdirmek ve İran’ı geri püskürtmek için çok önemli olacak.
Tahran artık Trump’ın zehrine karşı geçmişte olduğu kadar savunmasız değil. Askeri olarak daha güçlü ve Rusya, Çin ve Kuzey Kore ile güçlü stratejik ilişkilere sahip ve ayrıca bölgesel Arap devletleriyle iyileştirilmiş ilişkilere sahip. Gazze ateşkesinin olmaması, Lübnan savaşının durdurulması için zayıf umut, Netanyahu’nun uzlaşmazlığı ve Trump’ın “önce İsrail” politikasını sürdürmesi göz önüne alındığında, Orta Doğu’nun kayganlığının devam etmesi muhtemel.
Çok kutuplaşmış ve öngörülemez bir dünyada Joe Biden için olduğu kadar Trump için de baş ağrısı olabilir.