DünyaGüncelMakaleler

ÇEVİRİ | Devrim televizyonlarda yayınlanmayacak

"26 Ocak 2021’de tanık olduğumuz şey, Delhi'de bir çiftçilerin ayağa kalkışıydı. Bir ani yükseliş durumunda, iktidar partisinin bilişim hücresi dedikodu yaymakla, polis yolları kapatmakla meşgulken protestoya katılan halktan rotayı takip etmelerini istemek çok fazladır"

Sanat ve estetik okullarında tiyatro ve performans çalışmaları alanında yardımcı doçent olarak görev yapan Brahma Prakash, Hindistan’da aylardır devam eden çiftçi eylemleri ile ilgili yazdı.

Hindistan’ın Cumhuriyet Bayramı olan 26 Ocak günündeki kutlamalarda eylemlerin ülke genelinde coşkuyla karşılanmasına karşılık medya tarafından başlatılan linç ve buna direnemeyen sendikal hareketleri yazan Prakash’ın bu yazısında bahsettiği nüanslar, okurken de fark edilecektir, Boğaziçi eylemleri ve Birleşik Mücadele Güçleri’nin deklarasyonuna dönük polis-medya saldırganlığı için de geçerli…

Evde kalamayacaksın, kardeşim / Fişi prize takıp, televizyonu açamayacak, kaytaramayacaksın […]Reklamlar sırasında bira [çay] almaya kaçamayacaksın, / Çünkü devrim televizyonlarda yayınlanmayacak. / Saat on birde [dokuzda] haberlerde önemli bir şey olmayacak / Ve kıllı silahlı özgürlükçü kadınların resimleri de olmayacak[…] Devrim televizyonlarda yayınlanmayacak

Gil Scott-Heron’un rapi bugün bile o kadar doğru ki, Twitter ve TV ayarlarına biraz ara vermek için uyarlayabiliyoruz. Bu, zamanımızın en büyük protestosunun –Çiftçilerin Protestosu- televizyonların prime saatinde yayınlanacağını düşünenler için bir şarkı. Bu rap, protesto ve devrim gerçekliğinin ve televizyonlarda neyin yayınlanıp neyin yayınlanamayacağının sınırlarının bir hatırlatıcısı.

Bir hatırlatma olarak, öldürücü nefretten kaçınan protestocular için, terörist olarak yaftalanan gençler için söyleyelim bu şarkıyı. Bozuk bir cumhuriyette, vahşi saldırılar altında kafaları kanayan, bacakları kırılan protestocular için söyleyelim onu. Evine dönmekte olan çiftçiler için birlikte mırıldanalım. (…) Rap çok çiğ, ama çok da gerçek. Kelimenin tam anlamıyla, hiçbir şey televizyonda yayınlanmayacak. Ne öfkeniz, ne ölümünüz, ne hayatınız, ne intiharınız. Ama savaşmak zorundasınız.

Devrim ya da protestonun televizyonda yayınlanmayacağı iddiası hem politik hem de ontolojiktir. Bunlar, dünyayı altüst eden radikal kopuşların adıdır. (…) Protestocular, şiddetle ya da şiddet içermeyen bir şekilde bedenlerini ve evlerini riske atmak zorundalar. Birileri hareketi esir alabilir, tavrı etkileyebilir, ancak protesto gelecekteki hareketlerde ve anılarda geniş bir şekilde yer edinir.

Sendika liderleri ve yetkililer zorla bir rota çizdiklerinde, halkın emre itaat edeceğini ve belirlenen yolu izleyeceğini düşünmüş olmalılar. Ancak protestonun yönlendirilemeyeceğini unutmuşlar. Halkın ordu ya da hareketleri koreografiye alınmış dansçı olmadıklarını unutmuşlar. (…)

 

Medya ve Ayaktakımı

26 Ocak 2021’de olanlar hayret vericiydi. Gün, paralel gösterilerle başladı. Seçilmiş temsilciler Cumhuriyet törenleriyle meşgulken, Cumhuriyetin kendisi halkı selamlamak için sokaklara dökülmüş gibiydi. Ulus başarısını ve gücünü sergilerken, çiftçiler gelip içinde bulundukları kötü durumu gösterdiler. İthal edilen jet, bağımsız ulusun gücünü göstermek için havada kükrerken, ulusun bağımsızlığını sağlayan biri yolda duruyordu. Ve savaş başladı. Birinin gücü vardı, diğerinin halkı. Birinin ulusu, diğerinin toprağı. Birinde medya vardı, diğerinde mesaj. Biri merkezi ele geçirmek için oylanan, diğeri oy vermek için sınıra gitmek zorunda olan. Ve daha derine indi. Derilerinin ve ruhlarının derinliklerinde birbirinden barikatlarla, hendeklerle ayrılmış olanlar: ulus ve çiftçiler! Biri yetiştiren, diken; terleyen, uyuyan; satan, feda eden. Kesik o kadar derin ki sınırların içindeki sınırlar doğal görünüyor.

26 Ocak 2021’de, Delhi sınırları büyüleyiciydi. Çiftçilere sevgi mesajını yayan, nefreti uzaklaştıran sloganlar ve çiçeklerle adak sunuyordu. Çiftçiler sanki Dünya Kupası’nı kazandıktan sonra geri dönüyordu. Her yerde kutlamalar vardı: yürüyüşe katılan traktörler, bisikletli protestocular, 60’ların özgürlükçülerini hatırlatan slogan atan kadınlar, tezahürat yapan kalabalıklar, dans eden çocuklar, yöre halkının sevgisi ve sıcaklığı, yeni koronavirüs uyarıları arasında bulaşıcı cesaretin yayılışı. Protestocular, bu karşılamayı beklemiyor olabilirlerdi. Yanıt çok kuvvetliydi. Protestoların yeniliği, neoliberal devletin geçit törenini gölgede bıraktı. (…)

Sokaklarda bunlar olurken, ekranlardan başka bir şey ortaya seriliyordu. Ana akım medya öfkeden çılgına dönüyordu. Protesto büyük ölçüde barışçıl kalırken, medya her yerde canavarlar yaratmaya girişti. Her şey planlanmış gibiydi. (…) Medya, çiftçileri, kenti ve uygarlığı altüst eden asi, medeniyetsiz, barbar ayaktakımı olarak sundu. Hedefler bir tehdide dönüşürken, elit ve orta sınıfın çiftçilere karşı tiksintisi belirgindi. Traktör ve el arabalarına karşı ve arabalara karşı, troller çıktı.

Sürüngen sunucular ve liderler de nefret söylemine başladılar. Tarıma dayalı bir ülkede, çiftçilere azılı, asosyal, ahmak, serseri ve ulus düşmanı olarak hitap edildi. Ordudaki oğulları cesaret madalyalarını alırken utanç rozetlerini taktılar. Kast anlayışı su yüzüne çıktı. Ulusun Brahmanik politikasında çiftçilerin dokunuşu anıtın kutsallığına saygısızlık olarak görüldü. Ulus çiftçiyi şeytanlaştırarak kurdukları cadı avıyla merkezi yeniden hayata geçirdi. Ve komplo, zamanımızın en büyük protestosunu ruhen yıktı.

Protestonun liberal medyada yer alacağını düşünenler, ip üstündeki dengeleyici hareketlerini gördükten sonra şaşkına döndü. Medya, dili en masum yollarla yaydı. Goondalara (kabadayı, serseri) yerel halk ve çiftçilere yabancılar deniyordu. Polis ve goondalar barışçıl bir toplantıya saldırdıklarında, buna çatışma adını verdiler; özgürlükten bahseden gruba ise çete dediler. Devlet halkı öldürdüğünde isyan; insanlar kendilerini savunduğunda buna görevin engellenmesi denir. Bu dilin medya tarafından kullanılması polis için kanıt olur. Bu, medyanın ne kadar manipüle edebileceğini, ne kadar üretim yapabildiğini, ne kadar soğukkanlılıkla ezebileceğini, ne kadar ölümcül olabileceğini gösteriyor.

Kimin daha fazla polis olduğunu söylemek zor, polisin mi medyanın mı? Polis göz yaşartıcı gaz atarken, medya kültür bombasını ateşledi. Mermi atmadan protestocuların kendilerine olan güvenini yok ettiler. (…) Sendikalar, medyanın kendilerine şiddetin ahlaki sorumluluğunu üstlendikleri için kalıcı bir mükafat vereceğini düşünmüşlerse yanılıyorlardı. Protestoların bir geçit töreni gibi yönlendirilebileceğini düşündüklerinde de yanılıyorlardı. İnsanların belirlenen yoldan sapmadan gideceklerini varsaymışlardı. Yürüyüş, geçit töreni olarak adlandırılmıştı, ama bu son derece açık bir şekilde bir protestoydu…

Protesto sadece devleti sallamakla kalmadı, protestoları iddialarını (şehrin de bize ait olduğu iddiasını) yaşama geçirmeyi değil sempatiyi harekete geçirmek için örgütlemek isteyen sendika liderlerinin bilincini de salladı. Şiddet içermeyen protestoların bir iddia meselesi değil, bir yalvarma eylemi olduğunu düşünmek felaket olur. Ancak devlet, tüm bu iddiaları bir şiddet eylemi olarak adlandırdı…

 

Barışçıl protesto ve şiddet

26 Ocak 2021’de tanık olduğumuz şey, Delhi’de bir çiftçilerin ayağa kalkışıydı. Bir ani yükseliş durumunda, iktidar partisinin bilişim hücresi dedikodu yaymakla, polis yolları kapatmakla meşgulken protestoya katılan halktan rotayı takip etmelerini istemek çok fazladır. Çiftçi liderleri hegemonik medya anlatısına teslim olduklarında, medyanın ve devletin yürüttüğü psikolojik savaşa hazırlıklı olmadıkları ortaya çıktı.

Sendika liderleri, protestoların başarısını iddia ederek, protestocuların eylemlerini haklı çıkararak ve yaşanan şiddetten hükümeti sorumlu tutarak cesur bir tutum almış olsalardı neler olabileceğini bir düşünün. Birçoğu için etik görünmeyebilirdi, ancak hareket daha sağlam olabilirdi. Aktivistler daha yüreklenmiş olurdu. Devletin 26 Ocak sonrasında başlattığı saldırıyı devam ettirmesi zor olabilirdi. (…)

Diğer bir nokta; Delhi polisi en son ne zaman şiddet içeren eylemlerinden dolayı özür diledi? İçişleri Bakanı ayaklanmalar için en son ne zaman özür diledi? Delhi’de barışçıl protestolara katılan herkes, polisin şiddeti nasıl kışkırttığını, barışçıl protestoculara nasıl taş attığını, kanalizasyon sularından tazyikli su kullandıklarını, protestocuları dövmek için maske ve miğferlerle yerel goondaları nasıl organize ettiklerini, kadın protestocuların özellikle karınlarını nasıl tekmelediklerini biliyor. Özür dilemiyorlar çünkü devlet, şiddeti kendi tekelinde görüyor. Ne isterse yapabilir. Ancak şiddetsizliğin sorumluluğu her zaman diğerlerine aittir. (…) Çoğu zaman, bir hareketin şiddet içermediğini iddia eden kişi, bu nüansları gözden kaçırır ve devletçi şiddet anlayışına kolayca hapsolur. Bu bizi her barışçıl protestonun şiddete dönüştüğü noktaya getiriyor.

Delhi’de barışçıl bir protesto en son ne zaman “şiddete” dönüşmedi? JNU protestosu muydu yoksa Jamia protestosu mu, Dalitlerin protestosu mu, yoksa Maruti işçilerinin protestosu mu? Anti-NRC-CAA protestolarının şiddet içerdiğini kim iddia edecek? Onlar şiddet içerikli değil miydi? Protestocular kışkırtıcı olarak tasvir edilmemiş miydi? Shaheen Bagh, terörist meclisi olarak adlandırılmamış mıydı? Örnekler, şiddetin ve şiddetsizliğin eylemlere değil, onları adlandıran otoriteye bağlı olduğunu açıkça göstermektedir.

Öyleyse, barışçıl bir protestoda şiddeti kınamamalı mı? Kınamalı. Ancak her türden şiddeti kınamak, en kolay çıkış yolu gibi görünüyor. Ve bu bir tuzak. Barışçıl bir şekilde protesto eden çiftçileri anti-sosyal unsurlar olarak ilan etmeden önce artan pasif şiddetsizlik duygusunun, daha incelikli bir yaklaşıma ihtiyacı vardır.

Şiddetsizlik sorunu, ayrıcalıklı bir ahlak duygusu konumundan değil, “Nefes alamıyorum”, “Hareket edemiyorum” noktasından, yollara döşenen demir çivilerden ortaya çıkan kırılganlık duygusundan doğru yeniden ifade edilmelidir. Şiddetsizlik sorunu, otoritenin vicdanının olmadığı, şiddetsizlik mantığının kendisi için değil diğerleri için geçerli olduğu durumda yeniden ele alınmalıdır. Aksi takdirde, protesto ve gösteri fikrini, devletin ifade ettiği gibibir şiddet eylemi olarak kabul etme tehlikesi vardır.

Sözde şiddet içeren ve içermeyen eylemin doğasında bulunan mesajı ve niyeti okumak gerekir. Martin Luthar King’in sözleriyle, “İsyan duyulmamış dildir.” Kişi bu fikri romantikleştiremese de, mesajı kırılganlık noktasından okumak gerekir. (…)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu