TC devletinin AKP hükümeti aracılığıyla Sahra Altı Afrika (SAA) ülkeleriyle geçtiğimiz günlerde yaptığı bir dizi görüşme, AKP ile neo-Osmanlı hayalleri kuran kimilerini sevindirirken kimileri için de “emperyalist” TC’nin faaliyetine örnek teşkil etmekteydi.
Aslında farklı açılardan aynı noktaya düşen bu fikirlerin ortak noktası, TC devletinin emperyalist bir güç olduğu ve buna göre faaliyet gösterebileceğine dayanıyor. Her iki yaklaşımın da hatalı bir değerlendirmeye dayandığı ortada.
Esasen TC devletinin SAA ülkeleri ile ticaret arayışları 1979’da başlamıştır. O sene görevdeki Ecevit hükümetinin Türkiye komprador burjuvazinin önde gelen sermayedarları ile Afrika ülkelerine yaptıkları seyahatler de yakın zamanda R.T.Erdoğan hükümeti ve yine Türkiye komprador burjuvazisi ve özel olarak da onun içinde Erdoğan hükümetinin desteğiyle palazlanan asalak rant sermayesinin de katılımıyla gerçekleşen ziyaretin de öncülü olmuştur. Bu ziyaretlerin Erdoğan için “özel” bir önemi de vardır. Özel olarak Erdoğan’a yakın Bayraktar şirketinin ürettiği SİHA’ların pazarlaması da sözkonusudur. Bir anlamda Erdoğan, bir silah tüccarı olarak satışa çıkmıştır.
Görüleceği üzere, ne Türkiye emperyalizm aşamasına geçmiş bir ülke olduğu için ne de bugünkü neo-Osmanlıcılık söylemlerinin gereği olarak oradadır. Süreç zaten 1979’da başlamış bugün ise devam etmektedir.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu ile Mısır arasında Afrika ülkelerinin sömürülmesi konusunda rekabet yaşanmıştır. Bu rekabet sürecinde bir devletin örneğin daha katı İslami kuralların hakimiyetine girdiği dönemde diğerinde karşıt bir tutumun geliştiğini gözlemliyoruz.
Bugün de devam eden bu rekabet, bir dönem ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerin Müslüman Kardeşler örgütü aracılığıyla siyasi İslam’a destek vermeleri ve benzer olarak 2002 itibariyle iktidara getirilen AKP hükümetine de aynı rolü oynamak üzere görev vermeleriyle belirsiz hale gelmişti. Emperyalist güçlerin Mısır’da Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütünden desteklerini çekmelerinin ardından askeri bir darbe ile Mursi hükümetinin devrilmesi ve bugünkü Sisi hükümetinin kurulmasıyla Türkiye ve Mısır arasında Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA-Middle East and North Africa) ülkelerinden kendi ülke burjuvaları menfaatine pay kapma mücadelesi de yeniden belirgin hale geldi.
Etiyopya ve Mısır arasında Etiyopya’nın Nil Nehri üzerine yaptığı barajla Mısır’ı besleyen su kaynaklarını önemli oranda kesmesi nedeniyle gerilim yaşanmaktadır. Bu gerilim, yukarda bahsedilen Türkiye-Mısır gerilimi ile biraraya gelince Türkiye ve Etiyopya arasında daha yakın ilişkilerin doğmasını tetiklemiştir. Burjuva devletlerinin ikiyüzlü siyaset yapma biçimi olarak “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesinin yalın bir şekilde işletildiğine tanıklık etmekteyiz. Elbette gerek Etiyopya gerekse Türkiye burjuvazileri mümkün olduğu kadar kendi menfaatlerine yönelik olarak karşılıklı yakınlaşma siyasetine destek vermektedirler.
AKP hükümeti ile eliyle son dönemde iki ülke burjuvazisi arasında ilişkilerin geliştirme eğiliminde olunan diğer ülke ise Somali’dir. Birkaç ay önce Erdoğan hükümetinin Somali’ye 30 milyon dolarlık hibesi ile gündeme gelen ilişkiler aslında Etiyopya olan ilişkiler gibi oldukça eski tarihlere dayansa da yine tıpkı Etiyopya gibi emperyalistler arasındaki dalaşın ve bunların bağımlı ülkeler ölçeğinde yaşanan rekabete yansımasının bir tezahürü olarak öne çıkmaktadır.
Etiyopya’dan farklı olarak Somali’nin yer altı kaynakları bakımından -henüz açığa çıkarılmamış petrol- zengin olduğu bilinmektedir. Erdoğan hükümetinin ABD’nin ve şimdi de ABD ile Rusya arasındaki gerilime oynama siyasetinin sonucu olarak her iki emperyalist gücün bölgesel hareketine uygun olarak Afrika’da takınmaya çalıştığı tutum, kendisini Somali ile ilişkilerde de göstermektedir. Yine AKP ile palazlanan asalak rant sermayesinin Somali’deki Türkiye burjuvazisinin faaliyetlerinde inşaat işlerinin başı çektiğini görüyoruz.
Yani her ne kadar Somali açığa çıkarılmamış önemli yer altı kaynaklarına sahip olsa da bunların Türkiye burjuvazisi tarafından işlenmesi söz konusu değildir. Kaldı ki tıpkı Erdoğan AKP’si gibi aynı süreçte Somali’nin IMF borçlarının ödenmesi için Norveç, İngiltere ve ABD gibi emperyalist güçlerin de Somali’ye önemli tutarda parayı hibe ettiklerini hatırlatalım.
Dolayısıyla TC devleti, Erdoğan aracılığıyla Somali’nin IMF’ye borcunu ödemesi için para hibe edecek kadar güçlü ülke yahut TC emperyalist bir devlet olarak bu şekilde davranıyor gibi kimi hatalı yorumlara temel teşkil eden hibe mistifikasyonunun aktarıldığı gibi olmadığını, TC devletinin bu konuda da ABD ve İngiltere ile birlikte hareket etmekte olduğunu görüyoruz.
TC komprador burjuvazisinin 40 yılı aşkın süredir Afrika ülkeleri ile ticaret yapma arayışları olduğunu göz önüne alırsak, bu ülkelerdeki yatırımların esasen AKP ile palazlanan ve temel iş alanı inşaat olan asalak rant sermayesine yeni alanlar açmak olduğu görülmektedir. Yine yukarıda ifade ettiğimiz gibi SİHA pazarlaması söz konusudur.
Elbette Türkiye burjuvazisi de Afrika ya da başka kimi ülkelerde kendi menfaatine ilişkileri oluşturma arayışında olacaktır. Belirleyici olan Türkiye burjuvazisinin Afrika’ya ya da diğer ülkelere meta ama esasen sermaye ihracı yapıp yapmadığı; bu ülkelerde meta üretimine dönük faaliyetinin olup olmadığıdır. Veriler incelendiğinde yukarda da belirttiğimiz gibi TC burjuvazisinin buralarda yol, köprü, havaalanı vs. yaptığı yani daha çok inşaat işleri yaptığı görülmektedir. Bu durumdan hareketle emperyalist sermaye ihracı ile eşleştirme yapmak fazlasıyla zorlama bir yaklaşıma tekabül eder.
Afrika ile ilişkilerin iç siyasete yansımaları
Biraz daha detaya inecek olursak; ABD’nin Siyasal İslam referanslı örgütlenmeleri Ortadoğu’da iktidara getirme stratejisinin bir sonucu olarak AKP’ye de görev verildi ve AKP yerelden çok uluslararası sermayenin desteği ile ayakta tutuldu. Elbette, uluslararası sermayenin Ortadoğu’da neo-Osmanlıcılık, İslam’ın lideri vb. imajlarla güçlendirilmiş AKP-Erdoğan hükümeti ile elde edebileceği pek çok şey vardı. Filistin’de ellerine 5 dolar tutuşturulup toplanan ve Erdoğan posterleri açan kitlenin varlığına paralel olarak Davos Zirvesi’nde yaşanan “one minute” olayı da aynı kurgunun farklı sahneleri idi.
Emperyalist güçlerin Erdoğan ile elde edebileceği pek çok şey vardı ancak bunun belki de en önemli kırılma noktası Kobane’de Erdoğan’ın dolaylı olarak komuta kademesinde yer aldığı IŞİD’in YPG tarafından yenilmesi oldu ve bundan sonrasında gerek Suriye gerekse Ortadoğu politikalarında Erdoğan’a bağlı olmayan planlar hayata geçirmeye başladılar.
Öyle ya; emperyalist güçler Suriye savaşını Rusya ve İran’ın enerji kaynaklarını ele geçirmeyi önlemeyi amaçlayan bir stratejinin ön ayağı olarak hayata geçirmiş; bu savaş için önemli maliyetlere katlanmışlardı. Bu kadar yatırıma karşılık IŞİD’in -aslında Erdoğan’ın- yenilgi yaşaması Erdoğan için sona doğru giden yolun ilk noktasını oluşturuyordu. Rusya bu durumu kendi lehine olabildiğince kullandı ve Erdoğan TC’si üzerinden çetelerin Suriye’ye geçişleri durdurmakla başlattığı yolda gelinen aşamada Suriye’de Bizzat Erdoğan eliyle cihatçı çeteleri temizleme aşamasına geldi. TC bir yol ayrımındadır. Ya çeteleri temizleyecek ya da onlarla Suriye rejimi ve Rusya’yla savaşacaktır.
İşte bugün Somali ve Etiyopya’da Erdoğan TC’sinin faaliyetlerini bu süreçten ayrı düşünmek olanaksızdır.
Burjuva siyasetinde Erdoğan emperyalist güçlerin Ortadoğu ve esasen Rus-İran enerji kaynaklarına yönelik stratejisi gereği fazlasıyla şişirilmiş bir imge olarak belleklere kazındı. Bunun için emperyalist güçlerin sahadaki pek çok faaliyeti Türkiye burjuvazinin Erdoğan’a istediklerini getirdiği takdirde daha da açılan kredisi ile bugünlere kadar geldi. Emperyalist sermayenin sömürü açısından çok verimli görmediği ve üstelikte maliyeti olan bölgelere, “kendisini temsilen” kimi güçlerin girmesine izin verdi, teşvik etti.
TC’nin Afrika’ya olan ilgisinin arka planında bu gerçeklik vardır. Ancak son gelişmeler göstermekte ki gerek emperyalist güçler gerekse buna bağlı olarak komprador burjuvazi Erdoğan’dan desteklerini çekme eğilimindedir.
Bundan dolayıdır ki, daha önce yaşanmış olsa belki haftalarca hatta aylarca konuşup başarı hikayeleri türetecekleri Afrika ziyareti ve anlaşmalarından AKP’ye doğrudan bağlı sermaye grupları dışında bahseden olmadığı gibi Türkiye komprador burjuvazisinin en gelişkin kesimini temsil eden TÜSİAD’ın “laiklik” ve özellikle “aydınlanma” vurgulu bildirisi ile AKP’ye bir anlamda ABD’nin emri doğrultusunda desteğin kesilmekte olduğu mesajı verilmiş oldu.
Önümüzdeki dönemde ABD-Çin ve Rusya arasında gerilimlerin artacağı kesin görünüyor. Bu kesinlik içerisinde bu güçler tarafından eskiden olduğu gibi AKP’nin desteklenmeye devam edilmeyeceği de ayrı bir kesinlik oluşturuyor.