Karantina ve şimdi de “normalleşme” süreci ile birlikte temel kaygısının halk sağlığından çok uzak olduğunu her adımında ortaya koyan TC devletinin bugünkü temsilcilerinden AKP, sömürücü ve erkek egemen sistemin süreğenliğini garanti altına almak adına bu süreçten bir nimet olarak faydalanmayı esası olarak ortaya koydu. 2015 itibariyle arşa çıkardığı faşizminin bir parçası olarak ele aldığı bu süreçte de işçi, emekçi, Kürt, kadın, LGBTİ’lar başta olmak üzere ezilen her kesimin kazanımlarına bir bir el konulması, sömürünün derinleştirilmesi temel gündemi oluşturdu.
Koronavirüspandemisi, mevcut ekonomik ve siyasal krizden çıkış yolları aramak adına kullanılan süreçlerden bir tanesi. Bu durum sadece Türkiye açısından değil, tüm dünya ülkeleri açısından böyle.
Halihazırda var olan kriz halinin üzerini örtmek açısından bulunmaz bir fırsat olarak kullandığı pandemi ile ezilenler ve ezilenlerin birlikte mücadele hattına dönük saldırılarını perdeleyen sömürücü ve erkek egemen sistemin bir parçası olarak TC devleti de AKP/MHP ile birlikte üzerine düşen görevleri yerine getiriyor.
Yoksulluk, geleceksizlik, Kürt/kadın/LGBTİ+ düşmanlığı üreten politikalarını koronavirüspandemisinden yararlanarak şekillendiriyor. Pandemi ile yaşanan gündem değişikliği, varlık zeminini korumaya dönük saldırı hamlelerinin bir parçası olarak bugün güncelliğini koruyor.
“TC devletinin varlık zeminini ne oluşturuyor?” sorusuna aranacak cevap, bizim esasa ilişkin tartışma yürütmemizin önünü açacaktır. Bu esasa varmak, bugünü anlamak ve buna uygun konumlanış gerçekleştirerek ezilenlerin birlikte mücadele hattını güçlendirmek için elzemdir.
TC’nin varlık zemini: Katliam, zulüm, sömürü
TC devletinin varlık zeminine ilişkin aradığımız cevap, pandemi ile perdelenmeye çalışılan saldırı politikalarının yöneldiği yerleri incelememizle dahi açığa çıkarılabilir. Sermayeyi koruyup kollayan, Kürt halkına dönük saldırılarında hız kaybetmeyen, kadın ve LGBTİ+’ları yaşamın her alanından silmeye çalışan TC devleti, varlık zemininin ezen-ezilen çelişkisi bağlamında nereden beslendiğini açıklıkla bir kez daha ortaya koymuştur.
Koronavirüs salgınının yaşadığımız topraklarda da görüldüğünün ilk açıklandığı günden itibaren çıkardığı paketler işçi ve emekçilerin en temel haklarına göz dikip sermayedarların çıkarlarını koruma odaklıyken Kürt halkına dönük sistematik saldırı dalgası kayyım atamaları, gözaltı-tutuklama operasyonları, Rojava’ya yönelenişgalci ve ilhakçı politikalar; infaz yasasındaki değişiklikle çocuğa dönük cinsel istismar, kadına dönük cinsel şiddetin önünün açılması, kadına şiddete karşı 6284 sayılı yasanın ve beraberinde İstanbul Sözleşmesi’nin rafa kaldırılması, Diyanet başta olmak üzere birçok kurum ve kişinin LGBTİ+’lara dönük nefret söylemleri pandemi sürecinin ana damarlarını oluşturdu.
Sürecin ana damarını oluşturan bu politikaların yöneldiği kesim, dönemsel veya mevcut siyasi iktidarın muhtevası ile açıklanamaz kuşkusuz. Burada TC devletinin varlık zeminine aradığımız cevap devreye girmektedir. Hakim sınıf ideolojisi ile yoğrulan devlet anlayışını tekçi ve erkek anlayışıyla bütünleştirerek güçlendiren, ezen-ezilen ilişkisini ulusal ve cins çelişkisini boyutlandırarak korunaklı hale getiren TC devleti bugün AKP eliyle beka sorunsalını bu çelişkiler bağlamında çözmeye çalışmaktadır.
Bir asır önce Ermeni Soykırımı ile kuruluşunun temellerini atan devletin devam eden yıllarda Kürtlere dönük saldırı politikalarının devreye girmesi, şovenizmin ezilenler arasındaki ortaklaşa mücadele hattına dönük nifak tohumu olması niteliğiyle alakalıdır. Dolayısıyla kuruluşundan bu yana beka sorunsalını aşamamış olan TC devletinin şovenizme bağlılığı oldukça derindir. Bunu en net Gezi İsyanı ve KobanêSerhildanı’nın ardından gördük.
Bu süreçlerin kitlelerde yansıması şovenizmde kırılmalar biçiminde yaşanmıştır. Bu kırılmalarla birlikte mücadele güçlenirken, TC devletinin beka sorunsalını derinleştirmiş ve hemen sonrasında faşizmin en yalın halinin sergilendiği günleri getirmiştir. Katliam ve siyasi soykırım operasyonları en üst raddeye taşınmış, Kürt halkının iradesi ve kimliğine dönük saldırılarla beraber şovenizme kan taşıyan politikalar artırılmıştır. Ulusal meselenin TC’nin varlığı açısından nasıl kritik bir noktada durduğuna son 5 yılda yaşananlara göz attığımızda dahi şahit olmamız mümkündür.
TC’nin Kodu: Kürt düşmanlığı baki
Pandemi gündemi ile halkın gündeminde zorunlu olan değişimlerle, ezilenlere ve ezilenlerin mücadele hattına dönük saldırılarını bu gündem eşliğinde normalleştirmeye çalışan AKP’nin son hamlesi 4 Haziran günü oldu. TBMM’de dokunulmazlıkları kaldırılan DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari milletvekili Leyla Güven, HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları tutuklandı. Yine vekilliği düşürülen CHP Milletvekili Enis Berberoğlu, tutuklanmasının hemen ertesinde koronavirüsten kaynaklı tahliye edildi. Ancak ne hikmetse aynı virüsün HDP milletvekillerine etkisi olmayacağı kararlaştırılmış olmalı ki, iki vekilin tutukluluk durumları sürüyor!
Gerek AKP/MHP ittifakının HDP nezdinde toplumsal muhalefete ve Kürt halkına dönük aleni saldırıları, gerekse CHP’nin “hak-hukuk-adalet” söylemleri eşliğinde sözde muhalefet ile AKP/MHP ikilisine verdiği destek bir kez daha açığa çıktı.
CHP, AKP/MHP ittifakının aleni şekilde gerçekleştirdiği saldırı furyasına, tezkere ve dokunulmazlıklar meselelerinde açıktan destek verirken böylesi süreçlerde “hak-hukuk-adalet” söylemi ile toplumsal muhalefeti sönümlendirme çabasında olmaktadır. Nitekim 4 Haziran’ın ardından yapılan açıklamalarda tıpkı 2017’deki Adalet Yürüyüşü’nde olduğu gibi HDP’li milletvekillerine değini bile yapmaktan kaçınması bununla alakalıdır.
Güven ve Farisoğulları’nın vekilliklerinin düşürülerek tutuklanması ve son 3 ayda gerçekleşen kayyım atamaları, Kürt halkının iradesine dönük saldırıların pandemi de dahil hiçbir “olağanüstü hal” tanımayacağının göstergeleri olduğu kadar esas meselenin halk sağlığı değil, mevcut krizi aşmak ve bekayı sağlama almak olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Yine mezarlıklara dönük saldırılar da bu kapsamlı politikanın ve düşmanlığın bir yansıması olarak yaşanmaya devam ediyor. En yalın haliyle ifade etmeliyiz ki: TC devletinin Kürt düşmanlığı baki ve bu düşmanlık kodlarına işlemiştir. Dolayısıyla bu düşmanlığı, üstünü örtme yada üstü örtülü bir biçimde yaşama geçirme kaygısı taşımaksızın en net ve çıplak haliyle yaşama geçirmektedir. Pandemi etrafında yaşanan gelişmeler dahi bu gerçekliğin üstünü örtememektedir.
Öyle ki, Leyla Güven’in ezilenlerin birlikte mücadele hattında sahip olduğu yer, bu saldırıların boyutunu açıklamaktadır. TC devleti, Kürt halkına dönük topyekun saldırılar bir yana Kürt halkının temsilcilerinden, öne çıkan siyasetçilerinden tek tek intikam almaya odaklanmış durumda.Başladığı açlık grevi ile güçlü bir direniş odağı yaratan Leyla Güven’e yaklaşım bunun göstergesi.
Kürt halkının kimliği ve iradesine dönük saldırılara karşı açlık grevine giren ve 6 aylık bir direnişin odağında yer alan Güven, ayrıca kadınların yaşamın her alanında olduğu gibi siyasette de yer almasının tutuklama ve kayyım atamalarıyla engellenemeyeceğinin de simgesi olmuştur. İnfaz yasası ile cinsel istismar ve cinsel şiddetin önünü açan, 6284 sayılı yasayı pandemiyi bahane ederek askıya alan devletin kadınların tüm kazanımlarına birer birer saldırmasının bir parçası olarak Leyla Güven’in vekilliği düşürülmüş, 6 aylık direnişin “sözde” hesabı görülerek kadınlara gözdağı verilmiştir!
Onların tutsaklıklarını özgürleştirmek için…
3 aylık pandemi sürecinde yaşananlar ve en nihayetinde 4 Haziran’da HDP’ye dönük saldırı, yaşadığımız topraklarda TC devletinin varlığının zeminini bizlere sunarken aynı zamanda sınıf mücadelesinin de hangi mücadele hattından hangi toplumsal dinamikten beslenmesi gerektiğini tekrar ortaya koymaktadır.
Var olan saldırılar, devletin çelişkiden beslendiği yerleri gösterirken bizim besleneceğimiz hat ise, emeğimizi, kimliğimizi, irademizi savunmaktan ve bu anlamda ezilenlerin birlikte mücadele hattını güçlendirmekten geçmektedir.
Leyla Güven ve Musa Farisoğulları için her sokağa çıkış, onların nezdinde irademizin ve kimliğimizin teslim alınamayacağına dair sözümüzü dile getirmektir. Onların tutsaklıklarını özgürleştirmek, birlikte mücadeleyi yükseltmektir