Ortadoğu’da keşmekeş durulmuyor, vaziyetin şahane olabilme ihtimali ise yüksek. Sadece çok aktörlü ve bol bilinmezli bu keşmekeşte uygun hamleyi yapabilmek gerekli.
Bir Dram…
TC açısından Ortadoğu’da egemenlik kurmak ve emperyalistleri bu egemenlik üzerinden pazarlığa sürüklemek planı dram denilebilecek bir şekilde devam ediyor. İşgal girişiminde bulunduğu bölgelerde istediğinin çok azını alabilen, işgal ettiği bölgelerde ise çeteleri birbirini vuran bir devlet gerçekliği var karşımızda.
İlk bakışta bölgede ciddi bir avantajı varmış gibi görünse de TC, Rojava’da işgal ettiği cephe hattında büyük bir tedirginlik içinde siperlerini güçlendiriyor ve bütün teknolojik gelişmeleri buralarda kullanmak üzere yığınak yapıyor.
Rojava’yı savunan güçlerin eylemlerinde verdiği kayıpları dahi açıklamıyor/açıklayamıyor. Bununla birlikte gün geçmiyor ki, bir çete grubu bir başka çete grubunu para ya da küçük mülk uğruna vurmasın! Yani aslında kendi yönetimindeki bölgelerde dahi risk altında olan bir TC devleti söz konusu.
Zira birkaç gün önce TC’ye ait bir araç konvoyu Kafr Sınır Kapısı’ndan geçerken mayınlı bir eylemin hedefi oldu.
İşgal altındaki Efrin’de insan kaçırma, ajanlaştırma ve istihbarat çalışmalarına rağmen Efrin Kurtuluş Güçleri (HRE) her gün yeni bir eyleme imza atıyor. Bu eylemlerin şehri özgürleştirecek düzeyde artması bekleniyor. Bu beklenti nedeniyle TC devleti istihbaratını daha sıkılaştırmanın yollarını arıyor.
Bölgede atılan Rus-Türk ortak devriyeleri, yeni saldırı ve işgal girişimlerinin habercisi olarak yorumlanabilir. Eyn İsa dışında Şehba, Efrin, Serekaniye ve Gire Spi’nin çevresi sık sık bombalanıyor.
Bu, işgalini genişletmek isteyen TC’nin elindeki teknolojik gücü kullanarak yaratmaya çalıştığı korkunun da bir göstergesi. Ancak özellikle Gare Zaferi’nden sonra artık bu teknolojiye rağmen işgale karşı direnişlerin büyüyeceği algısı kesinleşti.
Enerji Çok Şeyi Belirler!
TC’nin Libya’da elde ettiği sözde “başarı”, Yunanistan’ın devreye girmesiyle tehlikeye girerken; Türkiye-Libya Kıta Sahanlığı Anlaşması’nın şimdilik devam edeceği, Libya tarafından da beyan edilen bir durum olmasına rağmen Yunanistan Başbakanı K. Mitsotakis dengeyi bozmaya kararlı olduklarını belirtti.
Yunanistan Başbakanı’nın hem Avrupa Konseyi’nin de anlaşmayı yasa dışı bulduğu vurgusu hem Yunanistan’da eğitim alan Libyalı askerleri hatırlatması hem de “Yunanistan neredeyse 10 yıldır Libya’daki gelişmelere kayıtsız kalmıştı. Böylece Doğu Akdeniz’de potansiyel olarak yeni dengeler oluşturmak isteyen diğer ülkelerin Libya’ya müdahale edebilmesi için fırsat doğdu” sözleri bu niyetini ortaya koyuyor.
Yunanistan ve Türkiye’nin Libya üzerinde bu denli yoğunlaşması boşuna değil. Libya, bölgedeki önemli unsurlardan birisi. Mısır ve İsrail’in EastMed isimli enerji projesine de dahil edilmeye çalışılıyor. Boru hattının Libya’dan geçmesi de ayrıca önemli.
Bu sayede hem Libya projeye dahil edilmiş olacak hem de boru hattı, görece daha güvenli bir alandan geçmiş olacak. Halihazırda İsrail ve Mısır’ın kullandığı bir boru hattı zaten mevcut ama bu hattın bir kısmı çok da güvenli olmayan bir bölgeden yani Sina Yarımadası’ndan geçiyor. Ayrıca Yunanistan’a oradan da İtalya’ya gidecek doğalgazın Libya üzerinden pompalanması denizin derinliği açısından daha kolay.
Bu proje Yunanistan, Fransa ve İtalya’yı da bağlayan önemli bir proje gibi görünüyor. Mesele sadece bu ülkelerle de sınırlı değil. Doğu Akdeniz Gaz Forumu; Filistin, BAE ve başkaca ülkelerin de dahil edildiği bir yerde duruyordu. İsrail’le bir Filistin pazarlığı yapıldığı da ortada. Bir yandan Batı Şeria’yı işgal girişimleri güçlenirken diğer yandan daha fazla Filistinli Ürdün’e sürülmeye çalışılıyor.
Geçtiğimiz günlerde İsrailli işgalciler askerler eşliğinde İslami türbelere gelerek ibadet ettiler. Askerler, bu işgalcilerin korumasını alırken verilmek istenen mesaj açıktı: “Buralar bizim kutsal yerlerimiz ve güven içinde ibadet edemiyoruz.” Oysa yıllardır güven içinde yaşayamayan Filistinliler her türlü katliamla karşı karşıya kalıyorlar.
Bütün bunlara rağmen Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na Filistin yönetimi dahil edilmeye çalışılmıştı. Batı Şeria’da tarihi, arkeolojik ve dini bütün alanlar İsrail tarafından kontrol altına alınmaya çalışılırken diğer yandan mevcut Filistin yönetimiyle yanyana gelmesi ilginç. Filistin’de bir direniş var ancak bu direniş sürekli olarak kriminalize ediliyor. Diğer yandan topraklarını terk etmek zorunda kalan Filistinli sığınmacılar Ürdün’e yönlendiriliyor.
Bir Yerde Bir Sorun Varsa Orada Mutlaka ABD Vardır!
Ürdün de bölgedeki önemli aktörlerden biri. İsrail, Filistinli sığınmacıların Ürdün’e gitmesinden memnun görünüyor. Çünkü Ürdün’le aralarında “bu meseleyi her iki ülkenin güveni için de halledebiliyorlar.”
Bununla birlikte Ürdün’de Kral 2. Abdullah’a yönelik ABD destekli bir anti-propaganda söz konusu. Washington Post’ta yayınlanan bir haberle sosyal medyada geçtiğimiz günlerde bu konuda bir çalkantı yaşandı. Eski veliaht Prens Hamza’nın gözaltına alındığı haberi ortalığı karıştırdı. Bunun üzerine Ürdün Genelkurmay’ı bir açıklama yapmak zorunda kaldı ve Prens Hamza’nın Kral 2. Abdullah’a biat etmesine rağmen “ülkenin güvenliğini hedef alan faaliyetlerini durdurması yönlü uyarmak zorunda kaldıklarını” belirtti.
Ülkenin güvenliğini hedef alan bu faaliyetler, daha önce bölgede birçok ülkede yaşandığı gibi ABD ile işbirliği içinde mevcut iktidarı yıkıp kendi ABD destekli yönetimini sağlaması mıdır, şimdilik bu net değil.
Trump iktidarında devreye giren ve Biden’la devam eden Sezar Yasalarıyla artan ekonomik kriz, Ortadoğu’da birçok halkı ciddi oranda yordu. Devletler kendi aralarında başka pazarlıklar peşindeyken yeni tip koranavirüsün de vurduğu halk açısından durum oldukça zor. Bütün bu çekişme içinde aşıya erişim imkansıza yakın hale gelirken yeterli beslenememe ve temiz içme suyu sorunu da artıyor.
Suriye ve Irak’ta vaka sayıları da, ölümler de artıyor. Diğer yandan Suriye ekonomisi şimdilik durulmuş gibi görünse de ABD bunca yıldır direnen Esad rejimini Sezar Yasaları ile dize getirmeye çabalıyor. Bu durumdan rejimle ekonomik ilişkileri bulunan herkes etkileniyor. Buna Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi de dahil.
Faşist TC devletinin her türlü işgal saldırısına, ABD ve Rusya’nın çekişmesine ve Sezar Yasalarına rağmen devrimin inşasının sürdüğü Rojava’da, geçtiğimiz yıl ciddi bir kuraklık sorunu yaşanırken koranavirüs çok fazla etkili olmamıştı. Bu yıl duruma bir de yeni tip virüs eklendi. Aşılama ve tedavi imkanlarının çok kısıtlı olması ve ambargonun etkilerinden kaynaklı ölümler yaşanıyor.
Ancak Özerk Yönetim, bölgede bütün bunlara rağmen yeni atılımlar yaparak devrimi yalnızca korumanın değil büyütmenin de peşinde. Temiz içme suyu sıkıntısına karşı su tesisi inşa etme, ambargoya karşı kendi üretim merkezlerini kurma gibi bir çabanın içinde olan Özerk Yönetim, TC devletinin işgal girişimlerine karşı da hazırlıklarını artırmış durumda. Bir yandan halkın örgütlenmesi ve devrime daha fazla katılması çabası sürerken diğer yandan başta Hol Kampı olmak üzere bütün alanlarda DAİŞ ve diğer çetelerin faaliyetlerine karşı da operasyonlar örgütlemekte.