Dünya çapında ezen ve ezilenler arasındaki çelişkiler yumağı iyice gelişmiş ve iyice keskinleşmiştir. Giderek agresif boyutlara tırmanmıştır. Öyle ki gelişmiş ülkeler ve geri kalmış ülkelerde artan sömürü, baskı, zulüm, katliamlar giderek üst boyutlara tırmanmıştır.
Bunun sonucu uluslararası alanda emekçilerin, halkların, gençlerin giderek artan isyanlarıyla dünya çalkalanır duruma gelmiştir. Sorunların giderilmemesi ve tüm külfetin halklara yüklenmesi, beraberinde bu isyanlar yumağını doruğa çıkartmıştır. Öyle ki uluslararası arenada altüst oluş sürecine girilmiştir. Sorunlar ve yarattığı isyanlar dalgası had safhaya varmıştır.
Bir yıl önce çıkan Covid-19 kitlelerin tepkisini belki pasifize etti. 1 yıl öncesine kıyasla belki evlere hapsetti. Mücadele nispeten azaldı. Ama halkların bağrındaki öfke ve hoşnutsuzluk furyası yok olmadı. Nitekim Amerika başta olmak üzere bir çok ülkede kitleler yine meydanlara döküldü. Dünyanın en zengin ülkesinde sömürü, ırkçılık ve baskı mekanizmasına halk isyan etti. Ve yine birkaç aydır Hindistan’da Maoistler önderliğinde 300 milyon civarında işçi ve köylü isyan etmişlerdir. Hindistan’ın geçinmekte iyice zorlanan işçileri greve gitmişler, köylüleri ise ayaklanmışlardır.
Burjuva basınının hiç bahsetmediği ve birkaç aydır devam eden ve bastırılamayan Hindistan’daki bu başkaldırı devam ediyor. Kısacası dünya çapında işçilerin ve halkların öfkeleri ve tepkileri dinmemiştir. Uluslararası tekeller ve bağımlı ülkelerin hakim sınıfları yakın gelecekte işçilerin, halkların olası isyanlarından çekiniyorlar. Sistemin ürettiği Koronavirüsle halkları sindirmek istiyorlar.
Sömürüyü, baskıyı, saldırıyı artıran uluslararası kapitalizm ve sömürgeler, yarı-sömürgeler artık kitleler nezdinde iyice deşifre olmuş, kabaran öfke ve tepki furyası had safhaya varmıştır.
Ve bu isyanlar dalgası tekrar üst boyutlara tırmanacaktır.
Çünkü oluşan çelişkiler daha gelişti. Bu çelişkileri yaratan sistemin çözüme alternatif olmadığını, tersine emeğin, halkların ve doğanın düşmanı olduğunu gösterdi. Halkları daha fazla ezdiğini, daha fazla yoksullaştırdığını, daha fazla baskı altına aldığını iyice açığa çıkardı.
Bu durum Türkiye’de de kendisini göstermiştir. Baskı, zulüm, sömürü Türkiye’de de had safhaya varmıştır. Bu baskı sonucu AKP/MHP faşizmi Kürtler üzerindeki saldırılarını daha artırmışlardır.
Devrimci ve demokrat güçlere karşı daha saldırganlaşmışlardır. İşçiler, köylüler, kafa emekçileri, esnaf kesimi, üzerinde sömürü daha artırılmıştır. Sınıf ve siyasi baskılar Türkiye topraklarında belki tarihinin doruğuna çıkartılmıştır. Bugünkü mevcut durum bu safhaya varmıştır.
Faşizmin giderek saldırganlaştığı Türkiye topraklarında Kürt ve Türkiye halkları ve devrimci, demokrat güçler artık örgütlenmeli ve birlikte mücadele vermelidirler. Nesnel durum bunu emrediyor. Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden halkımız ile devrimci, demokrat kesimlerin uğradığı saldırıya karşı, oluşturulan birleşik devrimci mücadele saflarında bu minvalde yer alınmalıdır.
Türkiye’de Mevcut Durum
Türkiye’de durum her geçen gün giderek kötüleşiyor. Uluslararası mali sermayenin yarattığı çelişkiler ve sorunlar nasıl ki dünyada doruğa vardı ve faturası halklara çıkartıldı; Türkiye’de de ezilen ve sömürülen kesimlere mal edildi.
Egemen sınıfların düzeni ve devleti katmerli boyutlara tırmanan sorunlar yumağını halkın sırtına yükledi. Bir taraftan ekonomik baskı ve sömürü iyice artmış, diğer taraftan sosyal ve siyasi baskı en üst mertebeye çıkartılmıştır.
Nitekim devletin Kürtler üzerindeki katmerli baskısı devam ettirilmiştir. Bunun sonucu Türkiye’nin başlıca çelişkilerinden birini oluşturan Kürt sorunu daha agresif boyutlara tırmandırılmış durumdadır. Tüm gerici devletler gibi, mevcut devlet de statükocudur. Yani sistemin yarattığı sorunları çözmeyen devlettir, sorunları muhafaza eden ve baskı unsurunu devam ettiren ve bunun için de her türlü saldırıyı mubah gören devlettir. Bunun sonucu Kürt sorunu günümüze değin devam ettirildi ve AKP/MHP/Ordu kliği tarafından da sürdürüldü. HDP üzerinde baskı iyice tırmandırılıp, hemen hemen tüm il ve ilçelerdeki HDP’li belediye başkanları görevlerinden alınıp cezaevlerine konuldular. Ayrıca binlerce Kürt de cezaevlerine dolduruldular.
Beraberinde işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar üzerindeki sömürü de giderek tırmandırıldı. Taşeron çalışma tarzı giderek öne çıkarıldı. Emekçilerin ücretleri düşük tutuldu. Asgari ücretlerin göreceli “artışı” devamlı enflasyon altında tutuldu. Buna bağlı olarak Dolara endeksli TL’nin değeri düştükçe emekçilerin maaşlarının alım gücü iyice düştü. Enflasyon giderek yükseldi. Hatta bir çok fabrikalar ve işyerlerinde işçilerin ücretleri ödenmedi ve ödenmiyor..
Ayrıca işsizlik de çığ gibi büyümüştür. Öyle ki mevcut koşullarda işsiz kesimlerin sayısı çalışanların sayısını geçmiş duruma gelmiştir. İşsizlik en üst mertebeye varmıştır. İşsizlikten en fazla etkilenen toplumun en dinamik kesimi olan gençliktir. Ayrıca üniversite mezunu olan kafa emekçilerinin önemli bir bölümü de işsizdir.
Bu sömürü ve baskı küçük üreticiler ve az topraklı köylüler üzerinde de artmıştır. Öyle ki küçük üreticilerin ürettikleri ürünlerin fiyatı devlet tarafından düşük tutuldu. Kürdistan’da, Karadeniz’de, Ege’de, İç Anadolu’da, Akdeniz’de köylüler, ürettikleri tarım ürünlerini çok düşük fiyatlarla tüccarlara ve onlar üzerinden büyük holdinglere satışa zorlanmışlardır. Böylece küçük köylü üreticileri yüksek bir sömürüye maruz kaldılar.
Ayrıca yine Türkiye’nin çeşitli yörelerindeki köylülerin toprakları devlet tarafından gaspedilip yerli ve yabancı firmalara peşkeş çekilmek istenmiştir. Köylüler yaşadıkları topraklardan menedilmeye zorlanmışlardır. Tüm bunlar son yıllarda giderek üst boyutlara varmıştır.
Hakim sınıfların karı için her türlü baskı ve sömürüyü mubah gören AKP/MHP Hükümeti, doğayı tahrip eden ve iklimi bozan uygulamaları devreye sokmuştur. Ekolojik durumu bozan, sarsan yatırımlar giderek artırılmıştır. Bunun sonucu kar için yerli ve yabancı sömürücü kesimlere devredilen topraklar ve arazilerin tahribatı ile iklimin ve doğanın bozulmasına neden olunmuştur.
Ayrıca birçok gazeteci ve yazar da sorgusuz sualsiz cezaevlerine konulmuştur. Yapılan baskıyla aydın kesimi etkisiz hale getirilmek isteniyor ve mücadeleden muaf tutulmaya çalışılıyor.
Tüm bunları uygulamak için devlet baskı ve saldırılarını had safhaya vardırdı. Artan bu baskı ve sömürüye karşın emekçiler ve köylülerin gösterdikleri direniş de artar. Çünkü artan sömürü, üst boyutlara tırmanan işsizlik, hızla yayılan açlık, yoksulluk kitlelerin düzene karşı tepkisini yükseltmiştir.
Bir taraftan köylüler sömürüye ve toprak işgallerine karşı koyarken, diğer taraftan işçiler fabrikalarda, işyerlerinde grevlere ve direnişlere gittiler, başkent Ankara’ya doğru uzun yürüyüşlere koyuldular. Gençler ve ezilen kadınlar yaptıkları eylemlerle tepki ve öfkelerini dile getirirler. Bu haklı ve meşru eylemler polis tarafından anında yapılan müdahalelerle bastırılmaya çalışılmakta, diğer taraftan çıkarılan günübirlik yasalarla kitleler üzerindeki faşizm mekanizması tırmandırılmaktadır.
Çıkarılan faşist yasalarla gelişen tepkiler sindirilmek ve etkisiz hale getirilmek isteniyor. AKP/MHP/Ordu/Polis aygıtı 15-20 Temmuz 2016 darbesiyle yaptığı saldırıları her geçen gün daha tırmandırarak mevcut düzeni böyle devam ettirmeye çalışıyor.
Faşizmin dozu yükselmesine rağmen kitlelerin tepkisi yok edilememiştir. Tersine daha artmıştır. AKP/MHP yönetimine karşı oluşan tepki, sosyal pratikteki uygulamalara karşı çıkışlarla, grevlerle, mitinglerle, yürüyüşlerle, gösterilerle giderek daha belirgin bir tarzda yansıtılır. Hakim sınıflara ve yönetime karşı oluşan öfkelerini yaptıkları eylemlerle gösterirler.
Ancak kitlelerin bu haklı ve meşru eylemleri ve mücadeleleri devrimci önderlikten yoksundur. Önderlikten yoksun olan ve kendiliğinden gösterilen tepki ve eylemler birbirinden de kopuktur. Dolayısıyla eylem yapan kesimler yaptıkları eylemleri merkezi düzeyde birleştirmek ve birlikte hareket etmekten muaf kalıyorlar. Güçlerini birleştiremiyorlar.
Daha açık bir deyimle tüm katmerli baskı ve saldırıya karşın yapılan eylemler ve yürütülen mücadeleler önderlikten yoksun olduğu için kendiliğinden ve birbirinden kopuk bir hattın dışına çıkamıyor. Oysa ezilenlerin ve sömürüye maruz kalan emekçilerin, ulusal tahakküm altındaki Kürtlerin, Alevilerin, emekçi kadınların, gençlerin, devrimci, demokrat kesimlerin; kısacası mevcut düzen ve baskı aygıtının tahakküm ve baskısına karşı tüm ezilenlerin birleşik devrimci mücadeleye ihtiyaçları vardır.
Birbirinden kopuk haklı ve meşru eylemler birleşik bir mücadeleye dönüştürülmelidir. İşte o zaman daha etkin olacaklardır. Nesnel durum bu gerçeği dayatıyor!..
Birleşik Devrimci Mücadelenin Önemi
İçinde bulunduğumuz koşullar ezilenlerin güçlerini birleştirmelerini ve birlikte mücadele etmelerini emrediyor. Mevcut yönetimin durumu gün be gün daha açığa çıkıyor. Dolayısıyla giderek saldırganlaşan, çığırından çıkan ve her geçen gün halk katmanları ve devrimci, demokrat kesimler aleyhine alınan kararlar, tüm anti-faşist güçlerin birlikte mücadele etmelerini zorunlu kılıyor.
15-20 Temmuz 2016 Darbesi’yle yapılan baskı ve saldırılar günümüze değin iyice üst boyutlara tırmandırıldı. Yargı, yasama ve yürütme kurumları tümden lağvedildi ve tüm yetki cumhurbaşkanlığına devredildi. İlan edilen OHAL (Olağanüstü Hal) ve KHK (Kanun Hükmü Kararnameleri) akabinde saldırıya geçildi.
HDP eş başkanları, bazı milletvekilleri, seçimlerle işbaşına gelen HDP’li belediye başkanlarının hemen hemen tümü tutuklanıp cezaevlerine konuldular. Yerlerine kayyumlar atandı. Binlerce HDP tabanı da tutuklanıp cezaevlerine konuldular.
Diyarbakır, Şırnak, Sur, Silopi, Hakkari, Cizre, Lice gibi Kürdistan il ve ilçelerine yapılan saldırılar ile yüzlerce Kürt katledildi. Evleri yakıldı, yıkıldı. 1990’larda yapılan benzeri katliamlar 2016 Temmuz darbesiyle bu yörelerde yapıldı.
Ayrıca üniversitelerde binlerce öğretim üyesi, akademisyen ve görevli mesleklerinden alındılar. Birçok yazar, gazeteci, üniversite görevlisi cezaevlerine konuldular. 150 bine yakın kamu görevlisi de işlerinden ve görevlerinden ihraç edildiler. Dernekler, televizyonlar, gazeteler, yayınlar kapatıldı. Erdoğan’a bağlı tek taraflı yayın sistemi iyice öne çıkarıldı. Din ve milliyetçilik daha körüklendi.
Tüm bu baskı ve saldırılar giderek daha üst boyutlara tırmandırıldı. Yargı tümden AKP’ye bağlı kılındı. “Açılan davalar”, “tutuklamalar” ve “mahkeme kararları” tümden Erdoğan‘ın direktifine göre yerine getirildi. Polis ve askeri güce karşın, bir de geniş yetkiler verilen bekçiler piyasaya sürüldü. Böylece 696 sayılı KHK’nın 121. Maddesiyle toplum üzerinde baskı oluşturacak paramiliter güçler oluşturuldu ve devreye sokuldu. Ayrıca alınan kararla Avukatlar Barosu feshedildi, yerel baro düzenlemesine geçildi.
Son alınan kararla derneklerin kayyumlar üzerinden yönetilmesi kararı alındı. Böylece yasal kurum olan dernek faaliyetine de tahammül edilemediğini gösterdi. AİHM tarafından alınan Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması kararı kabul edilmedi, reddedildi… Ki bu tavır kendi yasalarınca kabul edilen AİHM kararına ters düşmektedir.
Daha nice olası kararlarla çığırından çıkan faşizmin ruh haletiyle yapılan saldırılar artacaktır. Giderek artan baskı ve tahakküm sonucu Türkiye halkının olası başkaldırısından korkan yönetim böylesi faşist kararlarla kendileri için önlem alıyor.
İrili ufaklı tüm alınan bu kararlar mevcut yönetimin nasıl zıvanadan çıktığını gösteriyor. Nasıl saldırganlaştığını gözler önüne seriyor. Ama tüm bu baskı ve saldırılara karşı kitlelerin tepkisi ve öfkesi sindirilemiyor, tersine daha kabarıyor. Sistem ve mevcut yönetim din, milliyetçilik, yozlaştırma, manipüle etme vb. sanal girişimlerle etkisiz hale getirmek istediği kitleler gözünde daha teşhir oluyor.
Nitekim iyice çığırından çıkan yönetim tarafından faşist ve mafya aleminden gelen Alaattin Çakıcı’nın serbest bırakılması, MHP desteğindeki mevcut yönetimin mafya ilişkilerini daha deşifre etti. Öyle ki, 2013’ün 17-25 Aralık tarihlerinde devlet içindeki kapışma ile olan yolsuzluk, dolandırıcılık, mafya ilişkileri günümüzde daha açığa çıkmıştır.
Türkiye içi ve dışında gündeme gelen mafya bağları ve ilişkilerinin üstü örtülemediği gibi, mevcut süreçte iyice deşifre olmuştur.
Kısacası böylesi bir fasit daire içine giren ve bir türlü çıkamayan AKP/MHP/ yönetimi hem ekonomik ve sosyal bakımdan, hem de siyasi bakımdan gittikçe saldırganlaşmıştır. Ama saldırdıkça nitelikleri, yapıları ve konumları daha açığa çıkmıştır.
Bir taraftan Türkiye halkı giderek yoksullaşırken, işsizlik hızla tırmanırken, artan siyasi baskıları ve saldırıları AKP’yi halk katmanları nezdinde giderek teşhir etmiştir.
Tüm bunlara bağlı olarak Covid-19 virüsüne karşı halk korumadan yoksun bırakılmıştır. Sistemin kronik boyutlara tırmanan ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları giderek daha katmerli bir hal almış ve faturası halka çıkarılmıştır. Coronavirüs ile sorunlar daha müzmin ve daha agresif boyutlara tırmanmıştır.
Öyle ki Türkiye halkı tarihinin en yoksul dönemini ve baskıların en üst boyutlara tırmandırıldığı döneme girmiştir. Tüm bu baskılar, saldırılar, giderek açığa çıkan yolsuzluklar, mafya ilişkileri mevcut yönetimin ve devlet erkinin meşruiyetini halkın gözetiminde giderek düşürüyor. Devlet otoritesi kitleler gözünde giderek etkisini yitiriyor.
İşte bu koşullar devrimci güçlere ciddi görevler yüklüyor.
Sömürülen, ezilen ve günbegün artan faşizmin baskılarına karşı tepki duyan ve karşı çıkan güçlerin mücadelesi daha ileriye taşınmalıdır. Bunun için, birbirinden ve devrimci bir ittifakın önderliğinden kopuk olan bu haklı ve meşru mücadele birleştirilmeli ve Birleşik Devrim Güçleri önderliğinde verilen mücadeleye dönüştürülmelidir.
Böylece bağrında haklı ve demokratik muhteva taşıyan mücadele daha ileriye taşınmalıdır. Bunun için emekçilerin, Kürtlerin, ezilen kadınların, gençliğin düzene ve yönetime karşı olan tepkileri birleştirilmelidir. Sosyal pratikte birlikte hareket eden mücadeleye dönüştürülmelidir.
Artan sömürü, gelişen yoksulluk, en üst boyutlara tırmanan işsizlik, artan siyasi baskı ve tahakküm, iyice lağvedilen ve tümden çöpe atılan anayasadan muaf yönetim, böyle bir güç birliğini zorunlu kılıyor.
Birleşik devrimci mücadele birbirinden kopuk kitleleri, düzene muhalif kesimleri ortak mevzide birleştirip seferber etmelidir. Bu birlikteliği, bu ittifakı faşizmin baskısı ve saldırısına karşı zorunlu olan mücadele emretmektedir. Mevcut durum bunu zorunlu ve kaçınılmaz kılmaktadır.
Devrim kitlelerin eseridir!.. Kitleleri Gezi Direnişi’nde gördük. Hakim sınıfları nasıl da ürküttüler!.. Faşizme ve sömürüye karşı kitlelerin seferber edilemediği mücadele başarıya ulaşamaz. Bunu Gezi Direnişi’nde gördük!..
Yukarıda değindiğimiz baskı, saldırı ve yoksullaşmanın, işsizliğin giderek doruğa çıktığı koşullar devrimci güçlere birleşik mücadeleyi emrediyor. Yukarıda değindiğimiz kitlelerin tepkisi ve mücadelesini örgütlemek böyle bir görev yüklüyor.
Elbette ki bu güç birliği ve bu mücadele doğrudan sınıf bilinçli proletarya önderliğindeki devrim değildir. Ama bu güç birliği devrime ve devrimci mücadeleye hizmet edecektir. Demokratik Halk Devrimi güzergahında verilen mücadelenin bir kesiti, bir evresi olarak görülmelidir.
Mevcut koşulların emrettiği güç birliğidir.
Dolayısıyla ortak müştereklerde birleşmiş güçlerin oluşturduğu bu harekete düşen görev işçilere, Kürtlere, köylülere, gençliğe ve kadınlara, mevcut yapıya tepki duyan tüm sınıf ve katmanlara, haklı talepleri doğrultusunda verecekleri mücadelede onlarla birleştirmektir..
Birleşik Devrimci Mücadele, faşizme yıkma ve özgürlüğü kazanma adına ortaya konulan kampanyanın temel felsefesini, ruhunu bulunduğu alanın özgünlüğüyle buluşturarak, kendi dilini kuracak ve bunun üzerinden gereklerini yerine getirecektir. Çalışmanın amacı faşizme karşı verilen mücadeleyi daha geliştirmek ve daha ileriye taşımaktır.