Küçük burjuva mekanik ve pozitif düşünsel yaklaşımlar, maddeyi, madde kavramını, basitçe, her şeyin başına yerleştirerek dünyanın “türdeş” olduğundan hareket ederler ve “dünyanın sonal ve bir tek maddi yapısı”[1] olduğunu ileri sürerler. Böylece, farklı çelişmeleri görmezden gelerek “tek düzelik” düşüncesine sahip olurlar.
Düşüncenin nereden geldiği materyalistler için bir muamma olmaktan çıkması, Marx’tan bu yana daha bir nettir.
Marx şöyle diyor: “Düşünceyi, düşünen bir maddeden ayırmak olanaksızdır. O (düşünce, ÖG) bütün değişikliklerin öznesidir.”[2]
Felsefi olarak idealizmin ideolojik ölümü, Komünist Manifesto’nun bütün dünyaya ilan edilmesiyle birlikte gerçekleşti. Bu aynı zamanda diyalektik materyalist felsefenin tarih sahnesinde yerini bütün ideolojik ve teorik görkemiyle almasıydı.
Marx ve Engels, “toplumsal bilinç toplumsal varlığın yansımasıdır” derken, kendilerinden önceki filozofların açıklamalarının en üst noktasını, en son gelinen aşamayı ve toplumun geldiği maddi aşamanın bir yansımasının özlü ve dahice açıklamasını yapmışlardır. Marx’tan önce bu yapılamazdı. Çünkü bunun toplumsal temeli yoktu. Filozoflar, kendi çağlarının açıklamasını yapmakla yetinmişlerdi. Daha ileri de gidemezlerdi. Hegel diyalektiği ve Feuerbach materyalizmi kapitalist toplumun açıklanmasıydı.
Marx ve Engels bunu daha ileri götürdü. Ve kapitalist toplumun bir üyesi olan proletaryanın toplumu daha ileriye taşıyacak diyalektik materyalist felsefesini oluşturdular. Önceki filozoflar sadece bulundukları çağı yorumlamakla yetinmişlerdi. Marx ve Engels, yorumun yanında bunun değiştirilmesinin mücadelesinin de verilmesi gerektiğini söylediler ve düşündükleri gibi yaşadılar. Düşüncelerini eylemlerinden çıkardılar ve eylemlerine düşünceleri yol gösterdi. Onlar, Marksizm’i bir dogma değil, sınıfın eylemlerine yön verici bir bilim olarak ele aldılar.
Bu bölümde, düşüncenin maddeye nasıl yön verdiği ve madde üzerindeki etkilerini biraz daha açmaya çalışacağız. Madde-düşünce, varlık-bilinç ilişkisinin tanımlanması; Marksizm’in ortaya çıkmasından bu yana idealistlerle diyalektik materyalistler arasındaki mücadelede görülebilir. Bu tanımlama sorunu, bu kadar önemli ve etkileyici olmasaydı, maddenin hareketine bakar durur olurken; algısal bilgiden ussal bilgiye varmanın erdemine, pratikten çıkan teorinin daha üstün bir şekilde tekrar pratiğe müdahale etmesinin bilincine ulaşamaz ve eylemlerimizi, ereklerimizin gerçekleştirilmesi için kullanamazdık.
Maddenin hareketinin incelenmesi, düşünce ve bilinç ve nihayetinde derli toplu bilimsel bir düşünce haline getirilmesi, insan bilgisinin disiplinlere ayrılması, kavramlaştırılması, kategorileştirilmesi, soyutlanarak teori haline getirilip ve tekrar pratiğe dökülmesi insana ait, insanın düşünme yetisine özgü bir durumdur. Madde ve maddenin hareketi, tüm canlılardan ve de düşünen insandan önce de vardı.
İnsan gibi düşünme yetisine sahip olmayan hayvanların, maddenin hareketini soyutlama ve bir düşünce haline getirme ve onu pratiklerine yön vermek için kullanma özellikleri olmadığından, bu durum, düşünen insanın ortaya çıkmasını bekledi. Marx, şöyle der:
“Üretici güçlerde, sürekli büyüme; toplumsal ilişkilerde sürekli yok olma; düşüncelerde, sürekli oluşma hareketi vardır; değişmez olan tek şey, hareketin soyutlanmasıdır”[3]
Marx’ın belirttiği, değişmez olan tek şey hareketin soyutlanmasıysa, bu soyutlanmanın da pratiğe tekrar inmesi ve ona yön vererek somutlanması söz konusu olacaktır. Düşünen insan, yani özne, maddenin (nesnenin) hareketini soyutlarken, onu salt soyutlamak için değil, kendi yaşamına yön vermek ya da Marx’ın ünlü formülüyle söylersek “maddi yaşamını yeniden üretmek” için bu soyutlamayı pratiğe, yani, tekrar maddeye dönüştürmek, maddeye biçim vermek ve onu kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek karşı karşıyadır.
Öznenin bu eylemi, insan olmanın olmazsa olmaz bir sonucudur. İnsan, nesneyi bilincinde düşünce olarak yansıtırken, onu birebir yansıtmanın ötesinde, onu yeniden üreterek, nesneye biçim verir.
Mekanik materyalistler, insan düşüncesini salt soyutlama kategorisinde bırakıp onun somuta inerek pratikle bütünleşmesini ve nesneye biçim verirken ve onu değiştirirken, kendisini de yeniden ürettiğini göremiyorlar.
Düşünce kapasitelerini mekanik materyalizmle sınırlayanlar, Lenin, ünlü; “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” sözünün üzerinde, bunun felsefi olarak ne anlama geldiğini –sık sık tekrarlamalarına karşın- düşünmemişlerdir ya da soruna dogmatik olarak yaklaşmışlardır. Mao’yu “idealist” olarak eleştirenlerin, bunu görmezden gelmelerinin bir açıklaması vardır elbet, ama, gerçek şu ki; burada anlatılmak istenen insan bilincinin insan pratiğine yön verdiği, devrimci bir bilinç (teori) yoksa devrimci bir hareketin de olmayacağının anlatılmasıdır. Burada, düşünceyi öne çıkaran Lenin, düşüncenin nesnel dünyanın yansıması olduğunu reddetmemiştir.
Felsefe soyutlamadır ama somuta götürür. Marksist, teori de pratiğin soyutlamasıdır ama o burada durmaz, soyutu somuta indirerek pratiği devrimcileştirip zenginleştirir. Bilinç nesnesinin karşıt niteliği, bilincin de karşıtlığını koşullar. Her nesne iki karşıt şeyin bir birliği ise, bu nesnenin bilinci de aynı şekilde karşıtıyla vardır. Yani, düşünce ya da bilinç karşıtsız varolamaz. Bu anlamda, Lenin, diyalektiği, Marksist bilgi teorisi olarak tanımlamıştır.
Ortada binlerce pratik var ve her sınıfın pratiği de kendi sınıfsal çıkarları doğrultusundadır. Bu sınıfların pratiklerine yol veren kendi sınıfsal düşünceleridir. Ancak, sınıfsal bilinç, o sınıfın maddi yaşamından gelir. Proletaryanın Marksist düşüncelere sahip olmadan hareket etmesi, sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirmede başarılı olamayacaktır.
Ama sınıf bilinçli olarak hareket ettiğinde hareket tarzı sınıfsal çıkarları doğrultusunda olacaktır. Teori de bir bilinçtir ve maddenin hareketinin soyutlanması ve yeniden pratiğe dökülmesidir. Bu ise bilincin, gücünü ve madde üzerindeki etkisinin hareketini ortaya koyar.
Yapısalcı anlayışlarla Mao’nun felsefi anlayışı da aynı değildir. Örneğin Althusser’in “teorinin nesnesi” ile Mao’nun teorik nesnesi aynı şeyler değildir. Althusser[4] teoriyi yine teoriden çıkarırken, Mao’nun teorisinin kaynağı ise sınıf mücadeleleri pratiğidir. Felsefede yapısalcı anlayış, değişimin karşısında statik kalmayı yeğler, aynı Hocacılar gibi.
Mao’da, Marksizm, pratiğin önünü devrimci tarzda açan bir eylem kılavuzudur. Bundan dolayı da Mao’nun düşünceleri komünist partilerine, burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinde yol gösterir ve burjuvazi karşısında devrimci kalmalarını ve sınıf mücadelesinde kararlı olmalarını sağlar.
Mao’nun görüşlerini savunanların örgütsel çalışmalarda en çok yineledikleri sözlerden biri; “siyasal çalışma bütün çalışmaların can damarıdır” sözüdür. Siyasal çalışma maddi değil düşünseldir. Düşüncelerin harekete geçirilmesi ve bunun pratiğe uygulanmasıdır. Mao’yu “idealistlikle” suçlayanların anlayışıyla hareket edecek olursak; “bu idealizmdir ve düşünceyi öne alıyor” yargısına varabilir; “pratik çalışma bütün çalışmaların can damarıdır” diye altı çizili bir not düşmekten kendini alamazlar.
Mao’nun bu özlü söylemi, Lenin’in “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” önermesinin başka bir biçimdeki açıklamasıdır. Düz mekanik mantığın düşünce ile madde arasındaki ilişkiyi tek yönlü ele alan ve maddenin teori haline gelmiş kendi hareketini küçümseyen ve onu sıradanlaştıran yaklaşımlarla, sınıf bilinçli proleterler, sınıf mücadelesi içinde her zaman karşılaşacaklardır.
Siyasal mücadelede kendini dogmatik ve öznelcilik olarak gösteren bu felsefi yaklaşımlar, her zaman işçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği sınıf mücadelesinde ayak bağı olacak, onu yanlış yönlendirmelere sevk edebilecektir. Bu nedenle, bu tür anlayışlara karşı ideolojik ve siyasal mücadele, işçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği iktidar mücadelesinde belirleyici bir yere sahiptir. Mao’da “Pratik Üzerine” ve “Çelişme Üzerine” adlı makalesini ÇKP içindeki dogmatizmi geriletmek, diyalektik materyalist anlayışı egemen kılmak için yazmıştır. Yani, bir gereksinimin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Yine Mao’nun “Kültür Devrimi” bu anlayıştan hareket eder ve bilincin maddeye dönüşmesi ve kitlelerin elinde bir silah olarak kullanılmasıyla, yeni ve komünizme kadar binlerce devrimin örneğini oluşturur.
Engels, diyalektiği şöyle tanımlar: “Gerçekte diyalektik, doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasaları biliminden başka bir şey değildir.”[5]
Düşünce önemsiz olsaydı, sosyal yaşama yön verici ve dönüştürücü bir niteliği olmasaydı, Marx gibi bir deha, ömrünü DAS KAPİTAL’in sayfaları arasında bitirmezdi. Maddenin hareketini bilince dönüştürebilen insan, bilinci de maddenin hareketini yönlendirmede kullanabilme yeteneğine sahip olabileceğini çıkarsaması zor olmasa gerek.
Düşüncenin dönüştürücü, maddeye şekil verici, değiştirici ve geliştirici olan bu diyalektik hareketini görmeyip onu salt maddenin kaba bir yansıması olarak ele almak, kendi tarihini yapan insanı hafife almak olduğu gibi aynı zamanda maddenin diyalektik hareketinin bilincinde de olmamaktır. Pratikten çıkan düşünce, kendini daha üst (yüksek) bir biçime bürünmüş haliyle yeniden pratiğe döndüğü taktirde, pratiği geliştirdiği oranda kendini üretebilir, maddileşebilir. Pratiği değiştirdiği oranda bir önceki düşüncenin daha ilerisi ve onun bir yadsıması olarak yeniden pratiğe dönecektir. Bu düşüncenin diyalektik hareketidir.
Mao’nun düşünce diyalektiği, sürekli olarak pratiğin devrimcileştirilmesi, devrimci pratikten çıkan düşüncelerin yine daha üst bir şekilde pratiği daha ileri bir noktada yeniden devrimcileştirmesinin felsefesidir. Bilincin maddeye maddenin bilince dönüşmesi önermesi, madde-düşünce diyalektiğinin özlü açıklamasıdır. Bu, diyalektik materyalist felsefenin ta kendisidir.
Sonsuz harekete sahip maddenin yansıması olan düşüncenin de hareketi sonsuzdur. O tek bir noktada durup kalmaz ve maddeyle kendi arasında da bir çelişme vardır. O çelişme, doğru bildiği şeyden şüphe etmektir. Bu şüphecilik düşüncenin sonsuz gelişimini ve kendini ilk çıktığı hal olmaktan aşarak yeniden pratiğe dönmesinde bulur.
Ancak, düşüncedeki devrimci dönüşüp düşüncenin pratiğe uygulanması ve pratiği daha ileriye götürmesinde ortaya çıkar ki, bu düşüncenin kendini yeniden üretmesi ve maddeye dönüşmüş halidir.
Düşünce maddenin iç çelişkilerin bütünlüklü bir yansıması olarak da algılanmalıdır. Maddenin bu iç çelişmelerinden hareket eden düşünce, onu yönlendirmesi ve ona yeni bir biçim vermesi gibi diyalektik bir harekete de sahiptir. Düşüncenin diyalektiğini maddeye hareketi veren onun iç çelişmelerinden soyutlayarak ele alanların “vülger marksizm” ile de felsefi bağlamda bir akrabalıkları olduğu bir gerçektir.
İnsan bilgisinin durmadan ilerlemesi, üretici güçlerin gelişmesi, bilimsel buluşlarla birlikte maddi üretimin ve insan bilgisinin gelişmesi ve bunların toplumsal yaşama yansıması, düşüncenin maddeye dönüşmesinin en yalın örneklerini bize verir. Bilgi, maddenin hareketinin kavranması, çelişmelerinin ortaya çıkarılması, çözülmesi ve bu bilgiler ışığında maddenin hareketine yön verilmesidir.
Teori, hareketin temel özelliklerini, onun yasalarını, gelişme yönünü, kaçınılmaz olarak nereye evrileceği ve izlenmesi gereken yönü ortaya koymaktır. Nesnel gerçekliği en yakın bir şekilde düşüncede somutlaştırmak ve ortaya çıkarmaktır. Yapısalcılığın ve dogmatizmin düşünce sistematiğinde, düşüncenin maddeyi dönüştürme eylemi yoktur. Madde ve düşünce arasındaki diyalektik ilişkiyi reddedenler, “düşünce maddenin yansıması”nı kabul etseler de düşünceyi nesnesinden kopararak, diyalektik materyalizmi, dogmatizmin yavan totolojisine kurban ederler.
Marx, Grundrisse’nin Giriş’inde şöyle der: “Genel olarak üretim soyut bir kavramdır, ama ortak özellikleri gerçekten saptayıp belirlediği ölçüde bizi yinelemelerden kurtaran ussal bir soyutlamadır. Bununla birlikte, bu genel niteliğin, ya da karşılaştırma yoluyla yalıtılan bu ortak öğenin kendisi, öğeleri birbirinden ayrılarak değişik belirlemelere bürünen eklemlenmiş karmaşık bir bütün oluşturur”[6]
Soyutlanma algısal bilgiyse, somutlama ise ussal bilgiye ulaşmaktır. Yani, düşünce maddenin soyutlanması ve en yüksek ürünü olarak da somutlanması olarak nitelendirilebilir. Maddenin hareketinin tüm ayrıntılarının bilincine varılması, çelişmeli yönlerinin bilince çıkarılması ve bunların niteliğinin kavramsallaştırılması düşüncenin bu sürecinde gerçekleşir ve düşüncenin maddeye hükmetmesi (onu değiştirip dönüştürmesi) ise ancak bu sayede gerçekleşebilir.
Ressam, heykeltraş, film senaristi vb. sanatçıların ortaya çıkardıkları eserleri, onların düşüncelerinin maddileşmiş halidir. Ressam, resim yapmadan önce onun düşüncesini oluşturur ve ondan sonra o düşüncelere fırçalarıyla tuval üzerinde hayat verir. Heykeltraş da aynı şekilde, düşüncelerine hayat verir. Bu bilinçli bir insan etkinliği olarak ele alınmalıdır. Toplumların tarihsel gelişmelerindeki entellektüel (bilinçli) insan (onu biçimlendiren toplumsal nesnellik içinde) etkinliğinin rolü yadsınamaz. (Devam edecek)
1- Ivan T. Frolov, Biyolojide Diyalektik Yöntem, s. 7
2- Karl Marx-Friedrich Engels, Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi, s. 196, 1. Baskı, Sol Yayınları
3- K.Marx, Felsefenin Sefaleti, s. 118, Üçüncü Baskı, Sol Yayınları
4- Bkz. Louis Althusser, Kapitali Okumak, İthaki Yayınları
5- Engels, Anti-Dühring, s. 240, 2. Baskı, Sol Yayınları
6- Marx, Grundrisse 1, s. 23, Birinci Baskı, Sol Yayınları