GüncelMakaleler

ANALİZ | Ekonomik kriz ve IMF’nin muhalefetle görüşme ihtiyacı

"Egemen sınıfların ekonomik boyutta yaşadığı kriz kolunda bir siyasal krizi de taşımakta, tüm bu etki AKP açısından ülkeyi günden güne daha yönetilemez hale getirmektedir"

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da IMF Heyetinin 4. Madde çerçevesinde her yıl hazırladığı gözlem raporu için CHP ve İP ile görüşme yapması yeniden çeşitli tartışmaları alevlendirdi.

AKP kaynaklarınca “gizli toplantı” şeklinde basına servis edilerek ana akım medyada “şahlanan ekonomiye sabotaj”  olarak tanımlanan görüşme üzerinden dönen kimi tartışmalar ise, hem güncel ekonomik sorunların kapsam ve boyutları ile verili kriz tablosunu hem de egemen burjuvazinin hangi kampının siyasal ve ekonomik perspektifte neyi arzuladığını tartışmaya kapı aralıyor.

Güncel krizin soy kütüğü

Geçtiğimiz yıldan beri süren ve bir anda döviz fiyatlarının hızla artması ve akabinde faiz oranlarının yükselmesi ile ekonomide daralma, istihtamda düşüş, yüksek seyreden enflasyon, cari açık gibi verilerle önümüze gelen kriz hali etkileri ile hala sürmektedir.

AKP’nin ekonomik büyüme yıllarının ardından ilk sarsıntıyı yaşadığı 2008-2009 yıllarının akabinde yeniden ve daha radikal gelen krizin yapısallığını göstermek açısından ise AKP’nin bir bütün ekonomi politikasını tartışmak gerekiyor. Zira, neo-libaralizmin en dizginsiz yıllarını teşkil eden bu yıllar aynı zamanda AKP’nin kendi mahalli burjuvazisini de palazlandırdığı ve şimdilerde tartışılan “CHP’nin IMF’ciliği” mefhumunu da açıklamak açısından ziyadesi ile gerekli.

Bu bakımdan ilk dikkat çekilmesi gereken nokta, AKP’nin Türk egemen sınıfları içinde kimlerin siyasal temsiliyetini öne çıkardığı gerçeği. Zira bu gerçek onun ekonomi politikasının ana hatlarını ortaya fazlası ile koyuyor.

Kaypakkaya yoldaşın da dikkat çektiği şekilde Türk egemen sınıfları temelde iki klik arasında bölünmüş durumdadır. Bunlar, bir kampını Kemalistlerin eliyle palazlandırılan burjuvazinin teşkil ettiği; diğer kampını ise soykırıma uğratılan Ermeni ve Rumların servetleri üzerinden palazlandırdığı burjuvazi olarak tariflenebilir.

AKP ise bunlardan birisini kendisine ideolojik dayanak yaparken esasta ise orta burjuvazi sayılabilecek ve daha lokal karakter barındıran burjuva kesimlerin partisi olarak sahneye çıkmıştır. Bu nedenle ekonomi politikasının tüm momentleri bir yandan sürekli serbestleşmeyi içerirken, diğer cepheden ise “yerli ve milli” olanın palazlandırılmasını içermektedir. Bundan birkaç yıl öncesine kadarki ülke ihracatında MÜSİAD’ın artan şekilde pay kapması, Asya, Ortadoğu ve Afrika pazarlarına olan yönelim buna örnektir. Yahut da, 2009 yılında dövizle iş yapmayan firmaların döviz borçlanmasına imkan tanıyan yasa bu noktada bir teşvike delalettir.

AKP’yi ve onun ekonomi politikasını felce uğratan temelde bu gerçek üzerinden var olmaktadır. Zira bu süreç sermaye yapısı yetersiz, üretim faaliyetinin çevrimi için sürekli borçlanmaya ihtiyaç duyan yarı esnaf karakterli sınıfsal yapıdan dolayı, sürekli düşük faizi şart koşmaktadır.

Güncel krizin bir ayağını teşkil eden ve malum olduğu üzere Erdoğan’ın da sürekli çığırtkanlığını yaptığı faiz meselesinin temeli burasıdır. Gel gelelim faiz indirimi esasen ülke parasına olan talebi düşürmekte, bu da TL’nin değer kaybı ve yüksek döviz kuru olarak yansıma bulmaktadır.

Parasal çevrim gücü zayıf ve hammadde bazında %70’lere varan düzeyde dışa bağımlı bir ekonomide günceldeki krizin döviz ve faiz kıskacı içerisinde var olması, Merkez Bankası’nın faiz artırımlarından kaçınan tutumundan dolayı bir anda tırmanan döviz fiyatları ve ekonominin ithalata bağımlılığından dolayı yüksek seyreden enflasyon şeklinde karşılık bulmuştur.

Bunun işletmeler bakımından yansıması üretimin durma noktasına geldiği, yüzlerce firmanın batık pozisyonsa düştüğü bir tabloya işaret ederken, emekçi sınıfların yaşamlarında ise artan fiyatlar, işsizlik gibi karşılıklar üretmiştir.

Krizi ötelemek olanaklı mı?

Verili kapitalizm şartlarında krizleri ötelemek her zaman mümkündür, lakin sürekli sorunları büyüterek ve daha da derinleşmesine alan açarak.

Krizin birinci yılında belirli bir sakinleşmenin var olduğu aşikardır. Bugün AKP medyasının “ekonomik şahlanma” söylemi ile dolaşıma soktuğu bu sakinleşmeyi AKP’nin başarısı olarak değil, uluslararası piyasaların  genel tablosu içerisinde düşünmek daha anlamlıdır.

Şöyle ki, son süreçte Merkez Bankası’nın toplamda 7,5 puan civarı faiz indirimine de temel olan şekilde küresel piyasalarda bir genişleme beklentisi söz konusudur. Bu genişleme merkez ülke piyasalarında oluşan çeşitli risklerin de katkısıyla yatırımın yönünü yeniden Türkiye benzeri ülkelere kayması beklentisi üretmektedir. Bu koşullarda AKP’nin umduğu şey, yeniden sermaye akımlarının Türkiye’nin de dahil olduğu yükselen ekonomilere dönmesidir.

Normal şartlar altında faiz indirimlerinin değil, aksine arttırımlarının yatırımcı çekmek adına kullanılması gerekirken, bu özgün durum AKP’yi hem yatırımcı çekerek ülkeye sıcak para sokacağı, hem de faizleri kendi sınıfsal dayanağını teşkil edenlerin ticari faaliyetlerini sürdürebileceği bir seviyede tutmaya ümitlendirmektedir.

Bu kurgu 2008-2009 krizi sonrasında kısmen karşılık bulmuş, AKP kendi iktidarı döneminin önemli büyüme yıllarından birisini yaşamıştı. Gel gelelim bunun ömrü de tükenerek daha radikal bir kriz kendini gösterdi.

Bugünlerde AKP’nin “yeniden şahlanma” motivasyonu temelde bu seçenek üzerinden var olmaktadır. Temmuz ayında Merkez Bankası’nın faiz indirim kararı alırken zikrettiği “Yakın dönemde küresel iktisadi faaliyetin zayıflaması ve enflasyona dair aşağı yönlü risklerin belirginleşmesiyle gelişmiş ülke merkez bankalarının genişleyici para politikası adımları atma olasılığı güçlenmiştir” söylemini eylül toplantısında “gelişmiş ülke merkez bankaları para politikaları genişleyici yönde şekillenmeye başlamıştır” şeklinde belirginleştirmesi bunu göstermektedir.

Son noktada tüm bu yaklaşımın krizi sadece geleceğe havale etme dışında bir sonucu ise olamaz. Netice itibari ile kriz, yapısal karakter taşımakta, sorunun kaynağını, gelen yatırımın parasal çevrim kudreti düşük yatırımlara sevk edilmesi, dışa bağımlılığı arttırması, ülke ekonomisini küresel piyasalar karşısında daha fazla kırılgan hale getirmesi vb. gerekçeler teşkil etmektedir.

CHP’nin IMF’ciliği meselesi

Peki bu tabloda CHP’ye yapılan IMF’cilik  eleştirisi nereye tekabül etmektedir?  Bunun cevabını esas itibari ile CHP’nin tarihsel dayanak bulduğu ve özellikle Avrupa ile ekonomik ve ticari ilişkiyi geliştirmeyi isteyen burjuva kesim ile aramak gerekmektedir.

AKP’nin temsil ettiği egemen sınıf kampının Ortadoğu bazlı ekonomik faaliyetlerinin, ülke içerisinde son krizde yaşadıkları gerilemenin de etkisiyle CHP, ekonomiyi daha fazla batıya entegre tutma gayesi taşımakta, bunun yolunun IMF olduğunu bilmektedir.

Şüphesiz AKP medyasının sabotaj saydığı görüşme buna vesile olacak nitelikten oldukça uzaktır. Lakin son krizin en az sarsıntı geçiren kesimlerinin AKP ile kabaran burjuvazi değil, burjuvazinin diğer kampı olması, bu kampın arzuladığı ekonomik faaliyette bir IMF programının işlevselliği esasen bu tartışmanın altının çok da boş olmadığını göstermektedir.

Sonuç olarak, bugünkü verili koşullarda kriz üretimin daraldığı, ekonominin gerilediği ve tüm bu etkinin dönüp dolaşıp halkın sırtına yüklendiği koşullarda sürmektedir.

Egemen sınıfların ekonomik boyutta yaşadığı kriz kolunda bir siyasal krizi de taşımakta, tüm bu etki AKP açısından ülkeyi günden güne daha yönetilemez hale getirmektedir. Bu koşullarda, yeniden ve daha güçlü bir toplumsal kabarışın mayalandığı hem süren işçi direnişlerinden, hem de Kürt halkının kayyumlar karşıtı eylemlerinden görülmektedir.

Tarihteki her devrimci kabarış kaynağını böylesi kriz koşullarından almıştır. Bugün egemen sınıflar bu koşulları ve krizi aşmak için can hıraş çabalamaktaysa,  bu şüphesiz bu seçeneğin önünü kesmek için vardır. Doğallığında bir devrimci kabarışa öncülük etmek isteyenlerin de aynı krizi emekçilerin çıkarlarına çevirmek için üst boyutta bir hareketlenmeye girişmesi gerekmektedir.

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu