TC devleti, Suriye iç savaşında tam bir bataklığa saplanmış görünmektedir. “Şam Emevi Cami’nde üç günde namaz kılma” söyleminden İdlib’te “gözlem noktaları”nda sıkışıp kalan askerlere ve bölgeye atanan generallerin istifasına kadar bir dizi gelişme, son günlerde TC devletinin Suriye’de içine düştüğü durumu özetler niteliktedir. Bu durum TC devletinin önce “BOP Eşbaşkanlığı” ardından da şimdilerde yeniden sahne alan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından savunulan “stratejik derinlik” politikasının geldiği aşamayı göstermektedir.
Hatırlanırsa A. Davutoğlu, bu politikanın kitabını yazmış ve Osmanlı bakiyesi topraklarda işgalciliğin ve ilhakın gerekçelerini kendince üretmişti. Ne var ki “stratejik derinlik”le süslenen hayaller, özellikle Ortadoğu coğrafyasında ve özel olarak da Suriye savaşında, stratejik gerçeklerle karşılaşmış durumdadır.
TC devleti bölgede yürütmüş olduğu saldırgan siyasetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmış, bir yanda Suriye’nin kuzey ve doğusunda Kürt ulusal özgürlük hareketinin kazanımlarını ortadan kaldırmak ve Rojava Devrimi’ni boğmak için ABD emperyalizmiyle pazarlık yapmış, diğer yandan ise Suriye’de Esad rejiminin arkasında en önemli güç olan Rusya ile ilişkilerini geliştirerek, sahada söz sahibi olmak istemiştir. Ne var ki bir dönem T. Özal’ın veciz sözleriyle ifade edersek “bir koyup üç alma” politikasının yeniden üretimi olan “stratejik derinlik” gelinen aşamada “dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma”ya evrilmiş durumdadır. “Katil Esed” söyleminin yerini “sınır komşumuz Esad” almış, bir dönem “muhacir” ilan edilen Suriyeli göçmenler yaka paça ülkelerine gönderilmeye başlanmıştır.
Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren TC, iç savaşa müdahil olmuş, gerek doğrudan örgütlediği cihatçı çeteler ve gerekse de bölgede ortaya çıkan, El Kaide ve DAİŞ türevi örgütlenmelere lojistik destek vererek savaşta taraf olmuş durumdadır. “Stratejik derinlik” politikasıyla tariflenen bu taraf olma hali, gelinen aşamada bu “derinlik”te boğulmakla karşı karşıya kalmış durumdadır. Bu boğulma hali sadece Suriye topraklarında kurulan gözlem noktalarında Türk askerlerinin kuşatılması yani “esir” duruma düşmesine yol açmamakta aynı zamanda TSK içinde bölgeye yapılan atamalar nedeniyle istifaların gündeme gelmesine yol açmaktadır.
Yüksek Askeri Şura sonrasında TSK’da görevli 5 generalin istifası her ne kadar TSK içinde “liyakatın ortadan kaldırılması”, “askerin saraya tepkisi” olarak yansıtılsa da, istifa edenler arasında YAŞ’ta Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan İdlib’ten sorumlu 6. Mekanize Piyade Tümeni ve Müşterek Özel Görev Kuvvet Komutanlığı’na atanan Tümgeneral Ahmet Ercan Çorbacı ile yardımcısı Tuğgeneral Ertuğrul Sağlam’ın da olması durumun vehametini ortaya koymaktadır. İstifa eden generallerin sorumluluk alanlarının; Rusya destekli Suriye ordusunun cihatçılara karşı operasyonları yoğunlaştırdığı İdlib’te oluşu Türk Devletinin ne kadar zor bir durumda olduğunu göstermektedir.
Gözlem Noktaları’nda Kuşatılan Türk Askeri!
Türkiye, 2018 sonlarından itibaren Rusya ve İran’la vardığı Astana Anlaşması gereği, TSK İdlib çevresinde 12 gözlem noktası kurmuştu. Kurulan bu gözlem noktalarıyla, Türkiye’nin de resmen “terör örgütü” olarak kabul ettiği Heyet’i Tahrir’uş Şam (HTŞ) örgütünün bölgedeki etkinliğini kırması hedefleniyordu. En azından anlaşma gereği TC’nin Suriye rejimine ve Rusya’ya verdiği taahhüt buydu. Ne var ki TC kendisinden beklenen bu görevleri yerine getirmedi. Yerine getirmemekle kalmadı, bölgedeki TSK üsleri, cihatçı çetelere bir kalkan ve lojistik destek işlevi gördü.
TC’nin bu politikasına karşı Esad rejimi kuşkusuz ki Rusya’nın bilgisi dahilinde harekete geçti. Gözlem noktasına giden bir TSK konvoyu rejim uçaklarınca bombalandı. Yapılan resmi açıklamada bombalama sonucunda “üç sivilin” öldüğü duyuruldu. Bu sivil denilen kişilerden birinin bölgedeki cihatçı çetelerden birinin komutanlarından olması TSK’nın cihatçı çetelerle hangi boyutlarda iş tuttuğunu da gösterdi. Bombalamada TSK’dan kayıp olup olmadığı ise açıklanmadı.
Suriye ordusu Rusya desteğiyle başta HTŞ ve diğer cihatçı çetelere karşı havadan ve karadan yürüttüğü operasyonla, bölgede TSK tarafından kurulan gözlem noktaları önce çapraz ateş altında kaldı sonra da Hama’nın kuzeyinde bulunan Han Şeyhun, Morek’teki 9. gözlem noktası, Suriye ordusunun kuşatması altına girdi. Bölgede cihatçı çetelerin yenilmesiyle, Şam’a yakın haber kaynakları tarafından Suriye ordusundan kaçan cihatçıların bir kısmının TSK gözlem noktasına sığındığı iddia edilmektedir.
Suriye ordusunun Hama’nın kuzeyi ve İdlib’in güneyinde sürdürdüğü operasyonlar sonucunda kuşatma altında kalan 9. gözlem noktası yakınlarına Rus askeri polisi yerleşmeye başladı. Operasyonlarına ara vermeyen Suriye rejimi, TSK’nın bölgede bulunan 8’inci ve 10’uncu gözlem noktalarını da hedef almaya başladı. İdlib’in güneyindeki Şir Mağar’da bulunan 10 numaralı gözlem noktası da rejim güçlerince bombalandı. Bütün bu gelişmeler Suriye rejiminin Rusya’nın da desteğiyle operasyonlarını sürdüreceğini ve TC’nin birkaç gözlem noktasının daha rejim güçleri tarafından çevreleneceğini göstermektedir.
Bu gelişmeler yaşanırken Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, TSK’nın bu gözlem noktasını boşaltmayacağını açıkladı. Bu açıklama TC’nin gözlem noktalarına hangi misyonu biçtiği konusunda belli bir fikir verirken, Suriye topraklarında, Suriye rejimiyle cihatçı çeteler arasında var olduğu söylenen “ateşkesi” gözlemlemek için kurulduğu iddia edilen gözlem noktasının artık bundan sonra neyi gözleyeceği soru işareti olarak ortaya çıkmış durumdadır. TC’ye yön veren “neo-Osmanlıcı” stratejik akıl ve “büyük düşünme” burada da dereye girmiş durumdadır. TC faşizmi daha öncen Antakya, Kıbrıs ve son olarak Afrin ve El Bab-Cerablus hattında olduğu gibi “girdiğin yerden çıkma” ilkesini hayata geçirmeye çalışmaktadır.
Türk-Rus goygoyundan bombalı saldırıya, “Bunlar uçuyor mu?”
TC, İdlib’te içine düştüğü bu durumdan kurtulmak için beklendiği gibi Rusya’nın kapısını çaldı ve apar topar Moskova yollarına düştü. Erdoğan Rusya’da Uluslararası Havacılık Fuarı MAKS-2019’un açılışına katıldıktan sonra, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile pazarlığa oturdu. Burada ikili arasında İdlib başta olmak üzere Suriye’deki yeni durumun yanı sıra, Libya’daki gelişmelerin de konuşulduğu açıklandı. Yapılan görüşmede Türkiye’nin İdlib’teki durumun Astana formatında ilerlemesini talep ettiği, Rusya’nın ise sadece kuşatma altında kalan Türk askerlerinin çıkması için Türkiye’ye güvence verdiği belirtildi.
Erdoğan, Rusya kapılarında Suriye savaşında içine düştüğü açmaza çözüm ararken aynı zamanda havacılık fuarında SU-57 ve SU-35 uçaklarını da izledi. ABD emperyalizminin tüm itirazlarına rağmen Rusya’dan S-400’leri satın alan Erdoğan, şimdi de yeni nesil Rus savaş uçaklarını alma konusunda Rusya’ya mesaj vermektedir. Böylelikle Erdoğan yönetiminde TC, Ortadoğu’da içine düştüğü açmazı bir başka emperyalist güce yaslanarak aşmaya çalışmaktadır.
Hatırlanacağı üzere NATO üyesi Türkiye’nin Rusya’dan S-400’leri alması beraberinde ABD emperyalizminin, Türkiye’yi F-35 yeni nesil savaş uçağı programından çıkartma ve Patriot füzelerinin satış teklifini de iptal etme hamlelerini getirmişti.
Bunun üzerine TC bir yandan ABD ile Suriye Kürtlerinin kazanımlarını ortadan kaldırmak için “güvenli bölge” adı altında “ortak harekat merkezi” kurma kararı almıştı. ABD emperyalizminin TC’yi İdlib’te kalması konusunda desteklediği bir sır değil. En azından ABD buradaki cihatçı çetelere TC üzerinden silah desteği sağlamakta ve böylelikle saha da Rusya’nın gelişimini engellemeye çalışmaktadır.
İki emperyalist güç arasında Suriye sahasında süren rekabette, kendi çıkarlarını korumaya çalışan TC, çıkarlarını korumak adına bir Rusya’ya bir ABD’ye mesaj vermektedir. Ki bu politika Türk hakim sınıflarının Osmanlı’dan beri izlediği dış politika çizgisinin devamıdır. Bölgede kendi çıkarları için emperyal bir güce yaslanmak ya da emperyal güçler arasındaki çelişkileri kullanarak kendi varlığını devam ettirmeye çalışmak, Türk hakim sınıflarının geleneksel dış politika siyaseti olmuştur. Şimdi de Suriye savaşı vesilesiyle ortaya çıkan gelişmeler bu minvalde seyretmektedir.
Ne var ki TC’nin bu siyaseti kaybetmeye mahkumdur. Erdoğan’ın Rus havacılık fuarında uçakları incelerken Putin’e sorduğu “Bunlar uçuyor mu?” sorusunun yanıtını görüşmeden bir gün sonra Türkiye’nin İdlib ile Hama arasında Zaviye Köyü’nde bulunan 10. askeri gözlem noktasına yönelik hava saldırısıyla aldı.
Evet uçaklar uçuyordu! Uçmakla kalmıyor Türk askerine bomba da yağdırıyordu! Kısacası faşist TC devleti ve onun şefi Erdoğan, “dünya lideri” olarak çıktığı yolda “stratejik derinlik”li Neo Osmanlıcı yönelimiyle bölge halklarına yönelik saldırganlıkta emperyal güçler arasında “şamar oğlanı” olmayı sürdürmektedir. Faşist şefin korkuları, ne kadar saklanılmaya çalışılırsa çalışılsın derindir ve ömrü uzun olmayacaktır.