Sınıf mücadelesi tüm hızıyla sürüyor. Faşizmin her türlü terörüne rağmen kitleler içinde bulundukları duruma ve kendilerine dayatılan koşullara itiraz ediyorlar. Bu itirazların dağınık, parçalı oluşu elbette bir soruna işaret etse de asıl olarak kitle hareketinin öfke biriktirdiğine işaret etmektedir.
Son hafta öğrenci gençliğin Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör atanmasına yönelik direnişi ve mücadelesi ön plana çıkmış olsa da kadın hareketinin başta kadın katliamları olmak üzere çeşitli gündemlere ilişkilenen mücadelesi devam etmektedir.
Benzer şekilde Kürt halkına ve kurumlarına yönelik tüm gözaltı ve tutuklama saldırılarına rağmen direniş sürmektedir. Rejimin diz çöktürme planı başarılı olamamıştır. Şimdi de HDP’nin kapatılmasını tartışmaktadırlar.
İşçi sınıfının ise başta sendikalaşma olmak üzere, hak gasplarına yönelik direnişi parçalı, dağınık bir şekilde de olsa dört bir yanda yaygın bir şekilde devam etmektedir.
Soma ve Ermenek madencilerinin Ankara Yürüyüşü nedeniyle ön plana çıkan eylemlerinin yanında işçi sınıfının çeşitli bölükleri yeni yıla eylem ve direnişle girdi.
Anayasal hakları olan sendikalaşma haklarını kullandıkları için işten atılan Cargill, Saica Pack, Aydın Belediyesi ile TÜVTÜRK işçileri yeni yıla direnişle, Trelleborg işçileri ise grevle girdi.
Bimeks’ten çıkarılan işçiler, tazminatları ve maaşlarını alamadıkları için yeni yıla da Boğaziçi Üniversitesi önünde eylemle girdi.
Kocaeli Çayırova’da kurulu Baldur Süspansiyon’da patronun Birleşik Metal-İş sendikasına üye olan işçileri işten atması ve toplu sözleşmeye yanaşmaması üzerine greve çıkan işçiler, yeni yılı mücadeleyle karşıladı.
İstanbul’da KT Deri fabrikasında DİSK/Tekstil sendikasına üye oldukları için işten atılan ve direnişe geçen işçiler de yeni yılı direnişte karşıladı. Çorum Ekmekçioğulları Metal Fabrikası’nda DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasının yetki almasının ardından iş akdi feshedilen ve işten çıkarılan sendika üyesi işçiler direnişe geçti.
Yine PTT-Sen ve PTT Kargo-Sen’de örgütlendikleri gerekçesiyle işten çıkarılan taşeron işçiler, İstanbul, İzmir ve Bursa PTT başmüdürlükleri önünde oturma eylemi başlattılar. Migros Magazaları’nda çalışan 30 depo işçisi, Şekerpınar’da direnişte… Örnekler çoğaltılabilir….
Bütün bu ifade ettiklerimiz Türkiye toplumu içinde kaynamaya, dipten gelen bir dalgaya işaret etmektedir. Hakim sınıflar bu gerçeğin farkındadırlar ve nerede bir direniş ve tepki varsa oraya yönelik hem fiili faşist terörle müdahale etmekte, hem de “havuz medya” ve troller devreye sokularak, kara propagandaya başvurulmaktadır.
Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör atamasını protesto eden öğrenci gençliğe yönelik TC rejimi tarafından uygulamaya konulan gözaltı saldırısı ve ardından yaşananlar, rejimin “faşist terör” karakterini gösterdiği kadar, onun korkusuna da işaret etmektedir.
Türk hakim sınıfları, kendi tarihsel tecrübelerinden de çok iyi bilmektedirler ki; öğrenci gençliğin bu türden eylemsellikleri ve hareketi beraberinde iktidarı zorlayan ve onu sıkıştıran bir potansiyele evrilme tehlikesini de kendi içinde taşır.
Nitekim böyle olduğu içindir ki hakim sınıf sözcüleri öğrenci gençliğin son derece haklı ve meşru eylemlerine yönelik “terör” propagandasına başvurdular ve birden bire “darbe” tartışmaları içine girdiler.
Burada ifade etmek gerekir ki; Boğaziçi öğrencilerinin bir kısmı da bu propagandadan etkilenmiş görünmektedir. Rejimin bilinen taktiği burada da devreye girmiş ve “böl, zayıflat ve yönet” politikası uygulanmaya çalışılmaktadır. Kimi sosyal medya hesaplarından devrimcilerin eylemi böldüğü, meşruluğuna gölge düşürdüğü savunulmuş, özellikle “Kürtlerin” eylemlerden uzak durması gerektiği savunulmuştur.
Benzer bir yaklaşım Boğaziçi Dayanışması’nın açıklamalarında da vardır. Bilineceği üzere kayyım politikası ilk defa Kürt halkının iradesiyle seçilen belediyelerde uygulamaya konulmuştur. Ardından bu politika her alanda uygulanmaya başlamıştır.
Gelinen aşamada kitle örgütlerine ve derneklere de kayyım ataması yasalaştırılmıştır. Dolayısıyla saldırı tek tek muhalefete ve direniş odaklarına yönelik değildir. Bu nedenle “her mücadele kendi kanalından aksın, sonra bir ara buluşsun” demek doğru bir politika değildir.
Açıktır ki saldırılar tek bir kanaldan, faşizm üzerinden geliyorsa bütün direnişler en başından itibaren birleşmeli, ortak yürüyüşü zorlamalıdır. Bu açıdan Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım atanması en az öğrenciler kadar HDP’nin de sorunu ve eyleminin konusu olmalıdır.
Ve elbette Kürt halkının direnişi de Boğaziçi öğrencilerinin ve Boğaziçi Üniversitesi önünde direnen Bimeks işçisinin direnişi kadar meşrudur.
Faşizm, bu direnişlerin birleşmesinden korktuğunu bütün açıklamalarında göstermektedir. Öğrenci gençliğin direnişi hakim sınıf sözcülerini ürkütmüş ve hemen “terörle iltisaklı” açıklamaları devreye sokulmuştur.
Bu da yetmemiş MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: “Boğaziçi Üniversitesi’nden bir Gezi Parkı kalkışması çıkarmaya niyetlenmek başı ezilmesi gereken bir komplodur” açıklamasında bulunmuştur. (6 Ocak)
Hakim sınıfların yeni Gezi’lerden korkması ve dahası “başı ezilmesi gereken” olarak tanımlaması nedensiz değildir. Bunun nedeni elbette yaşanan ekonomik kriz ve halk kitlelerinin içinde bulundukları duruma yönelik alttan alta biriken öfkesidir.
Hakim sınıflar ve onların sözcüleri pandemi koşullarında giderek daha da artan işsizlik, yoksulluk, açlığın neden olacağı bir isyandan çekinmektedirler. Bunda haksız da değillerdir.
Çünkü gelinen aşamada Türkiye sınıf mücadelesi pratiği içinde çok fazla harekete geçmeyen kesimlerde harekete geçmiş ve seslerini yükseltmiş durumdadırlar.
Dipten Gelen Dalganın Yeni İşaretleri
Bu örneklerden birisi 4 Ocak’ta hacizlik olan köylülerin Ankara’da eylem gerçekleştirmesidir. Araç ve tarlalarına haciz konulan köylüler, Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelerek Tarım ve Orman Bakanlığı önünde mağduriyetlerini dile getirdiler.
Tarımdaki girdi maliyetlerinin giderek artması nedeniyle kredi çektiklerini ifade eden köylüler hacizlerin durdurulması, kredilerin faizlerinin makul seviyeye indirilmesi ve borçlarının da 5 eşit takside bölünmesini istediler.
Eylemde konuşan ve hayvanlarına haciz gelen Gölbaşılı besici Mehmet Pehlivan, 50 bin lira kredi çektiğini bunun 25 bin lirasını ödediğini ancak bir yıl sonra faiz nedeniyle borcunun yine 50 bin liraya yükseldiğini anlatarak, “İneğimi filan sattım. Ödedim, davar filan yok. İş de yok, para da yok. Emekliyim, emekli paramı yatırıyorum. Büyüklerimi borçları yapılandırırsa, ona razıyız. 5 ineğimi sattım, 25 bin lira etti. Seneye satacak bir şey yok, nasıl ödeyeceğiz onu düşünüyorum şimdi” dedi. (5 Ocak-Basın)
Benzer bir durum Türkiye koşullarında çok harekete geçmeyen esnaf için de geçerlidir. Türkiye sınıf mücadelesi pratiği içinde genellikle geri planda kalan esnafın özellikle pandemi koşulları ve uygulamaya konulan yasaklar nedeniyle tepki içinde olduğu, iktidara yönelik öfke duyduğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenle esnaf ve çalışanları eylem yaptılar. Kadıköy İskele Meydanı’nda gerçekleştirilen eyleme; Kadıköy, Beşiktaş, Beyoğlu, Avcılar, Küçükçekmece Esnaf Dernekleri, Kafe Bar Çalışanları Dayanışması, Türkiye Tekel Bayiler Platformu, Otel ve Turizm İşçileri Sendikası, İstanbul Turizm ve Aşçılar Derneği katıldı.
Pandemiden en çok etkilenen sektörlerin başında yeme-içme sektörü geldiğini belirttiler. Bu konuda açıklanan destek paketlerin ise yetersiz kaldığını açıkladılar. “Temel hakkımız olan yaşam hakkımızı istiyoruz. Açlığa mahkum edilmemek istiyoruz, çalışmak istiyoruz” dediler. (5 Ocak-Basın)
Türkiye koşullarında esnaf eylemleri ender rastlanan bir durumdur. Hatırlanırsa en son esnaf eylemi “anayasa krizi” sırasında yaşanmış ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e yazar kasa fırlatılmıştır.
Bu eylemlerden sonra hükümet değişikliği yaşanmış ve AKP ekonomik krizin etkisiyle hükümet kurmayı başarmıştır.
Bir başka örnekte Hendek’te Sakarya Hendek’te Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’ndaki yaşanan patlamada ölen işçilerin yakınlarının mahkeme önündeki açıklamalarıdır.
Mahkeme önünde yakınlarını kaybeden kadınlar “Kardeşimi kaç parça aldım ben, kaç parça?..” diye soruyor. “Hepsinin hesabını soracağız!” diye ekliyor. “Türkiye duyacak dünya duyacak! Parası olan kazanmayacak, 3 kuruş için fabrikada kölelik yapan kazanacak! Parası olan 3 gün yatıp çıkmayacak! 6 aydır yemiyor, içmiyor, uyumuyorum. Kardeşimi kaç parça aldım ben burdan. Dikip önüme koydular. 10 kişiyle duruşma yapıyorlar. Kabul etmiyorum!” diyor. (6 Ocak-Basın) Onlarca kadın toplanmış, her biri susturulamayan bir öfkeyle konuşuyorlar.
Bütün bu örnekler dipten gelen kaynamanın yüzeye vurmasıdır. Su kaynamaya yüz tutmuş durumdadır. Bütün mesele devrimcilerin dipten gelen bu dalgayla birleşmesidir.
Bilinmektedir ki; eğer bu dalgayla birleşilmezse, tepki ve öfke, bir başka burjuva kliğin ardına takılacaktır.
Ankara’da içinde bulunduğu duruma isyan eden köylüyle, Kadıköy’de “yaşamak istiyoruz” diyen esnafla ve Hendek’te “hepsinin hesabını soracağız” kadınlarla birleşen bir devrimci pratiğe ihtiyacımız vardır.