TC devletinin başkenti Ankara’da eski Ülkü Ocakları Başkanı olan Sinan Ateş yanında korumasıyla birlikte silahlı saldırıya uğradı ve öldürüldü. Saldırı sonrasında başta odağında faşist MHP olmak üzere Türk devletinin sözcüleri, açıklamaları ya da açıklama yapmamalarıyla tartışıldı ve tartışılmaya devam ediyor.
Saldırıya uğrayan ve öldürülen S.Ateş’in MHP’li bir faşist olduğu biliniyor. MHP isimli faşist oluşum, ABD’nin tüm dünyada komünizme karşı kontrgerilla güçleri örgütleme stratejisini hayata geçirmesi ile kurulmuştur. MHP’nin kurucusu, eski albay Alparslan Türkeş; ABD’de de “Gayr-ı Nizami Harp teknikleri” eğitimi alıp Türkiye’de görevlendirilen kıdemli bir faşisttir. ABD’de eğitildikten sonra Türkiye’ye dönen A.Türkeş önce CMKP içinde çalışmış sonra ise MHP’yi kurmuştur.
MHP’nin işlevi Türkiye işçi-emekçisinin zihinlerini milliyetçilik zehiriyle bulandırıp, işçi sınıfına ve ona öncülük eden aydınlara, devrimcilere karşı silahlı çeteler yetiştirmek olmuştur. Bu faşist çeteler Türkiye halkına yönelik sayısız katliam gerçekleştirmişlerdir.
1965 yılında Genelkurmay Yayınları tarafından orijinal FM-51’den tercüme edilerek, Albay Cihat Akyol imzası ile yayınlanan “Sahra Talimnamesi 51” isimli ve kontrgerillanın çalışma prensiplerini açıklayan metinde “dost kuvvetler” olarak tanımlanan faşist kitle örgütlerinin işlevi “sabotaj yapmak”, “ cinayet işlemek” “karşıt güçler yapmış gibi cinayetler işleyerek askeri müdahale için zemin hazırlamak” olarak tanımlanmaktadır. MHP bu işleve uygun olarak 1980 Askeri Faşist Darbesinin gerçekleşebilmesi için birçok “komando kampı” kurmuş, buralarda gerek Türk gerek Amerikalı subayların eğitim verdiği faşist katiller, işçi sınıfı ve devrimcilere karşı kitlesel ve bireysel cinayet ve katlliamlar gerçekleştirmişlerdir.
Yakın süre önce yukarda özetle işlevi ve varlık gerekçesini açıkladığımız faşist organizasyonun eski yöneticilerinden S.Ateş isimli kişi yine aynı faşist organizasyon tarafından, devlet görevlilerinin de aralarında olduğu bir grubun organizasyonu ile öldürüldü. Cinayetin nedenlerine ilişkin olarak MHP’nin devlet denetiminde uyuşturucu ticareti yapması ve buradan doğan anlaşmazlıklar öne çıkmaktaydı.
Uyuşturucu ticareti yapan “vatanseverler”(!)
Cinayet sonrasında MHPlilerin eski bir yöneticilerinin cinayetine karşı sessizlikleri ve devlet yöneticilerinin de benzer bir tutum göstermeleri cinayetin arkasında devlet organizasyonu olduğunun işaretlerini vermekteydi ki bu bunun böyle olduğu ilerleyen günlerde katilleri İstanbul’dan Ankara’ya getiren kişilerin polis olduklarının açığa çıkmasıyla açıklığa kavuşmuş oldu. Sadece sonuç kısmından hareketle dahi Türkiye’de kontrgerilla örgütlenmesinin boyutlarını, kendi işleyiş yasalarını, faşist organizasyonun faaliyetlerinin finanse edilmesi için uyuşturucu trafiğinin organize edilmesini görebiliyoruz.
Türkiye’de devlet eliyle uluslararası uyuşturucu ticareti yapıldığı artık bir sır değil. Venezuela’dan “peynir ithalatı yapılması” şeklinde bir karar alınmasından sonra bu ülkeden gelen gemi ve konteynerlarda yakalanan tonlarca uyuşturucu; Meksikalı uyuşturucu kartellerinin MHPli faşistlere selam gönderen videolarının açığa çıkardığı işbirliği; Aladdin Çakıcı, Kürşat Yılmaz gibi mafya liderlerinin haklarındaki hapis cezasına rağmen serbest bırakılmaları TC devletinin uyuşturucu ticaretini devlet eliyle, devlete bağlı MHPli çeteleri kullanarak yapmakta olduğunu göstermektedir.
TC devletinin uyuşturucu ticaretinde MHPli faşistleri kullanması yazının girişinde aktardığımız gibi MHP’nin kuruluş amacına uygundur. MHP’nin işlevi tam olarak budur. 1970’lerde de birçok bireysel ve kitlesel cinayetin faili olan Abdullah Çatlı isimli faşistin Avrupa’da uyuşturucu ticareti yapması nedeniyle Fransa’da ve İsviçre’de hapis cezasına çarptırılması; Mehmet Ali Ağca isimli faşistin uyuşturucu ticareti ve Gladyo faaliyetinde CIA ile işbirliğine yanaşmayan Papa’ya suikast düzenlemesi, MHPlilerin bugün olduğu gibi dün de uyuşturucu ticaretinin içinde olduklarını göstermektedir.
S.Ateş isimli faşisti öldürmesi için kullanılan tetikçinin, İstanbul Gülsuyu’nda yuvalanan çeteye bağlı olması ve bu kişinin Hasan Ferit Gedik isimli devrimcinin katledilmesinin faili olarak aranıyor olması diğer önemli husus olarak öne çıkmaktadır. Zira cinayet nedeniyle aranan bu kişinin başka bir cinayeti işlemek üzere, olası herhangi bir yol kontrolünde sorun yaşamaması için Gladyo unsuru polisler tarafından İstanbul’dan Ankara’ya getirilmesi yine örneklerini çokça siyasi cinayetlerde gördüğümüz resmi görevli kontrgerilla unsurlarının kontrgerillanın sivil ayağı olarak tanımlanan MHP’lilerle ilişkisini göstermesi açısından önemlidir. Cinayette yer alan polisler gibi başka Özel Harekat Polisleri’nin de MHP’li kimi yöneticiler karşısında askeri tören disipliniyle beklemeleri kontrgerillanın hiyerarşik işleyişine ilişkin olarak kimi ipuçlarını ortaya koymaktadır.
CHP tarihsel rolünü oynuyor!
Cinayetin ardından Türkiye’nin bir diğer faşist partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun öldürülen faşisti; MHP ve Ülkü Ocakları’nın dün ve bugünkü pratiğine rağmen olumlayan açıklamaları da önemlidir. Aslında uzun süre önce yine CHP’nin içinde faaliyet yürüten ve kontrgerilla unsuru olduğu F tipi Hapishaneler katliamı sürecinde oynadığı rolle açığa çıkan ve yine Cumhuriyet Mitingleri’nin organizasyonunda oynadığı rol ile bildiğimiz Tuncay Özkan’ın “sağcılar MHP’ye solcular CHP’ye destek vermeli” sözleriyle açığa çıkan gerçek iyi anlaşılmalıdır.
Türk hakim sınıfları seçimlere doğru giderken siyaseti bir alana, -sadece burjuvazinin çıkar dalaşına-, sıkıştırmaya çalışmakta; geçmişte bizzat kendi parti üyeleirnin bile MHP’li faşistlerce öldürüldüğü bilinmesine rağmen CHP lideri “CHP’de ülkücüler var” açıklamasında bulunabilmektedir. Hakim sınıflar kendi aralarındaki dalaşı, kitlelerin gündemine mal etmeye çalışmaktadır.
Diğer taraftan cinayet karşısında devlet görevlileri ve MHP’li yöneticilerin sessizliğini eleştirilirken S.Ateş isimli faşistin “akademik” kimliği ve “iki kız çocuğu babası” olduğunun öne çıkarılması yukarıdaki paragragta dile getirdiğimiz siyasetin burjuva biçiminin içinde politik farkların silindiği bir duruma dairdir.
Herhangi bir faşistin herhangi bir akademik unvanla yahut mesleki unvanla anılması apolitiklik belirtisidir. Faşistin sahip olabileceği tek sıfat faşist kimliğidir.
CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu aracılığıyla dile getirdiği “ülkücü CHP’liler” söylemi yahut Kılıçdaroğlu’nun tıpkı Nazilerin el selamının olması gibi Türkiyeli faşistlerin el selamını yapmasını basite almamak, Kılıçdaroğlu’nun “liberal” olmasıyla açıklamamak gerekir. Şöyle ki; bizler açısından CHP’nin faşist bir organizasyon olduğu tartışmasızdır ancak CHP Türkiyeli emekçiler tarafından “sol” bir partiymiş gibi düşünülmektedir. Dolayısıyla böyle bir partinin başındaki kişinin faşistleri olumlayan her söylem ve davranışı aslında CHP’yi sol kabul eden o emekçilerin devlet siyaseti doğrultusunda sağcılaştırılmasının aracı olarak işlev görmektedir. Gerek CHP’nin bu konudaki tutumu, gerekse genel olarak CHP’nin ne olduğu kitlelere anlatılmalıdır.
Bir faşistin başka bir faşist kullanılarak devlet organizasyonuyla öldürüldüğü bu cinayet bizlere kontrgerillanın çalışma tarzını ve örgütlenme ilişkilerini açıkça göstermektedir. Bütün bu ilişkilerin kitlelere anlatılması önemlidir. Ancak anlatılmasıyla yetinilmemeli, ileri kitleler faşist tehliye karşı örgütlenmeye çağrılmalı, bu faşist partilerin etkisindeki kitleler en azından tarafsızlaştırılmalıdır. CHP “sol” görünümlü faşist bir parti olarak düzen siyasetinde oynadığı rol deşifre edilip, propaganda edilmelidir.