31 Mart 2019 seçimleri hem ülke siyaseti hem de Kürtlerin siyaseten verdiği mücadele açısından kritik ve önemli bir seçimdi. Özellikle bölgede gerçekleşen gasp sürecine dur demek adına önemliydi.
Çünkü daha öncesinde kayyım atamaları tutuklu belediye eş başkanları ve seçilmişler vardı. Nitekim Kürtler seçimlerini yaptılar ve birçok yerde kayyım atanan belediyeler bütün baskılara rağmen geri alındı. Fakat bugün olunan yerde demokrasiye karşı geliştirilen tutum değişmedi.
Bu uygulamanın Türkiye açısından yararı nedir diye sorunca hiçbir cevap bulamıyorum. Tekrar atanan kayyımlar bir siyasi darbe niteliğindedir.
Çünkü devlet kendisi gibi düşünmeyen tüm kesimleri düşman ilan eden bir yerde duruyor.
Cumhurbaşkanı 30 Büyükşehir Belediyesi’ni toplantıya çağırmış, ’’Terörle arasına mesafe koymuş belediye başkanlarıyla bir arada olmaktan memnunum’’ diyor. Bahsettiğimiz akıl, tam da bu davetle onun Kürtlere yaklaşımını ortaya koymuştur.
Böyle bir davet HDP Büyükşehir Belediyelerine kayyım atanmadan önce neden gerçekleştirilmedi acaba? Değil davet ve toplantı, randevu taleplerimize dahi dönüş yapılmamışken bugün bizi terörize ederek buna kılıf uydurulmaya çalışılıyor. İftira atarak ortaya koydukları gerekçelerin de altının nasıl boş olduğu ortadadır.
Asıl mesele partimizin uyguladığı eşbaşkanlık sistemine bir darbe vurmaktır. 2014 seçimlerinde halka deklere edilen ve yüksek oy oranlarıyla oy alan eşbaşkanlık sitemi, halk nezdinde toplumsal meşruiyetini sağladı.
Eşbaşkanlık sistemi demokratik toplumun kurumsallaşması açısından vaz geçebileceğimiz bir sistem değildir. 2006 yılından beri pratikte uyguladığımız eş başkanlık sitemi 2013’te yayınlanan ‘Demokratikleşme Paketi’yle’ yasallaşmıştır.
Bugün de fiilen uygulanan eş başkanlık sistemimizin yerel yönetimlerde de yasallaşması mücadelesi verilmektedir. Bu kazanım sağlanana dek sonucu ne olursa olsun geri adım atılacak bir mesele değildir.
Ayrıca Avrupa yerel yönetimler özerklik şartının, ‘yerel makamların görevleri için gereken uygun idari örgütlenme ve kaynaklar’ başlıklı 6. maddesinde ‘yerel makamlar kendi iç idari örgütlenmelerini yerel ihtiyaçlarla uyumlu ve etkin kılmak amacıyla kararlaştırabilirler’ denmektedir.
Bu toplumun % 50 sinin kadın olduğu unutulmamalıdır.
Anayasanın 10.maddesinde ‘’kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.’’ der.
Yine anayasanın 127.maddesine göre; ‘mahalli idarelerin il belediye ve köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanun ile belirtilen karar organları yine kanun da gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişilikleridir. Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanun ile düzenlenir.’
Peki, 2014 seçimlerinden sonra iki yıllık görev süremizin ardından atanan kayyım ne yaptı?
Buraya bakmak önemlidir: Büyük bir talan. Belediyeleri, halkın parasını, sömürme icraatları denebilir.
Daha önce açıkladığım faturalar ortada. Yapılan hizmetler ortada. Hediyeler ortada.
Biz halkımıza karşı şeffaf bir belediyecilik anlayışı ile yaklaştık. Kasamız nedir ne yapılmıştır, ne edilmiştir belgelerle konuştuk.
Belediye eş başkanı olduğum şu dört aylık süreçte on binlerce insan ziyaretimize geldi. Hala tebrik ziyaretlerimiz sürüyordu.
Hiçbir zaman halkımızla yan yana gelmekten imtina etmedim, ben onları onlar da beni ve birlikte çalıştığımız arkadaşları sabırla dinlediler. Bizler de halkımızı sabırla dinledik. Mardin’i nasıl en iyi hale getirebilirizi uzun uzun konuştuk. Gerek birebir sohbetlerde gerek toplu buluşmalarımızda en açık ifadelerle samimice yaşananları konuştuk.
Mardin birçok halkın birlikte yaşadığı bir mozaiktir. Uygulanan tekçi siyasetin burada bir karşılığı yoktur. Bugün bu yüzdendir ki, halkımız var olan gaspçı zihniyeti değil bizi, yani oy vererek seçtikleri iradelerini getirdikleri yerde görmek istemektedir.
Fakat yaşananlara bakınca hukukun bağımsızlığını yitirdiğini, talancı, iktidarcı ve despotik bir sistemin ülkeyi yönettiğini görüyoruz.
Bu sistem karşısında ne olursa olsun başarı getirecek şey mücadeledir. Bu anlayışa karşı durmazsak, sesimizi yükseltmezsek başarı yerini bulmaz. Hak hukuk adalet taleplerimiz bu tekçi anlayışın zulmü altında kalır.
Dolayısıyla bugün yaşanan süreçte en önemli mesele, ulusal birliğimizi sağlamak, geliştirilen HDP siyasetini büyütmektir.
Tutuklu bulunan başta eş başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere Selma Irmak, İdris Baluken, Çağlar Demirel, Gülten Kışanak ve adını sayamadığım yüzlerce siyasetçi arkadaşımızın bugün cezaevinde tutulmasının nedenlerine de bakmak lazımdır.
Bu arkadaşlarımız tam da bu anlayışla mücadele ettikleri için yıllardır hukuksuzca cezaevlerinde tutulmaktadırlar. Fakat buna rağmen bu siyasete boyun eğmemişlerdir.
Halk ile bir arada olmak, talepleri için mücadele etmek bir vicdan meselesidir. Bu yüzden geri adım atmadık, atmayacağız. Çünkü ‘HDP siyaseti size boyun eğecek bir siyaset değildir!’ diyerek halkımızla birlikte bu mücadeleyi yükselttik.
Bu mücadeleye yıllarımızı vermiş kişiler olarak cezaevinden de ölümden de korkacak değiliz. Muhataplarımızın da bu mesajı net anlamaları gerekir. Bu halk taleplerinden geri durmaz, biz de bunun için mücadele etmekten geri durmayız.
İrade gaspıyla, kayyımlarla da bunu çözemezsiniz. En çok sandık vurgusu yapanların, sandıktan çıkan iradeye saygı duymamasının, meşru görmemesinin hiçbir gerekçesi olamaz. Demokrasi ve diyalog kanalarını kapatırsanız, çözümsüzlükten yana olduğunuzu ortaya koyarsınız.
Şimdi hangi siyaset, mesela sayın Canan Kaftancıoğlu’na verilmiş cezaya doğru diyebilir ki? Hukuku, insan haklarını, düşünce özgürlüğünü vs. suç sayan bir zihniyete bağımsız hukuk demek hangi siyasete yakışabilir. Bugün bu anlamıyla yanımızda olan sol çevrelerin samimiyetlerinden bir kuşkumuz yoktur. Kürtler bugüne kadar hep Türkiye haklarıyla birlikte yan yana durmuştur. Birlikte güçlü olduğumuzu ispatladığımız birçok alan olmuştur.
Aslında Kaftancıoğlu’na verilen ceza da Kürtlerle yan yana durmaya verilmiş bir cezadır. Kürt halkını kriminalize etme çabasıdır. Buna karşı yan yana durmaya imtina etmekten çok mücadeleyi büyütmenin yolları aranmalıdır.
Birlik beraberlik ve dayanışma duygumuzu büyüterek siyasetimizi kurtarıp daha demokratik bir Türkiye’yi yaratmalıyız. Süleyman Soylu’nun İstanbul Ankara gibi büyükşehirlere kayyım atamayacağız söyleminin hiçbir karşılığı yoktur.
Mesele kayyım atamasından ziyade hukuk tanımamazlıktır, siyasi darbedir.
CHP’nin de bunu gördüğünü düşünüyoruz.
Bugün gelinen noktada çözümün yolu bellidir: Müzakereyle gelecek bir çözüm.
Bu da, belirttiğim gibi, demokratik adımların atılarak diyalog kanalarının açılmasıyla sağlanacaktır.