“Konuşuyor. Tek başına bir kadın gibi değil, kendisi için büyük bir gerçeği bulmuş bir kadın gibi… Daha çok bir sınıfa ait tüm kadınların ne düşündüğünü ifade etmek için, tüm diğer kadınlar için varolan bir kadın gibi konuşuyor. Düşünceleri baskı altında tutulan bir sınıfın ortasında, düşüncesi baskıya rağmen gelişmiş bir kadın gibi konuşuyor. Binlerce ve milyonlarca kadın onunla aynı şeyi söyledikleri için, ne söylüyorsa doğru. O yarınların kadını ya da ifade etme yürekliliğini gösterirsek: O bugünün kadını.”
Yaşamını mücadeleye ADA’yan tüm GÜNEŞ’e uğurladıklarımıza …
Bazı insanlar vardır tanımanıza gerek yoktur o zaten gidişi ile kendini anlatır, tanıtır. Neşesinde, göreve giderkenki inancında, sohbet ederkenki mücadelesinde tanırsın. Örgütlü mücadele ve savaşın içinde özneleşen kadınları anlatma ihtiyacını hissederken güneşe uğurladığımız iki savaşçıdan (Ceren Güneş ve Aynur Ada) bahsetmemek olmazdı. Tıpkı onlardan öncekiler gibi ikisini de tarihe, ölümsüzlüğe yoldaş, komutan olarak uğurladık.
Bu topraklarda kadınlar yaşamın her alanında direnişte yerini alıyor. Evet her yerde mevzide, eylemlerde, trafik denetiminde, özsavunma birimlerinde, basın çalışmalarında yani her yerde savaşıyor, direniyorlar. “Göğün yarısı kadınlardır” sloganının “yaşatılmaya” çalışıldığı bir alan Rojava Devrimi. Elbette çeşitli sıkıntıları da içinde barındırıyor. Gücün savaştaki hakimiyeti ve bu gücün erkek ile birlikte algılandığı durumlar çokça yaşanıyor. Sorunları aşma biçimi olarak örgütlü bir güç olmanın getirdiği bir özgüven ile hareket etme durumu önümüzü açıyor.
Örnek verecek olursak; mevzilerde kadın komutanların değil de erkek komutanların savaşı koordine etmesi; nerede mevzilenmekten tutalım da kimin savaşacağına kadar bir bütün karar yetkisi pratikte erkek komutanlarda olabiliyor. Kadın devriminin toprakları dahi olsa, bazı kararlar hala erkek denetiminde ve kadına işin karar verme değil de daha çok uygulama-savaşma kısmı düşüyor. Bu elbette “korunan” ya da “bir erkek tarafından nerede katledileceğini bilmeden yaşamak”tan ileri bir durum ancak yine de erkek egemen anlayışın bir tezahürü olarak kadın devriminin hanesine yazılıyor.
Bir kadın sadece kadın olduğu için çok iyi olmak zorunda. Çünkü erkek olmak zaten iyi olmak anlamına geliyor. Buna karşı çoğu zaman itirazlar olsa da savaş koşullarında bu çok esaslı bir tartışmaya dönüşemiyor. Ve erk’ek egemen yaklaşımlar tarafından “sırası mı şimdi kadın mücadelesinin?” şeklinde yanıtlanıyor. Bu sorunlar savaşta, direnişte, evde, sokakta, zindanda, dağlarda her daim düşmanla verilen savaşlar kadar yaşamlarımızda, örgütlerimizde, komitelerimizde kendini hissettiriyor. Erk’ek sorumlu çok daha kolay kabul edilirken kadın sorumu olduğunda her açıdan “çok iyi, yetkin, donanımlı, askeri vb. vb.” olması beklenir. Bu adil olmayan yaklaşımlara karşı her şart altında kadın mücadelesindeki şimdilik tüm eksiklerimize rağmen dayanışmayı yükseltmeliyiz.
Kadın devrimi yaratıcısı kadınlar da bu safhalardan geçtiler. Burada önemli olan iki temel mesele var. Birincisi tüm eril yaklaşımları bireysel değil toplumsal bir mesele olarak ele alarak mücadele etmek; ikincisi de bize tarihsel miraslar bırakmış kadın önderlerimizden örnek almak ve mücadeleyi her alanda yükseltmek!
Büyük gerçeği bulmuş kadınlar olmak için bugünün kadını olarak kadın bilimini, kadın tarihini, kadın dilini, kadın önderleri öne çıkartıp hak ettiğimiz yeri alma mücadelesini büyütmeliyiz. (Rojava’dan KKB’li bir savaşçı)