GüncelMakaleler

Rojava Direnişi | Rojava’da İşgal ve Direniş Ekseninde Yeni Olasılıklara Dair…

Her kutbun ve devletin ince hesaplar üzerinden yürüdüğü bu süreçte, bu hesapları alt üst edecek olan şeyin ezilenlerin isyanı ve direnişi olduğu gerçeği Rojava’da bir kez daha yaşanmaktadır. TC’nin ve desteklediği çetelerinin bu topraklardan sökülüp atılmasıyla birlikte QSD ve Kürt halkı yeni bir mevzi elde etmiş olacaktır.

Savaşın içinde politik sürecin gidişatına dair belirleme yapmak pek kolay olmayabilir. Ancak bu yapılmadığında da ortaya yanlış taktiksel hamlelerin çıkması kaçınılmaz olur.

Savaşın seyrini belirleyecek esas yönün direniş olduğundan hareketle, buna destek sağlayacak tali durumdaki taktiksel adımların belirlenmesi için nesnel zeminde gelişen değişimlerin, zamanında analizi ve bu analize uygun adımların zamanında atılması, ittifak güçlerinin de yeniden şekillendirilmesini bir elzem haline getiriyor.

Dün düşman olan bugün ittifak gücü, yarın yine karşı güç haline gelebilmektedir. Bu karşıtlığın seyrini belirleyen en temel faktörün ise sınıf çelişkisinin olduğunu belirtelim.

Savaşın doğası gereği stratejiye hizmet edecek taktiksel adımların belirlemesinde ilk yapılması gereken şey andaki nesnel durumun analizini güncellemek, dost ve düşman güçlerinin pozisyonlarını ve karşı hamlelerini hesaplamaktır.

Bu temelde Rojava’da süren direnişe, taktiksel hamlelere ve olası gelişmelere dair birkaç söz söylemek önemli hale geliyor.

Beklenen oldu ve TC faşist diktatörlüğü Rojava/Kuzey Suriye topraklarına 9 Ekim tarihinde işgal harekatını başlattı. Kuruluş doktrini olarak gayrimüslim halkların soykırımları ve onlardan gasp ettiği sermaye ile gelişmeyi esas alan faşizmin, Kürt soykırımına kaldığı yerden devam etmesi tarihsel açıdan şaşılası olmasa gerek. En uzun ülke sınırını Rojava/Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ile paylaşması son yıllarda faşist devlet aygıtını ve ona hükmeden komprador Türk burjuvazisinin kliklerini önemli oranda rahatsız etmekteydi.

Öyle ki “terörden arındıracağız!” söylemlerini fetih surelerinin okunması ile pekiştirmeleri işgalin bir fetih mantığı ile yapıldığının en önemli kanıtı haline geliyor.

Yüz yıl önce başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu’da yaşayan halklar arasında çizilen sınırlar bugün yeniden çiziliyor. Birçok kadim halkın soykırıma uğraması, toprakları terk etmek zorunda kalmaları bugün Kürtleri TC devleti ile karşı karşıya getiriyor. Yüz yıldan fazla bir zamandır soykırımlara uğrayan ve yok olma ile karşı karşıya kalan Ermeniler, Asuriler, Süryaniler de sürüldükleri topraklarda aynı kaderi tekrar yaşama ile karşı karşıyalar.

İşgal harekatı ve Onur Direnişi 8. gününü devirirken tüm dünya halklarının ve egemenlerin gözlerini bu savaşa çevirdiklerine şahit oluyoruz. Dünya ezilen halkları büyük umutlarla adım adım gelişen direnişte büyük heyecan yaşarken, egemenler ise her gelişmede ezen-ezilen ve kendi aralarında ki çelişkilerden kaynaklı yeni taktiksel hamleler atmaktan geri durmamaktadırlar. Durum o kadar ileri gidiyor ki, ABD’nin başkan sıfatındaki kişinin attığı günü birlik çelişkili tweetleri durumu ortaya koyması bakımından önemli bir örnek.

Karışık olarak görülen hamlelere karşılık Rusya cephesinden de hamleler gelmekte, on iki yıl sonra Arap yarımadasında yeni olanaklar peşinde koşmaktadır. Ortadoğu, emperyal güçlerin yeni güç dengeleri oluşturma temelinde halkların daha fazla karşı karşıya getirildiği yöne doğru hızla evrilmektedir. Emperyalist güçlerin yoğun siyasetinin en merkezinde ise Rojava/Kuzey Suriye Demokratik Özerk toprakları bulunuyor.

Rojava ile Elde Edilen Demokratik Yönetim Modeli

Anti demokratik, gerici, siyonist ve faşist sistemlerle yönetilen Ortadoğu coğrafyasında demokratik kazanımların yaşandığı, komünal yönetim nüvelerini barındıran, kadının önemli oranda özgürlüğü ve hakları ile buluştuğu bir coğrafya olan Rojava’ya ne emperyalist güçler ne de onların uşakları olan bölge devletlerinin sıcak bakması düşünülemezdi.

Bundan dolayı ne ABD-AB-Türkiye-Katar kutbu ne de Rusya-Çin-İran-Suriye Rejimi Rojava’da filizlenen demokratik sistemi kabul etmektedirler. Emperyalizm doğası gereği bağımlı kıldığı ülkelerde en gerici kliklere dayandığından kaynaklı, Rojava’nın bu hali ile emperyalist güçlere bağımlı kılınması oldukça güç bir durum olacaktı.

Diğer yanıyla Rojava’da farklı ulus, inanç ve etnik kesimlerden halkların bir arada yaşama pratikleri, emperyalistlerin böl-parçala-yönet ilkesinin başarısızlığının simgesi halindedir. Ulusal ve dini çelişkilerin Ortadoğu’da yoğun bir şekilde yaşandığı bir coğrafyada özerk yönetim bu halkların bir arada yaşayabileceklerini göstermiş oldu. Halkın yönetime katılımının önemsendiği, teşvik edildiği bir toplumsal modele emperyalist güçler sıcak bakmayacak, sonuç olarak DAİŞ’e karşı mücadelede QSD ile ortak hareket eden ABD böylesi bir sistemin Ortadoğu’da yeşermesine sessiz kalmayacaktı.

Nitekim bu durum faşist Erdoğan ağzından “ABD de komünizme karşı!” şeklinde ifadesini bulacaktı. Rojava’ya saldırının en temelinde devrim ve demokrasinin yaşanılır kılınması gelmektedir.

Emperyalizme, faşizme, şovenizme, ataerkiye ve her türden gericiliğe karşı ezilenlerin/halkların kendi kendilerini örgütlemesi, egemen güçlerin katiyen görmek istemedikleri bir durumdur. YPG/YPJ güçlerinin PYD etrafında örgütlenmesi, DAİŞ güçlerine karşı mevzi kazanarak öz güçlerini geliştirmeleri ve farklı halk kesimleri ile birleşmeleri, egemenlerin en korktukları olgu olsa gerek.

Birbirleri ile ilgili çelişmelerde antlaşma yolu bulabilen egemen güçler, ezilen halk kesimleri ile olan çelişmelerinde antagonist çelişmeyi görmektedirler ve bu çelişkinin devrim ile sonuçlanma korkusunu her gün yaşamaktadırlar. Bu durum yeniden bölgede emperyalizm ile ezilen halk yığınları arasındaki çelişkinin andaki somut halini yansıtması bakımından önemli bir veridir.

ABD’nin çekilme hamlesi

DAİŞ’in bastırılması sonrasında koalisyon güçleri adı altında bölgeye yerleşen ABD emperyalizminin kısa süre öncesine kadar dost olarak nitelendirdiği Rojava Kürtlerini bir gecede terk etmesi herhalde en şaşılacak adım olarak tarihe geçecek. Üstüne üstelik ayrıldığı alanları Rusya/Suriye Rejiminin denetimine bırakarak terk etmesi ilk etapta emperyalist kutuplar arası dalaş ortadan kalktı olarak görülebilir.

ABD bu hamlesi ile Ortadoğu stratejisinde yeni bir değişime gideceğinin önemli işaretini vermiş oldu.

ABD emperyalizminin bu adımını, Rojava sahasından çekilmesi ile TC ordusunu, Suriye Rejim güçleri ile karşı karşıya bırakması olarak okunması gerekir. Böylece Rojava sahasında savaş; deyim yerindeyse vekalet savaşlarında bir üst aşama olarak algılanabilir. “Örgütlerin” savaşından, bölge devletlerinin savaşına doğru bir evrilme görülmektedir.

Rejimin bu savaşı kaybetmesi demek, ABD’nin Türkiye üzerinden Suriye topraklarında daha kalıcı hale gelmesi, Rusya’nın ise mevzi kaybetmesi anlamına gelecektir. Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaştığı vs. söylemleri ile TC devletinin kutuplar arası dalaşta ABD ekseninden kayma yaşadığı algısı bir yanılgı durumudur. Kısa vadede birtakım ilişkiler geliştirilse de TC devleti esas olarak hala ABD’nin etki alanında olan bir ülkedir.

Her şey bir yana NATO üyesidir! ABD’nin İncirlik üssünde tuttuğu nükleer silahlar dahi bunu kanıtlar niteliktedir. Bu hamle ile ABD, dümeni yeniden TC’ye doğru kırarak bir sonraki daha saldırgan tutumunda TC’yi kendisine tam olarak yedeklemek isteyecektir.

Rusya ve Rejimin Hamleleri… QSD ile yapılan antlaşma…

Rojava/Kuzey Suriye topraklarının TC tarafından işgal edilme girişimi ve ABD güçlerinin alandan ayrılma hamleleri ile Suriye Rejim güçleri, Rusya ile birlikte bölgeye yerleşme anlamında iyi bir şans yakaladığını görmüş oldu. Eşitsiz koşullarda süren savaşın QSD’yi Rejim ile bir antlaşma yapmaya zorlamasıyla birlikte Rejim güçleri sınıra doğru hareket etmeye devam ediyor. (Antlaşma şimdilik sınır güvenliğini kapsamaktadır).

Ancak görülen odur ki, Rejim’in -bu Rusya olarak okunmalı- işi ağırdan alması, geçtiği yerlerde kendi lehine halka gösteriler yaptırması ve ilk olarak birkaç kentte iç asayişi denetimi altına alması direnişte QSD güçlerinin daha fazla yıpranmasını beklediğini ortaya koymaktadır. Rejim, daha zayıf bir QSD’nin anlaşmada daha fazla ödün vereceğini, hatta bölgeyi tümden Rejim’e terk edeceğini ummaktadır.

Bu politikaya tamamen Arap milliyetçiliğinin vücut bulduğu BAAS politikası ve Rusya yön vermektedir.

Rusya bir yandan Türkiye ile görüşürken, bir yandan da Rejimi ve QSD güçlerini koz olarak kullanmanın derdindedir. Tüm aktör devletlerin en temel isteği zayıflamış, yıpranmış ve kitle desteği gerilemiş bir QSD oluşumudur. Daha net ifade etmek gerekirse, ortaya çıkan demokratik ve Kürt ulusal kazanımlarının yok edilmesi ve bastırılması her iki kesimin deyim yerindeyse işine gelmektedir.

Bu temelde QSD taktiksel olarak Rejim ile bir anlaşma yoluna gitmiştir ancak durumun farkında olarak faşist işgale karşı direnişte kendi öz gücüne yaslanması gerektiğinin de farkındadır.

TC Devletinin İşgaldeki Amaçları…

Rojava işgalinin TC devleti açısından birçok yönü bulunmaktadır. Kesin olan şudur ki, Rojava’nın işgal edilmesinin, onun varlık gerekçesinin bir ürünü olarak görülmesi gerekir. Sınırların hemen ötesinde bir Kürt realitesinin devletleşmesi, demokratik kazanımlarını geliştirmesi, Suriye topraklarına girerek bölgede hegemonik güç olma arzusu gibi sebeplerden dolayı TC devleti bu işgal hareketine girişmiş oldu.

Kuzey Suriye topraklarından koparabildiği toprak parçasında yeni bir Arap kemeri projesinin adımlarını atacaktır.

Bu politika, Rejimin ve AB’nin de işine gelmektedir. Mültecilerin geçişleri engellenmekte, Kürtler arasına yeni bir Arap kuşağı adeta bir hançer gibi saplanmak istenmektedir. Bu durum yeni bir demografik saldırı olacak ve Kürt-Arap çelişkisinin daha fazla derinleşmesini beraberinde getirecektir. TC devletinin işgalden bir başarı elde etmesi durumunda içte muhalefeti daha fazla bastıracak ve Kürt katliamlarına hız verecektir. Dolayısı ile siyasi arenada AKP/MHP iktidarı bir dönem daha nefes almış olacaktır. İşgal hamlesi aynı zamanda ekonomik dar boğaza doğru sürüklenen Türkiye’de olası karşı çıkışların bastırılmasında da kullanılacak önemli bir politik araç olarak kullanılabilecektir.

Bu hesapları bozacak tek yol: İşgale ve Faşizme karşı direnmek!

Her kutbun ve devletin ince hesaplar üzerinden yürüdüğü bu süreçte, bu hesapları alt üst edecek olan şeyin ezilenlerin isyanı ve direnişi olduğu gerçeği Rojava’da bir kez daha yaşanmaktadır. TC’nin ve desteklediği çetelerinin bu topraklardan sökülüp atılmasıyla birlikte QSD ve Kürt halkı yeni bir mevzi elde etmiş olacaktır.

DAİŞ’e karşı mücadele ve Afrin süreciyle birlikte direniş geleneğini büyük oranda yaşatan Kürt halkı, QSD güçleri ve devrimci güçler; TC’nin işgal girişimi sonrası yeni bir irade savaşımı ile karşı karşıyadır. Rojava, son 6 yıldır kesintisiz bir şekilde savaş durumunu yaşamakta, TC’nin ve bölge gerici güçlerinin tehditleri altında sitemini oluşturma adımları atmaktaydı.

Faşizmin saldırısıyla birlikte 9. gününe giren direnişin en fazla yoğunlaştığı kentler Serekaniye ve Gire Spi’dir. TC, bu iki kent arası koridora sahip olmak istemekte, bir mızrak ucu şeklinde içe doğru işgal alanını geliştirme arzusundadır.

Böylece özerk yönetimin toprak bütünlüğünü büyük oranda bozmuş olacaktır. Direnişin, 9. günde bastırılamamış olması TC devlet katında yeni homurdamaları beraberinde getirecek ve klikler arası çelişkilerin derinleşmesini sağlayacaktır.

R.T.Erdoğan kliğinin en büyük korkusu da burada yatmaktadır.

Suriye Rejimi, TC ve İran esasta Kürt oluşumlarının yok edilmesi konusunda hem fikir olan devletlerdir. Bu anlamda Kürt halkının gösterdiği direnişin kırılması için belli bir zaman diliminden faydalanmak isteyeceklerdir. Her gelişmeyi birbirlerine karşı koz olarak kullanmaktan da geri durmayacaklardır. Dün QSD’ye “ayrılıkçı terör örgütü” diyen Rejim’in bugün sınırların korunması noktasında antlaşması, ancak hareket anlamında oldukça yavaş davranmasının altında bu mantık yatmaktadır.

Bu oyunları bozacak taktiksel hamlelerin QSD tarafından da atılması elbette süreçten en iyi faydalanma anlamında önemlidir. Ancak direnişten güçlü çıkmayan bir QSD’nin taktiksel hamleleri de zayıf bir etki yaratacaktır. Bu bilinçle bakıldığı içindir ki günlerce süren bombardımanlara rağmen Serekaniye’de muazzam bir direniş sergilenmekte, mevzi terk edilmemektedir. TC ele geçirdiği alanları koruyamamakta sürekli bir adım ileri, bir adım geri durumu yaşamaktadır.

Devrimci güçlerin pozisyonu

Dünya genelinde devrimci güçlerin zayıf olması, direnişin olduğu Rojava alanında da kendisini göstermektedir. Bu savaşta yer alarak tarihsel misyonunu yerine getirmeye çalışan devrimci hareketin taktiksel hamlelerde yer alacak pozisyonu bulunmamaktadır. Devrimci Hareket, tarihsel açıdan egemenlerin yok etmeye çalıştığı ileri toplumsal dinamiğin korunmasında ve şovenizme karşı mücadelede önemli adımlar atmasına rağmen güçlü bir çıkış yakalamaktan henüz uzak bir durumdadır.

Ancak güçsüz olmak, yanlış konumlanmanın bir sebebi olarak sayılamaz. Doğru konumlanma ve doğru taktiksel açılımlarla çıkış yakalayacak olan devrimci güçlerin kısa sürede özellikle Türkiye’de halkla ve sınıfla buluşma potansiyeli oldukça diridir. Başta TC olmak üzere egemen güçler bu durumun farkındadırlar.

Bozkırların yanmaya en elverişli olduğu anda yapılacak tek şey bir kıvılcım olabilmektir.

Rojava halkının TC’nin işgaline karşı yükselttiği direnişin içinde olmak, bulunduğumuz her alanda bu direnişi yükseltmek, tüm mücadele yöntemleri ile TC faşizmine darbe indirmek her devrimcinin andaki görevidir. İşgalin boşa çıkarılmasıyla birlikte bölgede önemli emperyal hesaplar alt üst olacak, halkların yeniden birbirlerine boğazlatılmalarının önüne bir müddet geçilmiş olacaktır.

Devrimci hareket, Ortadoğu’da yeni savaşların olacağı bilinci ile hareket etmektedir.

Önümüzdeki kısa ve orta vadede sınıfın biriken öfkesini örgütlemek, faşizme karşı mücadeleyi büyütmek ve emperyalist politikaları boşa çıkarmak için birleşik mücadelenin daha fazla büyütülmesi gerekir. Kısa vadede Kürt halkı emperyalist politikaları boşa çıkarmak için büyük bedeller ödemektedir.

Orta ve uzun vadede ise emperyalizmi Türkiye’den kovma görevi Proletarya Partisi başta olmak üzere devrimci ve yurtsever güçlerin omuzlarında olacaktır. Türkiye’de devrim olmadığı sürece ne Rojava devrimi ve demokratik kazanımları güvende olacak ne de bölge halkları özgürlüklerine kavuşabilecektir.

Sonuç olarak

Savaş alanında sürecin detaylı tahlilini yapmak zor görülebilir ancak en başta yapılması gerekendir. Ki savaşın değişken gidişatında esas ve tali taktiksel hamleler açığa çıkabilsin.

QSD’nin Rejimle iş birliği tali bir taktiksel hamledir, esas durum direnişin örgütlenmesidir.

Savaşın içinde yer alan TKP-ML TİKKO savaşçıları olarak andaki devrimci görevimizin bu işgal saldırılarını boşa çıkarmak için cephede yer almak olduğunun bilincindeyiz.

Türkiye devrim görevimizin yerine getirilmesi için Rojava kazanımlarını savunmak ve faşizme karşı mücadele etmek bir zorunluluktur. Yarın TC faşist iktidarını alaşağı etmek için bugün Rojava devrim kazanımlarını savunuyoruz.

Bugün devrimci görevi yerine getirenlerin yarına dair perspektifi Demokratik Halk Devrimi’dir. Bugünkü görevini yerine getirmeyenler yarına dair halka umut olamazlar.

Andaki devrimci görevimizi yerine getirmek ve faşist kuşatmayı kırmanın şimdi tam zamanı…

O zaman Rojava’yı savunalım! Rojava için ayağa kalkalım! (Rojava’dan bir TİKKO savaşçısı)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu