İşgal demeyecekmişiz.
Savaş da demeyecekmişiz.
İnternette sivil insanların vahşice katledildiklerinin, yollarda infaz edildiklerinin görüntülerini paylaşmayacakmışız.
Katledilen çocukların videolarını twit atmayacak, ağıt yakan fakir bölge halkından bahsetmeyecekmişiz.
“Onlar Kürt değil terörist. Hepsi geberecek” ile “Mehmetçiğin ayağına taş değmesin” skalasında bir cümle seçip Erdoğan’ın bu “operasyonuna” katkı sunacakmışız.
Sanatçısından hukukçusuna, Ermeni Patrikhanesi’nden Süryani Metropolitliği’ne, Mason Lobisi’nden komedyenine, Ekrem İmamoğlu’ndan Tunç Soyer’e kadar esas duruşa geçip, tekmil verircesine savaş yanlısı cümleler kuracakmışız.
Avrupa ve Amerika ve hatta Arap Birliği’nden gelen yüksek tonda demeçleri görmezden gelecekmişiz.
Uluslararası insan hakları kurumlarını, gözlemci raporlarını, sağlık kurumlarını, kadın ve çocuk için faaliyet gösteren örgütleri “Yahudi” ilan edip haklı kavgamızda tek ses olacakmışız.
Tartışma programlarından sosyal medyaya ayar verecek, “Kürt” kelimesini kullananları hedef gösterecek, yayıncılık ve gazetecilik gibi mesleklerin tüm olanaklarını savaşta propaganda için kullanacakmışız.
Kamuflaj giydirip sınıra yolladığımız gazeteciler gerekirse halka “teröristler” diye bağırtacak, az önce mahallesine havan düşmüş insanların beyanlarını beğenmeyince üstlerine saldırtacakmışız.
Niye?
Niye bunları yapmak zorundayız?
İktidarı sallanmış bir diktatörün yeni manevrasını, hem ülkemizde hem bölgemizde, katliamcı ve istilacı bu kanlı taktiğini niye kabul ediyoruz?
Korkudan mı sadece?
Mecburiyetten mi?
Erdoğan’ın yoğunlaşan baskısından mı?
Hayır, hep ama hep böyle olduğumuz için, zaten hep böyle davrandığımız için, huyumuz bu olduğu için böyle yapıyoruz.
Tarih boyunca böyle yapmışız. Her katliamda istisnasız böyle yapmışız.
Ermeniler, koca bir soykırımdan geçerken de böyle yapmışız. “Onlar Ermeni değil terörist” demişiz. Ordumuzun morali bozulmasın istemişiz. Aydınından sanatçısına, sağcısından solcusuna, İslamcısından Kürtçüsüne kadar aynen böyle davranmışız. Aynı şimdiki gibi, dünya bir süreliğine başka tarafa bakmaya ikna olmuş. Bab-ı Ali şimdiki CNNTÜRK dozajına bürünmüş, muhalefet terörist Ermeniler ile yan yana görünmek istememiş, arada bir halk kılıçtan geçirilmiş işte. Üstelik biz Hıristiyan bir halk olduğumuza rağmen Batı bize acımamış. Kürde de acımaz…
Biz katilin cinayeti işlemesindeki hafifletici sebeplere aşık olmuşuz hep.
Biz kendimizi hep katile yakın hissetmişiz. Katil, o cinayetleri biraz da bizler için işliyor diye bilmişiz.
Üzücü ama gerekli hareketlermiş olanlar.
Bu yüzden de cinayetlerin sessiz ortağı olmuşuz hep. Devlet, arenalardaki gladyatörler gibi son öldürücü hamlesini yapmadan dönüp sormuş bizlere.
“Öldür” demişiz. Baş parmağımız aşağıya çevirerek “katlet” diye bağırmışız.
TC’den korktuğu için Mesih İsa’ya ayıp eden, “Barış her zaman barışçı yöntemlerle tesis edilmiyor” diye açıklama yapan Patrikhanenin hali kadar yamulmuşuz hep.
Katledilen her bir can için onay vermişiz yani.
Yüzleşme ne hacet, yine olsun yine yaparızcı olmuşuz.
Ondan sonra da bütün dünya katil olduğumuzu söylemesin, hatırlatmasın, konuşmasın istemişiz.
Ama katil bir ülkeyiz işte. Sırasıyla coğrafyamızdaki tüm halkları, inançları, kesimleri katletmişiz. Dünyada en az Hıristiyanın yaşadığı Müslüman ülke olmuşuz. Soylarını kurutmuşuz insanların.
Bir öncenin fail kimliği bir sonranın mağduru olmuş.
Şimdi de Kürtleri katlediyorlar. Büyük sürgünlerle çöllerdeki çetelere yem edecekler halkı. Tam yüz yıl önce tam da o coğrafyada Ermenilere yaptıkları gibi yapıyorlar. Dünya yine başka tarafa bakarken coğrafyayı Kürtlerden “arındıracak” bir vahşeti hayata geçiriyorlar. Onların yerine getirecekleri insanlar belirlemişler. Onların mahallelerine, evlerine, topraklarına el koyup yağma edecekler. Hepimizin gözüne baka baka yapacaklar bunu.
Peki bizler niye yol veriyoruz bu suça?
Cevabı basit, çünkü biz katil bir ülkeyiz işte.
Geleneğimiz budur…