İsveç: Haziran ayından itibaren Eskilstuna’da dilencilerin karakollara gidip ücret karşılığında resmi olarak dilenme izni almak zorunda kalacak.
2018’in Haziranı’nda Eskilstuna belediyesi kendi içerisinde “pasif para biriktirme” olarak geçen kavramı yani dilenciliği belirli bir ücret karşılığında resmileştirdi. Bu “özel-yerel” bir karar ve İsveç genelini bağlayacak bir yasa değişikliği olarak durmuyor.
2016-2017 yıllarında yaygınlaşan yasaklama tartışmaları bugün çok daha kapsamlı bir boyutta sürüyor. Özellikle liberal-muhafazakar ve ırkçı kesim tarafından sürdürülen bu tartışmalar henüz somut bir karar aldırmış değil. 2018’te meclise yasaklanmasıyla ilgili bir yasa maddesi sunulmasına rağmen önerge geçmedi.
1981 yılına kadar İsveç’te dilenmek yasaktı, bu tarihten itibaren ise bir yasa değişikliğiyle serbestleşti. Dilenmek zorunda kalanların çoğu Romanya ve Moldova gibi ülkelerden geldiği için herhangi yasal bir kısıtlama da AB kanunları çerçevesinde mümkün olmadı çünkü AB vatandaşlarının 3 ay boyunca başka bir AB ülkesinde o ülkenin sosyal kurumlarına ‘’yük olmama’’ şartıyla bulunma hakkı var.
Şöyle bir durum söz konusu; evet dilenmek yasak değil ama tam olarak serbest de değil, ancak topluma açık yerlerde dilenmek serbest (parklar, yollar, sokaklar, meydanlar) ve bu alanların dışında özellikle de insanlara doğrudan ‘’rahatsızlık’’ vererek dilenmek ise yasalara aykırı.
Belediyenin resmi internet sitesi haricinde SR olarak bilinen İsveç Radyosu’nda hafta başında konuyla ilgili bir haber geçmişti. Belediye yetkilileri konu hakkında kısa bilgiler verdi.
Haberlerde çıkan dilenmenin resmileşmesi doğru fakat genel bir uygulama değil çünkü dilenmek (henüz) ülke genelinde yasaklanmadı. Ülke genelinde dilenmenin yasaklanmaması özerk olan belediyelerce alınamayacağı anlamına gelmiyor ki şuanda 3 belediyede dilenmek resmen yasak.
Bunlar Vellinge, Staffanstorp ve Katrineholm. Katrineholm’da sosyal demokratlar en büyük parti çıksa da çoğunluk ırkçı muhafazakar-liberal kesimde.
Bu belediyelerde yasa geçmiş olmasına rağmen itirazlardan dolayı sürecin sona ermesi bekleniyor. İçlerinden 1 belediye yeterli bilgi kaynağının sağlanması için süreyi uzatmış.
Bu belediyelerin haricinde ise 3 belediyede oylama yapılmış ve onaylanmamıştır. Bunlar Munkedal, Eskilstuna ve Töreboda belediyeleri. Bu üç belediyenin seçim sonuçlarına dair ise dikkat edilmesi gereken konu Sosyal Demokratlarla hareket edebilecek güçlerin doğru değerlendirilmesi; örneğin, Centerpartiet (Merkez Parti) son derece neo-liberal, katı bir partidir.
Tarihi büyük çiftçilerin yani toprak sahiplerinin-üreticilerinin partisi olmakla beslenmiş günümüzde çiftçiliğin boyutu değiştiğinden özüne sadık kalarak liberal muhafazakar politikalarını güne uyarlamaya çalışmış ve ona göre de belirli bir kitle desteği almış bir partidir fakat son seçimlerde ırkçılara karşı belki de sol diye tarif edilen sosyal demokratlar, Sol Parti ve Çevre Partisi’nden bazen sesini daha çok çıkarmıştır.
Bu tabloya göre Sosyal demokratlar (S), Sol parti (V), Çevre Partisi (MP) ve çoğu zaman bunlara destek olarak Liberaller (L) ve Merkez Partisi (C ) bu tür ırkçı yasa tekliflerine karşı beraber hareket etmişlerdir.
Ne var ki, ırkçıların birinci parti olarak çıktığı bölgelerde Moderatlar ve yer yer de Liberaller bunlara destek çıkmıştır. Anlaşıldığı üzere Liberaller küçük ölçüde, Moderatlar ve Hristiyan Demokratları ise büyük ölçüde tüm alanlarda ırkçılarla ittifak içinde olmuşlardır. Bu iki partinin merkezi politikasına baktığımızda Moderatlar ırkçılarla olası bir ittifaka olumlu fakat ürkek yaklaşırken Hristiyan Demokratları açıktan ittifak edilmesi gerektiğini birçok kez vurgulamıştır.
Ülkenin sol kesiminden ise dilenciliğin yasaklanmasıyla ilgili tartışmalarda sorunun özünden çok pragmatist ve oportünist yaklaşımlarla soruna çözüm önerileri getirmiştir. Yasaklanmaması gerektiğini düşünen sol kesimin en temel dayanağı insani boyutuyla ilgili.
Bu durum ister istemez tartışmaların doğru nitelikte sürmemekte ve kitlelere dilenmenin hangi nedenlerle ve kimler tarafından uygulandığı açıklanmamaktadır. Oysa ki sorunun özü kapitalizmin rekabetçi ve güvencesiz sömürü düzeninde yatmakta.
İsveç’in AB üyeliğinden çıkması, Romanya ve Moldova gibi ülkelerden gelen ucuz işgücü ve uluslararası tekellerin neden olduğu yoğun işsizlik ve sömürü çarkının tasfiye olması gerekir.
Yasaklanması gereken dilenmek değil buna neden olan emperyalist kapitalizmdir. Ancak bu öz kavranıldığında gerçek nitelikte bir tartışma yürütmek mümkün olur ve bu görev ülke devrimcilerinin, sosyalistlerinin görevidir.
Bu anlamda, İsveç’te ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı yürütülen çalışmalarda Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin de katılım sağlaması, bu türden yaklaşımlarla mücadele etmesi ve ezilenlerle dayanışma içerisinde bulunması anın görevlerindendir.
Örneğin İsveç’te sol-demokrat kesimlerce anti-emperyalist ve anti-faşist mücadelenin birçok kez ayrı tutulmaya-gösterilmeye çalışılmasına karşı emperyalizme ve faşizme karşı gerçekleştirilen mücadelenin ideolojik-ekonomik özü itibariyle birbirinden ayrı veya farklı olmadığını kavratmak bile günümüzde son derece önemlidir ve her ikisine karşı yürütülen mücadele birleştirilmelidir.