Nisan sonlarında “Sudan’da ezber dışı olaylar” başlığıyla bu gazetede bir makalem yayınlanmıştı. Ülkeye dışarıdan müdahale eden bölge devletleri arasındaki rekabet değerlendirilmişti. Bu kapsamda Türkiye-Katar ikilisiyle Mısır-Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında dönen nüfuz mücadelesinin Sudan ile Libya’daki iç çatışmalara nasıl yansıdığına değinilmişti.
Özellikle Türkiye’nin Libya’daki taraflardan birini aktif desteklemesinin yakın gelecekte çok tartışılacağına ve dolayısıyla bu konunun farklı bir zamanda ele alınması gerektiğine işaret edilmişti. Fehim Taştekin, birkaç hafta önce ve yine bu gazetede, “Türkiye’nin Libya savaşı” isimli bir analiz kaleme aldı. AKP hükümetinin yıllardan beri Libya’ya nasıl ve hangi gerekçelerle müdahale ettiğine dair ayrıntılı örnekler sundu.
Ben ise, Türkiye’nin müdahalesine değinmekle birlikte esas olarak Libya’da yabancılar adına verilen vekâlet savaşına ve petrol pastasından pay kapmayı da içeren iktidar kavgalarına ilişkin örneklere yer verdim.
Libya krizi, 41 yıllık tek adam diktatörlüğünü sürdüren Muammer Kaddafi’nin 2011 yılında aslında dış askeri müdahaleyle devrilmesi olayıyla beraber, başından beri büyük devletler arasındaki enerji kavgası olarak başladı ve hâlâ sürüyor. Fransa, Amerika’ya kaptırdığı Kuzey Afrika’daki jeopolitik üstünlüğünü, yeniden elde edebilmek için İngiltere ile birlikte Libya’ya askeri müdahalenin yolunu açtı. ABD ise bu fırsatı iyi değerlendirerek, Rusya ile Çin’in bu ülkedeki politik nüfuzlarını ve yatırımlarını tasfiye edecek biçimde hareket etti. Yeni Osmanlıcılık politikasıyla Arap ülkelerini tarihi arka bahçesi ve doğal nüfuz bölgeleri olarak düşünen AKP lideri Recep T. Erdoğan, “NATO’nun ne işi var Libya’da” diyerek itiraz etmeye kalktı. Ancak ABD ve Avrupalı devletler tarafından çabucak susturuldu.
AKP iktidarı, mecburen Libya’yı işgal eden Batılı güçlere “erkete” oldu, gözcülük yapmakla yetindi. Fakat başka bir hesapla ve zaman içinde Libya’daki iç kavganın tarafı haline geliverdi. Amacı, Ortadoğu’daki devletler oyununda büyük bir hakimiyet alanı elde etmek ve bölgedeki Müslüman Kardeşleri (Ihvan) destekleyip iktidara taşımak suretiyle yeni siyasi-ideolojik bir hinterland yaratmaktı. Suriye’den başlattığı hayali projesinin bir ucu Libya, diğeri de Sudan ile Katar’a kadar uzanıyor.
Onun için Libya’da dönen yerli ve yabancı kapışmanın bir adı da kurtlar sofrası olabilir; diğer yüzünde ise kan ve petrol davası yatmaktadır.
Sofraya üşüşmüş irili ufaklı kurtlara gelmeden önce, Kaddafi sonrası dış müdahaleye zemin hazırlayan birkaç gelişme ve buna uygun saflaşmaya göz atalım: Libya meselesi, Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşunun en çetrefilli konularından biri. Çünkü geniş bir ülke. Başkent Trablus’ta BM üyesi ülkelerin birkaç yıl önce meşruiyetini tanıdığı Milli Mutabakat Hükümeti var. Başında ise şimdilerde Türkiye ile Katar’ın desteklediği Fayiz el Sarrac bulunuyor.
Bu hükümet, Fecr-ul Libya (Libya Şafağı) adlı çatı altında birleşen çoğu radikal İslamcı (silahlı cihatçı) gruplar ile siyasi etkisi kitle tabanından çok daha büyük olan (yine Türkiye-Katar ikisi sayesinde) Müslüman Kardeşler (Ihvan) hareketiyle ittifak kurmuş. Karşıt kesimdeki oluşum ise, Libya Parlamentosu (Libya Milli Meclisi) şemsiyesi altında Tobruk-el Beyda şehrinde faaliyet yürütüyor.
41 yıllık Kaddafi (tek adam) yönetiminin devrilmesinin ardından doğan siyasi-askeri boşlukta siyasi gruplar, çoğu çetecilik yapan silahlı milisler, yarı askeri oluşumlar ve cihatçı (el Kaide, IŞİD, Ihvan ve Selefi hareketlerinin uzantıları) militanlar tarafından dolduruldu. Bu dağınıklığı gidermeye çalışan askeri şahsiyetlerden biri Halife Hafter oldu. Kendisi yıllar önce yani Kaddafi döneminde subayken Çad ile yaşanan başarısız savaştan sonra firar edip Amerika’ya sığınmıştı.
Hafter, orada boş durmamış, Amerikan istihbarat ve askeri çevrelerle sıkı irtibat kurmuştu. Kaddafi’nin devrilmesi için sonuçsuz bazı girişimlerde de bulunmuştu. Kaddafi devrilince, ABD’nin teşviki ve desteğiyle Libya’ya döndü. Mantar gibi türeyen ve ülkenin dört bir yanında başına buyruk hareket eden milislerin bir kısmını Milli Libya Ordusu (MLO) bayrağı altında topladı. Hafter, Tobruk’taki parlamentodan, rütbesinin mareşalliğe terfi edilmesi yolunda bir karar çıkarttı.
Gerekli silah ve parayı temin edebilmek amacıyla başta komşu ülkeler olmak üzere (Cezayir, Mısır gibi) petro dolar zengini Körfez ülkeleriyle (özellikle Suudi Arabistan ve BAE) ilişki kurdu. Böylece Libya’daki iç kutuplaşma, ülkenin iç saflaşması olmaktan çıktı; bölgesel ve uluslararası bir rekabet ve mücadele alanına döndü. BM, ülkedeki çok boyutlu çatışmaları önlemek gayesiyle 16 Eylül 2011’de “Libya’ya Destek İçin BM Heyeti” adıyla altı kişilik bir komisyon/delegasyon kurdu, Maksat, ülkenin savaş ve kaos ortamından çıkmasına yardımcı olabilecek bir geçiş aşamasına hazırlık yapmaktı.
Hasım taraflar arasında uzlaşma ve mutabakat sağlanacaktı. Yasaların geçerli olduğu bağımsız bir sivil yönetim kurulacak; hilesiz seçimler yoluyla da yasama ve yürütme organları teşkil edilecekti. Geçiş merhalesini yönetecek altı diplomat, süreç içinde nöbetleşerek bu işi yöneteceklerdi. 2012-2014 yılında çatışmalar biraz duruldu ve milletvekili seçimleri yapıldı. Libyalı taraflar arasında sağlanan mutabakat (Suyehrat Antlaşması veya Vesikası) 17 Ocak 2015 tarihinde Fas’ta imzalandı.
BM Güvenlik Kurulu, 23 Aralık’ta imzalanan belgeyi kabul ederek ülkedeki çözümün çerçevesi olarak sundu. Antlaşmanın uygulanabilmesi için iki özel temsilci tayin etti. Biri Alman diğeri de Lübnan uyruklu diplomatlardı. Fakat beklenen ve umulan gerçekleşmedi; Libya, şimdi uzlaşmadan uzak ve iç savaşa daha yakın bir noktaya gelmiş durumda.
Hafter’in destek aldığı ülkeler arasında ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE bulunuyor. Trablus’a yönelik son saldırısından önce ABD Başkanı Trump ile telefonla konuşan Hafter, sanki böyle bir taarruz için Amerikan yönetiminin onayını almış gibi Gazap Volkanı adıyla operasyonu başlatmıştı. Bu arada Fransa Cumhurbaşkanı ile görüşmüştü. Ancak bu ülkelerin destekleri mutlak değil, değişkenlik arz ediyor.
Söz gelimi Trablus’a yönelik başarısız Gazap Volkanı operasyon sonrasında bir mülteci kampına saldırıp katliam yapan Hafter ordusunun bu eylemi, BM Güvenlik Kurulu toplantısında tartışma konusu oldu. Hafter, “mültecileri canlı kalkan olarak kullanan hasım milis güçlerin katliamın gerçek müsebbipleri olduğunu ve AB ülkelerinin de sivil mültecileri korumakta çaresiz kaldıklarını” ileri sürerek, suçlamalardan sıyrılmaya çalıştı.
ABD, katliamı görmezden gelerek müttefiki Mareşal Hafter aleyhine herhangi bir karar almasını veto etti. İngiltere, Hafter cephesine biraz daha mesafelidir. Rusya ile Fransa, Amerika ile Suudi Arabistan ve BAE kadar destek vermiyorlar. Rusya, son Trablus operasyonundan hoşnut olmayan bir açıklama yaptı.
Rusya’nın iki tarafa da mesafeli tutumunun arka planında üç önemli nokta dikkat çekiyor: “Rus lideri Putin, geçen hafta Libya konusunda mesaj verdi:
1. ‘Libya’daki olayların nasıl başladığı önemli. NATO Libya’yı bombaladı, devlet sistemini yok etti.’ Putin bu mesajıyla çözüm için sorunun kaynağına inilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
2. ‘İdlib’den Libya’ya sızma endişe verici.’ Soçi mutabakatına göre Türkiye’nin sorumluluğunda olan İdlib’de mutabakatın gerekleri tam olarak yerine getirilmedi. AKP hükümeti, ısrarla Rusya hava kuvvetleri destekli Suriye ordusunun harekâtına karşı çıkarak, fiilen İdlib’deki terörist grupları korumuş oluyor. Şimdi onlardan bazılarının Libya’ya geçmiş olması da ciddi sorun yaratıyor. (Bu grupların Libya sahasında kimin yanında konumlanacakları ileride daha da ciddi soruna dönüşecek!)
3. ‘El Serrac (Trablus hükümeti başkanı) ve Hafter’le (Tobruk merkezli yönetim ile ordunun baş sorumlusu) eşit ilişkilere sahibiz.’ Rusya Devlet Başkanı, Libya’daki iç savaşta tarafsız olduklarını, iki taraftan birini -üstelik sahada silahla savunmanın- yanlış olduğunu belirtmiş oluyor.
4. ‘Hedef diyalog ve devletin inşası.’ Putin Libya’nın bölünmesini değil, birliğini savunuyor; bunun yolunun da NATO’nun yıktığı devletin inşasından geçtiğini vurguluyor.” (Mehmet Ali Güller, 11 Temmuz 20019. Cumhuriyet gazetesi) BAE, yardımdan geri kalmamakla birlikte arka planda durmayı; şimdilik Yemen ile Sudan’daki olaylara yoğunlaşmayı tercih ediyor. Mısır, Trablus’u düşürme planının gelecekte başka bir Libya iç savaşına dönmesinden çekiniyor. Sonuçta çıkabilecek büyük kaosun, Libya’nın komşularına (Cezayir, Tunus, Mısır gibi) olumsuz biçimde sirayet edeceğini düşünüyor.
Bölge devletleri, orta boy kurtlar sayılabilirler: Bu kurtlar arasında ne türden boğuşmalar olduğunu somutlaştıralım: Alman Haber Ajansı, 30 Haziran tarihli haberinde, Libya Meclis Başkanı Aqile Salih’in, Libya Silahlı Kuvvetler başkomutanı sıfatıyla “ülke çapında üst düzeyde alarm” duyurusu yaptığını yazdı.
Çünkü Libya Milli Ordusu (LMO) Komutanı Meraşel Halife Hafter, başkent Trablus’ta bulunan hasım/düşman Milli Mutabakat Hükümeti’ne aktif destek veren Türkiye’ye ait kara, deniz ve hava araçlarının vurulacağını ve Libya’da bulunan Türkiyelilerin tutuklanacağını duyurdu. Bu tehdide karşılık veren Savunma Bakanı Hulusi Akar, Hafter askerlerinin böyle bir girişimde bulunmaları halinde kendilerine gereken sert cevabın verileceğini açıkladı.
Türkiye, Katar ile birlikte içinde Müslüman Kardeşler örgütü ve silahlı birim temsilcilerinin yer aldığı Milli Mutabakat Hükümeti’ne (MMH) arka çıkmakla kalmıyor. Trablus’taki MMH yönetimiyle arasında varılan özel anlaşma gereği askeri, lojistik ve siyasi yardımlarda bulunuyor. Suudi gazetesi el Hayat köşe yazarı Muhammed Bedreddin Zayid’in 26 Mayıs 2019 tarihli makalesine göre; “sunulan yardımlar arasında tank, zırhlı araçlar, bazı roket ve füze türleriyle Suriye’deki İslamcı silahlı militanların (İdlib ve Türk ordusunun denetimi altındaki Suriye topraklarından) Libya’ya aktarılması da bulunuyor.
Trablus’taki hükümete bağlı bazı silahlı birimlere askeri eğitim de veriliyor.” Bu konu, şu anda Libya’da Türkiye ile rekabete girmiş bulunan Körfez ülkelerinin (başta Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere) medyasında haber-yorum biçiminde yayınlanıyor. Londra merkezli Ray el Yom gazetesine 7 Temmuz tarihli bir makale yazan Omar Necip’in iddiası şöyle: “Kimi diplomatlara göre; Türkiye, Trablus’ta bulunan ve Fecr-ul Libya çatısı altında toplanmış bazı silahlı İslamcı gruplara insansız hava araçları (İHA gibi) ile askeri araç-gereç (zırhlı araçlar, arabalar) vermiş. Sebep, Trablus’u düşürüp ele geçirmek için büyük bir harekât başlatan Hafter komutasındaki LMO’unun önünü kesip başarısız kılmaktı. Nitekim de öyle oldu. Türkiye’nin destekleyip donattığı milisler, Hafter’in karargâhı sayılan Ğaryan bölgesine saldırıp şehri tekrar ele geçirdiler.
LMO, taktiksel bir bozguna uğradı. ” Tabii, Ankara yönetimi, “Trablus’taki hükümetin Birleşmiş Milletler tarafından tanındığını ve bu bağlamda uluslararası meşruiyeti bulunduğunu” gerekçe gösteriyor. Hafter’in Trablus’u almaya yönelik başarısız taarruzunun ardından Hafter’in Türkiye’yi tehdit etmesini yorumlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trablus’daki MMH ile varılan “askeri anlaşma gereği” yardımların aynen devam edeceğini söyledi.
Hem Erdoğan hem de Hulusi Akar’ın hiç bahsetmedikleri ayrıntı şurada: Türkiye, Katar’la işbirliği içinde Trablus’taki yönetimin müttefikleri sayılan Müslüman Kardeşler hareketi (yasal kanadı İnşa ve Adalet Partisi-İAP) ile Fecr-ul Libya çatısı altında bulunan bazı radikal silahlı cihatçılara da askeri eğitim-lojistik desteği sunuyor. Bu örgütler de Hafter’in başında bulunduğu LMO’suna karşı savaşıyorlar. Trablus’taki hükümet ve müttefiki İslamcı militanlar/hareketler ile Hafter ve bağlaşıkları arasında ölümüne bir iktidar kavgası var.
Nitekim Hafter’e bağlı askeri birimler, temmuz başında Trablus’taki havaalanında Türkiye’ye ait bir insansız hava aracını imha ettiklerini duyurdular. Meğer Hafter’in tehdit nedenlerinden birisi de bu hava aracının Trablus’taki MMH kuvvetlerini destek için gönderilmiş olmasıymış. Bu arada toplam sekiz kişinin de iki farklı yerdeki Hafter’e bağlı milisler tarafından yakalandığı duyuruldu. Yoksa, Amerikancı ve Batıcı Mareşal, durup dururken Türkiye’yi niçin tehdit etsin!
Londra’da yayınlanan Suudi gazetesi el Hayat gazetesi köşe yazarı Faris bin Hezzam, 4 Temmuz’daki makalesinde şöyle yazmış:
“Birçok ilgili sorup duruyor: Türkiye, Libya’dan ne istiyor? Niçin bu ülkeye böylesine açıkça müdahale ediyor ve çatışan hasım taraflardan birinin diğerine galip gelmesine arzuluyor? Acaba doğalgaza mı göz koymuş yoksa (başkent) Trablus’ta mı gözü var? Acaba bölgedeki bütün kapı ve pencereler yüzüne kapandıktan sonra, Türkiye Akdeniz’deki kazanımlar (muhtemelen Kıbrıs çevresindeki denizaltında bulunan doğalgaz yataklarından yararlanmak amacıyla) elde edebilmek için süren kavgada, Libya ve Trablus’u bir çıkış yolu olarak mı görüyor?’ Akdeniz’de fiilen başlamış olan doğalgaz soğuk savaşının alevi yayılmak üzere; Türkiye, bu işe karışan ülkeler (Avrupa ülkeleri, Yunanistan, Kıbrıs Rum Hükümeti, Lübnan, İsrail, Mısır) tarafından deniz sahası (karasuları) sınırlarının çizilmesinden ötürü asabileşmiştir.”
Cumhuriyet yazarı M. Ali Güller, yukarıda alıntılanan makalesinde, Libya’daki kurtlar sofrasında Türkiye ile Rusya’nın tutumlarının niçin birbirlerine zıt olduğunun cevabını da sunmuş:
“Peki, Erdoğan’ın Libya’ya bakışı Astana ortağı Putin’den neden bu kadar çok farklı? Elbette iki ülkenin çıkarları farklıdır, ama bu örnek özelinde mesele AKP’nin ihvancılığıyla (Müslüman Kardeşler hareketinin zihniyeti ve siyasi amaçlarıyla-F.B.) ilgilidir! Libya’daki taraflardan birini destekleyerek diğerine karşı savaşmasının, Türkiye’nin Doğu Akdeniz çıkarlarıyla ilgili olduğunu savunanlar var. Biz buna iki nedenle katılmıyoruz. Henüz Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin bulunmasından, bunun çıkarılmasıyla ilgili anlaşmalar yapılmasından ve Batı’ya hangi güzergâh üzerinden gönderileceği sorunu üzerinden yeni ittifaklar kurulmasından önce AKP hükümeti Libya’da taraf oldu. Türkiye Libya’da Doğu Akdeniz çıkarları için değil, AKP hükümetinin ‘özel ajandası’ nedeniyle taraftır!”
Libya’da boğuşan küçük kurtlardan maksadımız, Libya’daki dış destekli siyasi ve askeri güçlerdir. Cephenin bir tarafında Hafter’in başında bulunduğu Libya Milli Ordusu (LMO) ile müttefikleri var; diğer tarafında başkent Trablus’ta hüküm sürmeye çalışan Milli Mutabakat Hükümeti (MMH) ile belkemiğini cihatçı İslamcıların (el Kaide, IŞİD kalıntıları, İhvancı kesimler gibi) oluşturduğu 35 farklı grup bulunuyor.
Hafter, İslamcı kesimler arasında Selefi diye bilinen geleneksel şeriatçı bağnaz bir hareketin bazı kesimlerini yanına çekmeyi başarmış. Libyalı araştırmacı Beşir el Zevawi, bu bağnaz hareketin Suudi Arabistan yönetimi ve oradaki köktenci dinci kesimlerle olan bağlantısına işaret ediyor. Dini önderleri Şeyh Rabii el Medhali olarak biliniyor. Öteden beri onun fetvaları doğrultusunda faaliyet gösteriliyormuş. Şeriat anlayışları gereği ülkenin hükümdarına/başkanına itaat eder ve asla fitne yahut isyan çıkarmaya tevessül etmezlermiş.
Şeyhlerinin soyadına atfen bunlara Medhaliciler deniliyor. Kaddafi, bu Selefi akımı, cihatçı veya Ihvancı kesime karşı kullanabilmek için ince bir siyaset gütmüş. İstihbarat ve güvenlik birimlerine, “Bunları yakından gözetleyin ama dokunup tutuklamayın. Zira zararsız insanlardır” yolunda talimat vermiş. Nitekim 2011 yılındaki ilk sokak protestoları sırasında bu çevre, olaylara asla karışmadı. O zamana kadar da isimleri doğru düzgün bilinmez ve hele hele siyaset arenasında esamileri bile okunmazmış.
Ne zaman ki Kaddafi’nin üçüncü oğlu el Saidi, Suudi televizyon kanalı el Arabiye’de, bu dinci kesimin protestolara katılmayıp iktidarın yanında yer aldığını duyurdu; o kargaşa içinde adları kamuoyunun dikkatini çekti. Aslında cihatçı akımlara karşı bir Kaddafi imalatı olarak sahneye çıkarılmış bir hareket söz konusuydu. Kaddafi dönemindeki bir istihbarat belgesi, bunu gösteriyor.
Kaddafi devrilince, birçok silahlı grup türedi. Bu Selefi akımın temsilcileri, 2012 yılı itibarıyla Kaddafi sonrası siyasi oluşumların ülke çapındaki faaliyetlerine sıcak bakmadılar. Çünkü demokrasiye ve seçim sistemine inanmıyorlardı. O sıradaki başbakan Ali Zeydan, Suudi Arabistan’ın ziyareti sırasında ülkedeki bağnaz Selefi din adamlarından “Libya’da demokratik sürece ve bu arada milletvekili seçimlerine katkıda bulunma” konusunda bir fetva vermelerini rica etti.
2014 yılına kadar geleneksel Selefi akımlarından hiçbiri, silahlı bir örgüt kurmuş değildi. Fakat bazı unsurları, kendi dışlarında oluşturulmuş silahlı hareketlere katılmışlardı. Bunların en bilinen örneği, Eşref el Meyyar, başarılı bir askeri komutan olarak sahnede boy gösterdi. Ülkenin doğusunu denetimi altına almış bulunan General (sonradan Mareşal) Halife Hafter’i destekledi. Çünkü el Meyyar, 2011 yılındaki çatışmalar sürecinde en etkin ve vurucu gücü olan silahlı bir birimi kurmaktan geri durmamıştı. Serrıye-ül Ağa isimli bir tabur kurmuş ardından 17 Şubat Alayı’nın himayesine geçmişti.
Mayıs ayında Hafter’in başını çektiği “Onur Operosyanu”na dâhil oldu. Bu Selefi birimlerin silahlı çatışmaya girmelerinin en başat gerekçesi, Şeriat Yandaşları ve Kalkan Taburları isimli dinci gruplar tarafından kendi elemanlarına karşı Bingazi şehri çevresinde gerçekleştirdikleri seri suikastlar idi. O günden beri el Medhalici kesim, Hafter’i “meşru yönetici/önder” olarak kabul ediyor. İki taraf arasındaki ittifak, bu Selefilerin savaş kurallarına uymayarak, bildikleri bağnaz dini anlayışları doğrultusunda rastgele oraya buraya saldırmalarına engel değil. Hafter, ihtiyaç duyduğu bu vurucu gücün başıbozuk ve hatta serserice serdengeçti tavırlarına göz yummak zorunda.
Onlarla ittifakı iki nedenle bozamaz; en azından şimdilik onlardan vazgeçemez. Çünkü çok ciddi vurucu bir milis gücüne sahipler. Emniyet asayiş/istihbarat bölümü ile operasyonel emniyet güçlerini (tutuklama, işkence, suikast, öldürme dairesi) ellerine geçirmişler. Hafter de çatışma dengesini kendi lehine çevirebilmek için onlara muhtaç. Hafter’in başkent Trablus’u ele geçirme kavgası sürdükçe, ittifak bozulmaz.
Ancak Hafter ile birlikte hareket eden bazı liberal ve laik müttefikleri, bu bağnaz ve kötü şöhretli Selefi güruhun berbat/skandal faaliyetleri nedeniyle, onların da radikal cihatçılardan farklarının bulunmadığını söylüyorlar. Onların askeri bakımdan destekleyip donatılmasının fahiş bir hata olduğunu belirtiyorlar. Gel gelelim Mısır ve Libya’daki bağnaz Selefi hareketlerin baş himayecisi Suudi Arabistan olduğundan, iç savaşta Mısır-Suudi ekseninden büyük bir destek gören Meraşel Hafter’in bahsedilen şeriatçı (bütün pis işlerine rağmen) dostlarından kopması imkânsızmış gibi görünüyor.
Aslında bu Selefi hareketin tarafsız ve bağımsız bir silahlı örgüt olduğunu söylemek imkânsız. Tersine, o günden beri bölgesel dengelere oynayıp şu yahut bu ülkelerle bağlantı kurabiliyor. Mesela Mısır’da, her zaman rakibi olarak gördüğü Müslüman Kardeşler (Ihvan) hareketine karşıt bir tutum takındı; ardından Ihvan hareketinin cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’nin asker tarafından devrilmesini destekledi.
Keza mevcut Mısır yönetiminin de Libya’nın doğusundaki dinci/şeriatçı yönetimine arka çıktığını bilmeyen yoktur. Mısır Devlet Başkanı General el Sisi, ülke içinde ve Libya’daki Ihvan mensuplarına karşı onlarla işbirliği yapmaktan kaçınmıyor. Tersine, Bingazi’de şeriatçı Selefi çevrelerle ile iktidarın seçip gönderdikleri genç ve acemi din adamlarını, Kahire’deki El Ezher İlahiyat (Şeriat) Üniversitesi’nde eğitiyor.
Selefi akıma mensup silahlı gruplar, esas olarak Hafter’in cephesinde savaşmakla birlikte, bazı birimleri Trablus ve Sirte çevresinde Milli Mutabakat Hükümeti diye bilinen karşıt cephede bulunuyorlar; tarafsız bir tutum içine girmiş, savaşın seyrini bekliyorlar. İcabında değişen dengelere göre saf değiştirebilirler. Özellikle Selefi akımın farklı bir kolu tarafından kurulan Özel Caydırıcı Kuvvet (ÖCK) isimli vurucu operasyonel güç, genelde düşman bellenmiş olan Trablus’taki hükümete silahı doğrultmayı şimdilik doğru bulmuyor.
İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren bu birimin insan kaçakçılığı dâhil karanlık işlerde çalıştığı ve ekonomi yönetimini eline geçirdiğine dair yerli ve yabancı (BM tarafından) ciddi raporlar var. Trablus Hükümeti’nin sözcüsü ve Başkanlık Konseyi’nde bulunan Fayiz el Sarrac’ı karşılama merasimine bile katılabiliyor bu ÖCK. Trablus’taki diğer silahlı oluşumlarla birlikte zaman zaman ABD yönetimi de bu birimle birlikte çalışabiliyor.
Hafter’in hasım cephesinde bulunan Trablus’taki Milli Mutabakat Hükümeti (MMH) ise, çevresine toplanmış çoğu cihatçı ve İslamcı 35 silahlı örgütle başa çıkamıyor. Başıbozuk milisler hayatın çeşitli alanlarına ve yerel yönetimlere el koymuşlar. Asayiş çığırından çıkmış. Bu başıbozukluk, MMH yönetiminin kurmayı tasarladığı “Cumhuriyet Ordusu” projesini baltalıyor. Silahlı milisler düzenli ordu içinde erimeye yanaşmıyorlar. Dolayısıyla hükümetin elindeki biricik koz, BM Güvenlik Kurulu ve diğer uluslararası camia tarafından meşru kabul edilmiş olmasıdır.
Aynı hükümet, iki ciddi vurucu gücü yanına almayı başarmış. Bunların birinin ismi Bunyan el Marsus (Sağlam Bünye/Sağlam Yapı), diğeri ise Feth-ul Mubin (Açık Fetih). İki dinci güç, isimlerini Kuran ayetlerinden almışlar. Bunyan el Marsus, AFRICOM (ABD’nin özellikle Kuzey Afrika’daki cihatçılarla mücadele için kurduğu askeri birim) ile beraber, 2016 yılında IŞİD militanlarını Sirte şehrinden kovmuştu. Mısrata şehrinde askeri üsleri ve eğitim kampları bulunuyor.
Orada bir de havacılık akademisi kuran örgüt; pilotlara talim yaptırıyor arada bir de düşman mevzilerini bombalamaya gönderiyor. Libyalı emekli general el Beşir el Safsafa’ya göre, Hafter askerlerinin taarruzunu durduran iki askeri kuvvetten birisi olarak tanınıyor. İkinci kuvvet ise, “Terörle Mücadele Güçleri” olarak biliniyor. Ülkedeki askeri oluşumlar arasında en organize olmuş ve nitelikli eğitim almış bir birim sayılır. Ara sıra Amerikalı askerlerle ortak hareket edebiliyor.
Trablus’ta garip şeyler meydana geliyor. Türkiye’nin arka çıkıp lojistik yardımlarda bulunduğu MMH yönetiminin müttefiki sayılan farklı milis (daha doğrusu silahlı çeteler olarak nitelenecek) grupları, insan haklarını keyfi biçimde ihlal ediyorlar, denetimi altındaki bölgeleri mafya tarzıyla yönetiyorlar, her tarafı haraca kesmişler; günlük yolsuzluk, gasp ve adam kaçırma olaylarına karışıyorlar. Bu halleriyle tam bir vahşi Batı görüntüsü veriyorlar.
Semtler, rakip milis çeteleri arasında paylaşılmış. Asayiş çok kırılgan, New York Times gazetesinin Kahire’deki temsilcisinin alandaki tanıklıkları ve gözlemleri de bu yönde. Onun konuştuğu bir milis komutanı, “Libya, adam kaçırma bakımından tam bir fırsatlar ülkesi” demiş. Aynı muhabir, gece boyu başkent Trablus’un mahallelerini dolaşırken, kendisini himaye edip şehir içini gezdirmek üzere anlaştığı bir milis grubu sorumlusu, yakın semtteki rakip milislerle çıkar amaçlı silahlı çatışmasını şöyle anlatmış:
“Mahallenin kimin denetiminde olacağı konusunda anlaşmazlık çıktı ve bayağı bir vuruştuk. Sonradan anlaşmak üzere bir masaya oturunca, ikimizin de aynı siyasi davanın tarafı olduğunu anlayabildik.”
Özetle Libya’daki savaş, aslında güneydeki şehirli milislerle aşiretler arası mikro iktidar kavgasıdır. Ek olarak ülkenin her köşe ve bucağından fırlayıp gelmiş silahlı grupların karmaşık/çok yönlü mücadelesidir: Arka planda petrol, servet edinmek var; onun arkasında da büyük devletlerle bölge ülkelerinin taktiksel veya stratejik çıkarları bulunuyor.
Peki, ABD ve Batı destekli Mareşal Hafter, başkent Trablus’u alıp burada kurulmuş bulunan hasım/rakip MMH hükümetini devirebilir mi? Trablus ve çevresini savunan yaklaşık 35 grup ile onları çatısı altında toplayan hükümete bağlı silahlı birlikler tarafa değiştirmediği sürece bu mümkün görünmüyor. Evet, böyle bir ihtimal hiç yok değil diyemiyoruz. Çünkü daha önce Libya’nın orta ve güney bölgelerinde üslenen bazı küçük ve orta boy silahlı gruplar, Hafter komutasındaki LMO’ya bağlı savaş uçakları tarafından bombalanmış; adeta çil yavrusu gibi dört bir yana dağılmışlardı. Böylece Hafter, havadan ve karadan ani baskınlar yaparak, bahsedilen bölgeleri ele geçirebilmişti.
Fakat kırsal alanlarda işe yarayabilen bu ani baskınlar, dünyanın gözü önünde bulunan Trablus gibi şehir merkezlerinde işe yarayamaz. Nitekim Hafter ordusunun nisan ayında uyguladığı ani saldırı, beklenen sonucu getirmedi. Tersine, güç kaybına yol açtı. Ayrıca başkenti alma başarısını imkânsız kılan şeylerden biri de Türkiye ile Katar’ın Libya’daki iktidar kavgasına ve vekalet savaşlarına fazlaca bulaşmış olmaları.
İtalya da zaman zaman Trablus güçlerine arka çıkabiliyor. Çatışan Hafter ve Trablus’taki Hükümet Başkanı Fayiz el Sarrac arasındaki kavgaya verilen dış destek, aşağı yukarı birbirine eşit durumda. Yine de dengeleri bozabilecek farklı sürprizler de yaşanabilir. Söz gelimi Trablus yönetimine arka çıkan Mısrata şehrini merkez alan silahlı birimler, Hafter’in orta bölgelerdeki bütün lojistik kanallarını ve yollarını keseceklerini ilan ettiler.
Bu, şu demektir: Hafter başkenti almayı tekrar denerse, Trablus ya çok uzun bir kuşatmaya maruz kalacak yahut ülkedeki iç savaş çeşitli bölgelere yayılarak genişleyecek. Buna karşılık Hafter, iç askeri dengeyi kendi lehine çevirebilmek amacıyla şöyle bir girişimde bulunuyor: Trablus’taki yönetime destek veren gruplar arasına girerek bazılarını devşirmek. Mesela bağnaz Selefi hareket olan Medhalicilerin kendisiyle beraber hareket eden kollarını, aynı dini görüşü benimseyen ama Trablus MMH yönetimi yanında yer alan grupları ikna etmek için kullanabilir.
Onları ikna konusunda Mısır ile Suudi Arabistan istihbaratının ciddi yardımından yararlanabilir. Çünkü anılan gruplar Suudi ile dini-ideolojik, Mısır ile de pragmatist (faydacı, eyyamcı, çıkarsı, fırsatçı) bir irtibat içindeler. Bu arada uyanık Meraşal’in 604’üncü Tugay ile Özel Caydırıcı Güç gibi aynı Selefi akımın iki farklı uzantısına de el attığı biliniyor.
Libya’daki iç çatışmalarda Türkiye ile birlikte Trablus yönetimini tutan ve Ihvan hareketine aktif destek veren Katar, Suudi-BAE,- Mısır ve Batılı ülkelerin adamı Mareşal Hafter’in kazanmasına şiddetle karşı çıkıyor. Söz gelimi Katar’ın yıllar önce satın aldığı el Quds el Arabi gazetesi, Mareşal’in Trablus’u ele geçirmek amacıyla başlattığı son haftalardaki askeri taarruzu (Gazap Volkanı) şöyle eleştiriyor:
“Hafter, askeri bir çıkmazda. Trablus’a yönelik macerası hesaplarını altüst etti. Bozgunla bitti. Ordusu peşi sıra mağlup oluyor, büyük zayiat veriyor. Kara saldırısı fiyaskoyla sonuçlanınca, elindeki biricik koz olan hava saldırılarıyla görünüşü kurtarmaya, içine girdiği açmazdan kurtulmaya çalışıyor. Dikkat edilsin; Hafter’in ele geçirdiği bölgelerde ciddi anlamda bir sivil yönetim ve hükümetten bahsedilemez. Tersine, onun yönetim tarzı mareşalizm ve militarist sekreterlik. Oysa, milislerle ülke yönetilmez. Bu yüzden de Libya’da vaziyet, kötüden betere doğru gidiyor.” (Subhi Hadidi. 7 Temmuz tarihli makale)
Buna karşılık Hafter’in yanında yer alan Libya Meclis Başkanı Aqile Salih şu açıklamayı yaptı: “El Sarrac, Trablus ve çevresinde cirit atan farklı milis gruplarına teslim olmuş vaziyette. Türkiye’nin de desteğine de mazhar olan bu milisler, ellerine geçirdikleri bölgelerden çıkarılmadıkça ülkedeki taraflar arasında siyasi çözüm olmaz!”
Yaklaşık doksan günden beri peşi sıra Trablus ve çevresini almaya yönelik askeri hücumların umulan neticeyi vermemesi, hatta bir yere kadar şimdilik fiyaskoyla sonuçlanması, aslında Hafter’in askeri bir kurum ve yönetim yaratma hırsına ket vurmuşa benziyor. Ülke daha fazla iç savaşa doğru kayıyor.
Bu yüzden Libya’nın kimi emekli komutanlarıyla sağduyulu düşünen bazı siyasileri, hasım taraflar arasında milli bir mutabakat sağlamak amacıyla iki inisiyatif oluşturmaya çalışıyorlar. İlk komisyon, daha önce Ğdams şehrindeki buluşmalarda kayıt altına alınan belgeleri, siyasi bir çözüm bulabilmek için yeniden formüle ediyor. İkinci komisyon ise eski Genelkurmay Başkanı Muhammed Şerif başkanlığında emekli komutanlardan oluşuyor ki, o da askeri konuların çözümüyle uğraşacak.
İki komisyonun alacağı netice, milli mutabakat belgesi diye sunulacak.
Trablus hücumundan sonra başarısız askeri operasyonların sürdürülmesi halinde, Libya krizine taraf olup yakından uzaktan müdahale eden Batılı devletler be Bölge devletleri, Hafter’e desteklerini yeniden gözden geçirip Trablus yönetimini güçlendirme yoluna gidebilirler. Böyle bir durumda Hafter, Batılı ülkelerin desteğini kaybetmemek gayesiyle petrol ve doğalgaz kozunu kullanma yoluna gidecektir.
Petrol işletmeleri yetkilileri, “petrol kuyuları ve tesislerinin askerileştirilmesi” konusunda uyarıda bulundular. Çünkü o sırada Hafter askerleri, belli bölgelerdeki bir iki petrol ve doğalgaz tesisini ele geçirmek veya tahrip etmek üzere harekete geçmişlerdi. Bu arada son zamanlarda şehirlerdeki sabotaj eylemleriyle bir türlü yerli yerine oturtulamayan ekonomi sektörü de Trablus’daki yönetimin başını ağrıtan yeni ciddi gelişmeler olarak ön plana çıkıyor.
Arka planında emperyalist devletlerle bölge devletlerinin askeri, siyasi ve ekonomik çıkarlarının bulunduğu Libya’daki iç savaş, bu aşamaya kadar kan ve petrol davası olarak ön plana çıkmış görünüyor.
Libya’da çatışan gruplara destek sunan Batılı ve Arap devletlerinin izleyeceği çıkara dayalı siyasetler de savaşın veya siyasi çözümün gidişatını derinden etkileyecektir. Çünkü verilen silahlı kavga, basit bir iktidar mücadelesi değil; aynı zamanda dünya ölçekli bir enerji mücadelesinin ve bölge çapındaki vekâlet savaşlarının bir parçasıdır. (20 Temmuz 2019. gazete Duvar)