Mübarek’in devrilmesinin ikinci yıl dönümünde, çıkan çatışmalarda 50’den fazla insan katledildi. Olaylar sonrasında Müslüman Kardeşler üç kentte sıkıyönetim ilan etti. Bu durum bir kez daha göstermektedir ki, “yeni” rejimle “eski rejim” kader ortaklığını devam ettiriyorlar. Rejimin karşısına bir toplumsal muhalefet çıktığında Mübarek rejiminin ordusu ile Müslüman Kardeşler aralarındaki türlü çelişkilere rağmen ortak bir tutum takınmakta hiç de zorlanmıyorlar.
Dünyadaki devrimci süreçleri incelediğimizde karşımıza büyük oranda sürecin başlangıcının kendiliğinden hareketlerle başladığı çıkıyor. Aynen Mısır’daki gibi… Mısır’da önceki yazılarımızda da sürekli vurguladığımız gibi, süreç kendiliğinden başlamıştı. Ekonomik krizin patlamasıyla kitleler Mübarek rejimine olan bütün öfkesini kusmaya başlamıştı. Sürecin kendiliğindenciliği bir yanda kitlelerin düzene karşı öfkesini gösterirken, öte yandan Mısır’daki toplumsal örgütlere, sürece müdahale etme, süreci kendi potasına sokma “hakkını” da beraberinde getiriyordu. Mısır’daki “devrimin” nereye evrileceği siyasi öznelerin süreci hangi oranda şekillendirdiğiyle birebir örtüşecekti.
Bilindiği gibi süreç, komünist bir önderliğin olmadığı/yaratılamadığı şartlarda ülkedeki daha örgütlü olan Müslüman Kardeşlerin lehine doğru dönüyordu. Ancak Müslüman Kardeşlerin de emperyalist efendilerinin mali krize çare bulamadığı şartlarda, fırtınalı denizde yol almaya çalışması, “kaptanın” yeteneksizliğiyle birleşince, kitlelerin öfkelerinin yatıştırılması mümkün olmamıştır. Bununla birlikte ufukta öfkeli kitleleri düzen içerisinde tutacak bir “parıltının” da belirgin olmayışı süreci Mısırlı devrimcilerin sürece olumlu müdahalelerine de zemin hazırlıyor.
Mısır’da yaşananlar kapitalist sistemin kriziyle birlikte çakışınca siyasi anlamda hayli ilgi çekici bir manzara ortaya çıkıyor. Müslüman Kardeşlerin ABD’nin yeşil kuşak projesi kapsamında bölgede ivmelenen “ılımlı İslamcılığın” (ki AKP’nin de böylesi bir sürecin sonucu olduğunu düşündüğümüzde durum daha anlaşılır olacaktır) rüzgârını arkasına almasıyla birlikte Mısır’da yirminci yüzyılın son çeyreğine, Mübarek rejimine kendisini kabul ettirmesiyle birlikte devlet bürokrasisi içinde gün geçtikçe örgütlendiği biliniyor. Örgütlü yapısını sürekli genişleten Müslüman Kardeşler, ilk başta Tahrir eylemlerine pek karışmasa da, Mübarek’in devrileceğinden emin olduktan sonra meydanlarda kendisini göstermesi, Mübarek’in yerine anlaşılabilir bir uşak arayan ABD’nin dikkatini fazlasıyla çekti. Oluşturulacak “yeni” düzene en avantajlı giren Müslüman Kardeşler idi.
Ancak sürecin bir de ikinci etkeni vardı ki, o da bütün bölgeye yayılan, emperyalistler açısından korku çanları çalan toplumsal muhalefet dalgası idi. Öyle ki bu dalga nedeniyle “İhvanın” ABD’nin dikkatini çekmesi mümkün olmuştu. Devrimin ilk günlerinde “eski” rejimle el altından ittifak halinde olan MK’nın, süreç içerisinde toplumsal hareketin bütün kazanımlarını tersine çevirmeye yönelik adımları geldiğimiz aşamada artık yetersiz kaldığını göstermektedir. İhvan yüzüne taktığı maskenin düşmesi için 1 yıllık bir zaman yeterli olmuştur. Artık Mübarek rejiminin uygulamalarının bir tekrarı olabilecek olağanüstü hal uygulamaları, sokağa çıkma yasakları, katliamlar ve tutuklamalar artmış durumdadır.
Mısır halkı, Müslüman Kardeşler’in de doğasını kavramaya başladığını gösteren bu gelişmeler Mısır’daki devrimci durumun bütün şiddetiyle devam ettiğinin en bariz göstergesi. Elbette hareketin kendiliğindenliğinin ortadan kalktığını gösteren bir emare şimdilik yok. Ancak kendiliğinden bir hareket olarak Mısır halkının isyanının devam ettiğinin göstermesi açısından önemli olduğunu düşündürtüyor.
Her ne kadar Mısır halkının isyanı patladığında Türkiye’de ve dünyada halkın kendiliğinden hareketini küçümsemeye varan görüşler birçok ilerici çevre içerisinde kendisini gösterse de… Hareketin dinamiklerini anlamaktan ziyade kendiliğindenciliğine takılan bu bakış açısının, devrim mücadelesine de bir katkısının olmayacağı gayet açıktır. Elbette hiç kimse kendiliğinden bir hareketin devrim yapmasını beklemiyor. Ancak hareketin bir türlü sönümlenmemesi, sürekli teyakkuz halinde olmasının bizlere bir şeyler göstermesi gerekir.
Mısır özgülünde Arap halklarının isyanlarının gösterdiği şey de tarihsel bir dönemeçten geçtiğimizdir. Kapitalizmin andaki durumda krizine çare olmaktan oldukça uzak olması, halkları sisteme isyan ettirme noktasına götürüyor. Önümüzdeki yıllarda bunun çok daha fazla örneklerini hep birlikte göreceğiz. Bu süreç ya komünistlerin bu kendiliğinden hareketlerin önderliğini yürütebileceği yeteneği kazanarak, proleter devrimlerin tarih sahnesine bütün görkemiyle yeniden kendisini göstermesiyle sonuçlanacak ya da kapitalizm savaşlarla, toplumsal sefalet ve baskılarla krizine çözüm bularak ömrünü biraz daha uzatacak. Ancak karamsar olmak için bir nedenimiz yok, yirmi birinci yüzyıl yeniden proleter devrimlerin tarih sahnesine çıkacağı bir yüzyıl olacaktır.