Uzun süredir tartışılan ve gidirek boyutunun büyüdüğü bir süreci yaşıyoruz. Suyun ticarileştirilmesi ile beraber köylerde su kaynaklarının ranta açılması ve bunun yasalarla “meşrulaştırılması” saldırının boyutunu gösteriyor. Bu saldırı öte yandan 1980’lerle beraber ülkemize giren neo-liberal politikaların bir sonucu olan tarımın tekellere teslimatı ve piyasa içi tasfiye sürecini hızlandırıyor. Yani mevcut planı neo-liberal politikaların bir parçası olarak okumakta fayda var.
Devlet eliyle sürdürülen tarımın tasfiyesi-sermaye birikimine göre tarımın kaydırılması yeni politikaların bir habercisi niteliğinde. Tarımsal ürün girdilerine yapılan zamlar ve “komşularla sıfır sorun” politikası bağlamında kapatılan ihracat kapıları, bu üreticiyi iflas sürcine soktu. Elin atıldığı her noktada spekülasyon aldı başını gitti. Saldırı politikaları derinlik kazanırken, emperyalizme peşkeş çekmek adına ithalat kapıları sonuna kadar açıldı. Öyle ki 2012’nin sonlarına yaklaşırken Tarım ve Hayvancılık Bakanı M.Mehdi Eker’e Fransa Hükümeti Liyakat Nişanı verdi. 129 yıl sonra ilk defa bir Türk bakana nişan verildi. Neden mi? Emperyalist politikaların uygulayıcısı olduğu için.
Bu politikanın içini açmakta fayda var!
3 yıl önce Fransa, tarım ve hayvancılıkta sıkıntılı günler yaşıyordu. Üreticiler eylemler yapıyor, ürünlerini satamadıklarını ifade ediyordu. Çıkış yolu arayan Fransa, Türkiye’yi “hedef pazar” seçti. Fransız Tarım Bakanı, bunun için 5 milyon Avro kaynak ayırdıklarını söylemişti. O günden bu güne özellikle hayvancılıkta yaşanan ihracat sıkıntısı ve hayvancılık destek primlerinin düşürülmesi ile birçok hayvan mecburi olarak kesime gönderilmişti. Bu durum Türkiye’de hayvancılığın gerilemesine neden olurken, Türkiye spekülatörlerin de oluşturduğu atmosfer ile Fransa olmak üzere birçok ülkeden hayvan ithalatına ağırlık verdi. Fransa Türkiye’yi “hedef pazar” seçerken, Türkiye’de canlı hayvan ve et ithalatı için kapıları açtı. Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine göre, 2010- 2012 döneminde Türkiye Fransa’dan yaklaşık 250 milyon dolarlık canlı hayvan ve et ithalatı gerçekleştirdi. Fransa bu işten çok memnun oldu.
Üretici “refahı” elde patladı
Üreticinin sulama maliyetlerini düşürmek ve tarım alanlarının verimli kullanılmasını sağlamak için Devlet Su İşleri kanaletler kurmuş, bunların işletmelerini de Sulama Birlikleri’ne devretmişti. Ancak bu birlikler kapanmak üzere. Üretici refahını sağlamak adı altında. Tarım alanlarının sulanabilmesi için kurulan Sulama Birlikleri köylüden tahsilat yapamadı. Zira mevcut politikalar karşısında üreticinin beli bükük birikimi sönük bir tablo var. dolayısı ile birliğin girdiği borç ta ödenemedi. Bir elektrik misali birbirini tetikler biçimde kriz yayıldı. Birlik elektrik dağıtım şirketlerine 800 milyon liralık borcunu ödeyemedi. Elbet üreticiler bu duruma karşın devletten bir müdahale beklentisi içinde. Çünkü Sulama Birlikleri’nin elektriği kesilirse 2 milyon üreticinin 410 bin hektarlık tarım alanı susuz kalacak.konuya ilişkin yapılan başvurularda 418 birlik borçların yeniden yapılandırılmasını talep ediyor. Aksi halde birlikler kapanacak. Bu durum ayrıca bir istihdam alanınıda yok olması anlamına geliyor. Bunu daha iyi anlamak açısından birliklerin yapısına bakmakta fayda var.
Rakamlarla sulama birlikleri
· Türkiye’de toplam 418 adet Sulama Birliği bulunuyor.
· Bu birliklerde 4 bine yakın çalışan var.
· Birliklerin toplam borcu 800 milyon liraya ulaşıyor.
· Türkiye’deki 410 bin hektar tarım arazisi Sulama Birlikleri tarafından sulanıyor.
· 2 milyon üreticinin tarım arazisi şimdi tehlike altında.
Birliklerin amacı
· Devlet Su işleri’nin sulama tesislerinin işletilmesi amacıyla kuruldu.
· Devlet Su işleri’nin üreticiler için kurduğu sulama tesislerinin
bakım, onarım ve işletme sorumluluğu birliklere devredildi.
· Birlikler de işletme giderlerini karşılamak için çiftçinin tarım alanına göre ücret alıyordu.