Her ne kadar kavramlaştırmaların farklılığından söz etsek de beslendiği yerin ataerki olması çarpıcıdır. Cinsel istismar ve cinsel şiddetin beslendiği yer tam olarak aynı yere tekabül ediyor. Erkek egemen sistem, tepeye koyduğu erkek cinsi ile topluluk hiyerarşisinde ezen-ezilen ilişkisini belirlemekte ve bu anlamda tahakküm mekanizmalarını devreye sokmaktadır. İktidar bahşedilen tahakküm mekanizmaları ile var olan hiyerarşiyi korumaktadır.
İki yıl önce Yeni Demokrat Kadın dergisinin beşinci sayısını hazırladığımız günlerde dosya konusu olarak “çocuk istismarı”nı belirlemiş, konuyu pek çok yönüyle ele almaya çalışmıştık. Özel olarak bu konuyu belirlememize neden olan Ensar Vakfı’nda 45 çocuğun cinsel istismara maruz kalması olmuş, buna dönük tepkiler sürerken bu kez gündeme kadın çocuklara cinsel saldırıların önünü açan yasa tasarısı gelmişti. Cinsel istismara ilişkin bakış açımızı tartışmamızı ve ona karşı politika üretmemizi gerekli kılan bu süreç patriarkanın çocuk üzerinde yansıma bulması ile alakalıydı ve hala da alakalı.
Cinsel istismara karşı mücadelemizin temelini oluşturan, cinsel istismarı meydana getiren ataerki; onun araçsallaştırdığı erkek ve devlet üzerine konuyu derinleştirmiştik. Bunu net olarak ortaya koymakla beraber cinsel istismarı bizim ve bütün kadın örgütlerinin gündemine alması elzemdi ve elzemliğini koruyor. Geçtiğimiz haftalarda Adana’da bir çocuğun cinsel istismara uğraması ile birlikte erkek devletin güncelleştirdiği “hadım-idam” tartışmaları bunun kanıtıdır. Güncelleştirdiği diyoruz çünkü benzer tartışmalar 2011 yılında da gündeme getirilmiş; kimyasal hadım cinsel istimara karşı bir çözüm yolu olarak gösterilmişti. Kimyasal hadımı bir çözüm olarak sunan AKP’nin 2016 yılında çocuk yaşta evliliklere teşvik eden ve cinsel istismarı meşrulaştıran yasa tasarısıyla karşımıza çıkması ve yine Ensar Vakfı ile MEB’in 2017-2018 eğitim-öğretim yılında ortaklık kurması… gibi yaşananlar gerçek çözümün tam da “kimyasal hadım”ı tartıştırıp bir yanda da cinsel istismarı meşrulaştırmakla meşgul olanların da için de olduğu erkek egemen zihniyete karşı verilmesi gerektiğini ortaya koymuş, defalarca altını çizmiştir.
Öncelikle istismar kavramının kendisini fiziksel ve psikolojik açıdan savunmayacak canlılar için kullanıldığını belirtmemiz gerek. Gerek burjuva gerekse de sosyalist-yurtsever basın tarafından istismar kavramı sık sık kadınlar için de yanlış bir kavrayış içerisinde kullanılıyor. Söz konusu kadınlar olduğunda, aslında, istismar kavramı edilgenliği kuvvetleştiren, cins eşitliğini köstekleyen bir kavram olarak çıkıyor karşımıza. “Cinsel istismar” ile kadına yönelik cinsel şiddet aynılaştırılması söz konusu oluyor ki bu oldukça sorunlu bir yaklaşımdır.
Kadın ve erkek cinslerinde fiziksel-psikolojik olarak biri diğerinden erkek egemen sisteme göre üstündür; ki bu da mevcut ezen ezilen ilişkisinde erkektir biliyoruz ki. Ancak kadının şiddetin her türlüsüne karşı mücadele edebilecek, karşı koyuşunu gerçekleştirebilecek alanları vardır, olmasa bile yaratabilecek güce sahiptir. Kadın özgürlüğü için mücadele edenlerin esaslarından biri budur zaten. Diğer yandan istismar, uygulayana fiziksel-psikolojk anlamda karşı koyacak yetide olmayanlar için geçerli bir kavram olarak karşılığını bulmaktadır. Bu anlamda çocuk bu kavramlaştırmada yer alabilir. Benzer şekilde bedensel-zihinsel engelliler ve hayvanlarda bu gruba girebilir. Yazımız itibari ile meselemiz çocuk istismarı olduğundan bu kavramlaştırmaya ait olan diğer grupları ele almayacağız.
Her ne kadar kavramlaştırmaların farklılığından söz etsek de beslendiği yerin ataerki olması çarpıcıdır. Cinsel istismar ve cinsel şiddetin beslendiği yer tam olarak aynı yere tekabül ediyor. Erkek egemen sistem, tepeye koyduğu erkek cinsi ile topluluk hiyerarşisinde ezen-ezilen ilişkisini belirlemekte ve bu anlamda tahakküm mekanizmalarını devreye sokmaktadır. İktidar bahşedilen tahakküm mekanizmaları ile var olan hiyerarşiyi korumaktadır. Bu mekanizmalardan en etkili ise cinsellik. Çifte ahlakın hüküm sürdüğü yerde cinselliğin nasıl bir baskı aracına dönüştüğü bilinirken, bunun bir şiddet biçimi olarak ele alınması iktidar ilişkisinin sürmesi açısından ataerkinin güçlü silahlarındandır. Bu anlamda topluluk hiyerarşisinde en alt basamakta yer alan çocuğa yönelik cinsel istismar ataerkiyi besleyendir.
Politik mücadeleyi diri tutalım
Cinsel istismara, kimyasal hadım ile çözüm olacağını söyleyen AKP, bir başka tartışmayı da beraberinde getiriyor. Cinsel istismar hastalık mıdır, hadım yöntemi çözüm müdür?
Meselenin özünü kaçırmak üzere kullanılan hastalık tanımlaması, ataerkinin tahakküm mekanizması haline getirdiği cinsel istismarı bireylerin sağlık sorununa indirgemekte özneleştirmektedir. Oysaki cinsel istismar ya da cinsel şiddet öznel olaylar dizisi değil geneldir. Ezen tarafın cinselliği bir baskı aracı olarak kullanması hastalığı değil iktidar ilişkisini sürekli tutmayı işaret etmektedir. Cinsel istismarın “pedofili” hastalığı olarak adlandırılması bu kadar yaygın ve ideolojik bir karşılığı olan durumun üzerine kapatmak anlamına gelmektedir. Zira çözüm olarak “kimyasal hadım”ın tartışılması da aynı anlayışın ürünüdür. Ataerkinin yıkılmasına giden yolun taşlarının bu tarz “çözüm”lerle örülmeyeceği, tam tersine ataerki ile yüzleşmekten kaçınılmasının yolunu açacağı malumdur. Ancak çözümleri bizlerin yaratmasının gerekliliği de ortadadır. “Erkek egemen sistem yıkılsın, cinsel istismar zaten olmaya-cak”vari ötelemeci ve gerçekliği olmayan yaklaşımlardan uzak durmak, politik mücadeleyi diri tutmak önceliğimiz olmalıdır. Erkek yargının çocuk istismarına iyi halden ceza indirimi vermesine çocuğun çıkarmadığı ses nedeniyle suçlamasına karşı “erkek adalet değil, gerçek adalet”i savunmak medyanın eril diline karşı “çocuk odaklı habercilik”i benimsemek; kadın örgütlerin olarak çocuk istismarına karşı her alanı mücadele alanına çevirmek bu önceliğin adımlarıdır.
“Hadım” diyen akıl Efrin’de tecavüzcü ÖSO ile el ele
AKP eliyle erkekliğini üreten TC devleti “hadım- idam” tartışması ile çözüm ürettiğini savunadursun; bu zihniyetin Efrin’de ÖSO çeteleri ile işgal ve savaş politikalarını sürdürmesi bize esası bir kez daha sunuyor. “Hadım-idam” tartışmaları ile eş zamanlı Efrin’de kadın devrimin boğmak isteyen TC devleti erkek zihniyetin bir temsilidir. Rojava da kadınların yaşamına her alanda var olması, direnişin özneleri olarak erkek zihniyetle yüzleşmeleri ve “yeni”nin yarattığı umudun tüm dünyada kadınlarda yansıma bulması bugün egemenler cephesinde n saldırıyı büyütme sebeplerindendir. TC devleti de erkek egemen sistemin taşıyıcısı ve sürdürücüsü olarak üzerine düşeni yapmakta; manidar(!) şekilde tecavüzcü ÖSO çeteleri eşliğinde işgal ve savaş politikalarını hayata geçirmektedir. Ve bir 8 Mart‘ı daha geride bırakırken ataerkinin kadına ve çocuğa dönük her türlü saldırısına karşı mücadeleyi her alanda büyütme görevi önümüzde durmaya devam ediyor.
Kaynak: Yeni Demokrat Kadın