Geçtiğimiz hafta Hrant Dink Vakfı ve DVV International tarafından düzenlenen ‘Zor Geçmişlerle Yüzleşme Pratikleri: STK Deneyimleri’ başlıklı konferansın konuklarından biri de İsrailli Zochrot kurumundan Tom Pessah’dı. 2002’de kurulan Zochrot, o coğrafyanın en zor uğraşlarından birini veriyor; İsraillilerin Filistinlilerin yaşadıklarını anlamaları için çalışıyor.
1948’deki Nakba’nın tanınması ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı için farklı faaliyetler yürüten Zochrot örgütünden Tom Pessah’la olan söyleşimiz Trump’ın açıklaması sonrası yaşanan gelişmelere de uzandı; ama Pessah’ın anlattıkları aslında birbirini anlamanın yolunun bugünden ziyade geçmişte saklı olduğunu söylüyor.
‘Zochrot’ ne demek?
Zochrot ‘hafıza’ anlamına geliyor. İbranice şimdiki zamanda dişil bir fiil. Derneğimiz kendini feminist bir örgüt olarak tanımlamıyor ama arka planında feminist hareketin ilkelerinin olduğu söylenebilir.
Cinsel şiddetle ilgili çalışan bir grubun kurduğu bir örgüt Zochrot. Feminist kuramın kapsayıcı olma, özeleştiri yapabilme gibi yetilerle bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Çünkü İsrail’de bizim yaptığımız gibi bir çalışma yürütebilmek için Filistinlilerin hikayesine açık olman, kendi hikayene de eleştirel bakabilmen gerekiyor. Bu da feminist pratiklerle örtüşüyor.
Kime hitap ediyorsunuz?
İçeriğimizin çoğunluğu İbranice, İsrail toplumuna hitap ediyoruz çoğunlukla. Birbiriyle bağlantılı olduğunu düşündüğüm iki odağımız var.
Biri İsrail’i, 1948’de yaklaşık 750 bin Filistinlinin ülkesinden kovulmasına, çoğu kasaba ve köyün yerle bir edilmesine neden olan Nakba konusunda eğitmek. Bu çok temel bir hadise olmasına rağmen İsraillerinin çoğu pek bilmiyor. Bu konuyu İsraillilerin gündemine getirmeye çalışıyoruz. Bir de son yıllarda çalışmaya başladığımız bir konu daha var; sadece gidenler değil onların aileleri de dahil olmak üzere giden her Filistinli geri dönebilmeli. Nakba gibi geri dönüş konusunun da İsrail’de kamusal söylemin bir parçası olmasına çalışıyoruz.
Zochrot, eski Filistin köylerine, o köylerde yaşamış olan mültecilerle birlikte turlar düzenliyor.
Biraz önce çoğu İsraillinin Nakba’yı bilmediğini söylediniz. Bu nasıl mümkün olabilir?
Bilmiyorlar demek tabii çok basitleştirmek olur, tam olarak onu kast etmek istemedim. Nakba konuşulurken devletin resmi söylemi bunun bir savaş olduğunu iddia ediyor. “Arap ordularıyla bir karşılaşma oldu; Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak’ın da dahil olduğu bu kavgada savaş şartları içinde Filistin köylerini işgal etmek, bombalamak zorundaydık, başka çaremiz yoktu. Filistinliler ana hedef değildi.” Resmi söylem bu yönde. Yani önemi azaltılıyor; 1948’i yaşayan kuşak için, haberlerle, günlük hayattaki konuşmalarla ve resmi devlet söylemiyle önemi azaltıldı.
Genç kuşaksa tarihi gerçeklere odaklanmıyor, yanından geçip gidiyor. Ben de öyle büyüdüm, Yafa şehrinde bir Osmanlı evi görürdüm, güzel bir ev diye geçip giderdim. ‘Burada benim babamın çocukluğunda yaşayanlar başkalarıydı, onlar gitmek zorunda kaldı’ diye düşünmüyorsunuz. Bunu tarihle ve aidiyetle ilgili bir sorun gibi görme eğilimi yok. Medyada da okulda da konuşulmuyor. Zochrot’un çabaları sayesinde bu biraz değişmeye başladı ama genel çerçeve itibariyle uğraştığımız söylemin bu olduğunu söyleyebilirim.
Nakba biraz biraz konuşulmaya başlandı ama geri dönüş mevzu tamamen karanlıkta. İsraillilerin çoğu için bu düşünülemeyecek bir şey, teknik bir mevzu olarak görülüyor. Yani İsrailliler bir barış anlaşması olursa Filistinliler zaten biz geri dönmeyeceğiz diyecek ve anlaşma imzalanacak gibi görüyor. Filistinliler de bir hak olarak görmekle birlikte bu hakkı çok somutlaştırmıyorlar.
Yani 1948’den önceki yerlere yerleşeceğiz, orada bir ev kuracağız gibi somut fikirler pek yok. Zochrot’un bu noktada amacı hem İsrailliler hem de Filistinliler için bunu düşünmenin yollarını bulmak.
İsraillilere hitap etmekle birlikte Filistinlilerle, Filistinli sivil toplum örgütleriyle ilişkiniz ne düzlemde?
Altı kişilik ekibimizin ikisi Filistinli. Elbette çok önemli rolleri var çünkü onların bilgilerini İbraniceye çeviriyoruz.
Sonuçta bu mevzuları gidip sadece bir İsrailli Yahudi’ye soramayız. Filistinli üyelerimiz sayesinde, yok olmuş bir Filistin köyünde yaşamış olan bir mülteciyi bulabiliyoruz. Filistinli mültecilerden bazıları İsrail’de yaşıyor, onlarla iletişime geçebiliyoruz. Bu mültecinin yaşadığı bu yerle ilgili düzenlediğimiz tura katılıp oradaki yaşamı bize anlatıyor. Katılan İsrailliler de dinliyor.
Tabi onun hatırladıklarıyla bugünkü panorama tamamen alakasız oluyor çoğu zaman. “Burası kiliseydi, burası camiydi, burası çocukluk evimdi” diyor. Öte yandan vatandaşlarının geri dönüş hakkı için çalışan Filistinli kuruluşlar da var. Onlarla iletişimiz var, bazen onlar da katılabiliyor bu turlarımıza.
Ayrıca Batı Şeria’da konuşlanmış ve oradaki mültecilerle ilgili çalışan BADIL örgütüyle de iletişimimiz var. BADIL ve Zochrot geri dönüşün nasıl mümkün olabileceğine dair birlikte bir doküman hazırladı. Mesela İsraillilerin oturduğu bir mülke, eski sahipleri olan Filistinliler geldiğinde ne olur gibi soruların cevabını arayan bir kılavuz gibi bu belge. Ayrıca sadece İsrailliler değil, Filistinli mülteciler tarafından tanınan bir belge olması açısından da önemli. İki tarafın da çoğunlukla kabul ettiği ilkelerden biri de, geri dönüşün İsrailli sakinleri yerinden edecek bir süreç olmayacağı.
Çünkü bu konunun konuşulmasının önünde duran argümanlardan biri ‘bu olursa biz evlerimizden olacağız’. Ama Filistinli organizasyonlarla çalışıyoruz ve mevzu bununla ilgili derseniz İsrail kamuoyunun da konuşmasını sağlayabilirsiniz. Elbette tek engel bu değil ama bunun aşılması alanın biraz açılmasını sağlayabilir.
Filistin yerleşimlerinde bazı anma törenleri de düzenliyorsunuz sanırım. Bunun önemi nedir sizce?
Turda oranın eskiden yaşayan sakinlerinin bize bölgeyi anlattığını söylemiştim. Ondan sonra bazı işaretler bırakıyoruz oraya.
Mezarlık, camii, okul gibi yerlere Arapça ve İbranice ‘burası camiiydi’ gibi işaretler koyuyoruz. Bir açıdan köyü yeniden yaratıyoruz. İlginç olan şu ki bu işaretler hiçbir zaman orada kalmıyor, bizden sonra hemen çalınıyorlar.
Sahada da çalışan bir örgüt olarak herhangi bir tehdit ve baskı görüyor musunuz?
Zochrot’un büyük kısmı İsraillilerden oluşuyor, İsraillilerin çoğu da Aşkenaz Yahudileridir. Yani toplumun en ayrıcalıklı grubu.
Dolayısıyla toplumun diğer kesimlerine göre dezavantajlı bir grup değiliz. Batı Şeria’da ya da İsrail’de çalışan Filistinli bir örgüt olsaydık çok daha büyük baskılar görebilirdik. Bununla birlikte, Knesset’te kabul edilen bazı yasalar faaliyetimizi kısıtlıyor. Bu yasalardan birine göre resmi kurumlarda Nakba anılamaz.
Bu yerel yönetimleri de, okulları da kapsıyor. Yurtdışından fon alan STK’ları yabancı ajan olarak damgalayan başka bir yasa da var. Ve bazı skandallar organize ediliyor. Örneğin ben buraya gelirken Zochrot’un Yafa ve Tel Aviv’de iki film gösterimi olacaktı; Kültür Bakanlığı bu gösterimleri engelledi. Öğrendiğim kadarıyla Yafa Belediye Başkanı gösterimlerin yapılacağını söylemiş ve neticede yapıldı.
Böyle bir tartışmanın yaşanması bir bakıma da iyi aslında. Bizi tamamen görmezden gelselerdi daha kötü olurdu. Bizim amacımız da Nakba geri dönüş konusunu kamusal tartışmanın bir parçası yapmak olduğu için bu durumdan çok da şikayetçi değiliz. Şimdiye kadar bireysel olarak tehdit almadık, bundan sonra da olmaz umarım. İsrail siyasi şiddete yabancı olmayan bir ülke.
Ama şimdiye kadar etkinliklerimiz çok çarpıcı bir biçimde baskıya uğramadı.
Siz Filistin mültecilerin haklarını savunmaya nasıl başladınız?
1948’i peyderpey, Benny Morris gibi İsrailli tarihçilerin kitapları sayesinde öğrendim. 1990’larda, 20’li yaşlarımdayken Tel Aviv Üniversitesi’nde sosyoloji bölümünde okudum. İsrail tarihiyle ilgili derslerde Filistinlilerin ülke dışına çıkarılmasının falan da anlatıldığı çok radikal bir bölümdü.
2002’de de Zochrot kuruldu. Üyesi olmadan önce etkinliklerine giderdim, eylemlerine katılırdım. Yaptığımız etkinliklerden biri de İsrail’in bağımsızlık gününde sokaklarda Filistinlilerin tanıklıklarını yüksek sesle okumaktı. Böylece eğitiminin büyük kısmı Zohcrot oldu.
Sonrasında ABD’de, Berkeley Üniversitesi’nde devam eden akademik hayatınızda Filistinlilerle iletişimde oldunuz mu?
ABD’deyken daha fazla Filistinliyle tanıştım diyebilirim. Amerikalı Filistinliler için geri dönüşün ne kadar gündelik hayata sızmış bir mesele olduğunu görüyorsunuz. Çünkü İsrail’de büyüyünce ‘eh herhalde bir gün barış anlaşması imzalanır’ gibi düşünüyorsunuz, ama Amerikalı Filistinliler için bu durum işgal kadar önemli ve somut. Gazze’den bir facebook arkadaşım vardı, Gazze’de büyüdü ve şimdi İngiltere’de sürgün.
Doğum gününde ne olmasını isterdin diye sormuştum, Gazze’ye geri dönebilmeyi ve koşulların düzelmesini beklediğini düşünürdüm fakat o Yafa’ya, büyükannesinin doğduğu yere gitmek istediğini söyledi. insanların hayatında çok güncel bir yeri var geri dönüşün. Diasporadaki Filistinlilerle konuşurken bana ilginç gelen başka bir şey de ailelerini, akrabalarını düşünüyor olmalarıydı.
Yani mesela “Hollanda’da yaşayan bir teyzem var, ülkesine hiç geri dönemedi, belki barış gelirse onlar buraya gelebilir” diyen insanlar vardı. İsrailli bir Yahudi olarak benim de İngiltere’de akrabalarım var, isterlerse onlar buraya gelir istersem ben onlara giderim. Ama Filistinliler için böyle bir seçenek yok. Eşitsizlik ve ayrımcılığı açıkça gösteren bir durum bu.
‘Kudüs’ün başkent ilan edilmesinden daha kötü şeyler yaşanıyor’
Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanıması hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu, İsrail- Filistin çatışması konusunda yeni bir aşama anlamına mı geliyor?
Pek çok Müslüman ve pek çok Filistinli için epey sembolik bir durum tabii bu. Ama o kadar kötü şeyler oluyor ki, bunun en kötüsü olduğunu sanmıyorum açıkçası. Gazze’de temiz suya ulaşamayanlar, hastaneye gitmesine izin verilmediği için ölen hastalar var. Yafa’da Filistinlilere yönelik polis şiddeti var, çok fazla şey oluyor.
Yani bir de mahvedilmiş bir barış süreci yok çünkü ortada barış süreci yok zaten. Sembolik bir hareket sonuçta, elbette saldırgan bir hareket, önemini küçümsemek için söylemiyorum ama hayati bir öneme sahip değil.
Bence Gazze’deki durum hakkında çok az konuşuyoruz. İnsanların temiz içilebilir suya erişimi yok. Bu nedenle özellikle bebekler zehirleniyor ve ölüyor. Gazeteler bundan bahsetmiyor ama onun yerine bu sembolik hareketlerden bahsediliyor. Batı Şeria’da bile temiz içme suyuna ulaşım zor.
Bazı insanlar sınır noktalarında gaz bombaları yüzünden ölüyor. Kitlesel bir öldürme eylemi yok ama bu nedenlerle ölen insanları bir araya getirirsen ciddi bir sayı oluyor.(Agos.22.12.2017)