Belki yaşamdan çok uzak olmayan ancak adaletten çok uzak olan bir Kızılderili atasözü yazılabilir.
“Son avukat tartaklandığında
Son avukat adliyeden atıldığında
Son avukat tutuklandığında
Beyaz Uzun adam ‘Avukat istiyorum!’ diye bağıracak
İşte o zaman savunmasız yargının adalet dağıtamadığını anlayacak”
200’ü aşkın gündür bedenini açlığa yatıran, “İşimi istiyorum” diye haykıran iki emekçi zindanlarda direnmeye devam ederken onların hak taleplerinin mücadelesini yürüttüğü gibi, Soma’da katledilen işçilerin, Berkin Elvan’ın Hasan Ferit Gedik’in, Dilek Doğan’ın adalet mücadelesini yürüten avukatların tutuklanması “faili belli devlet” gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. 15 Temmuz’dan bu yana OHAL-FETÖ gerekçesiyle binlerce akademisyen, on binlerce öğretmen ve yüz binlerce memur ihraç edilirken devletin ihraç ettikleri arasında devletin azgınca saldırılarına gülen gözlerle bakan iki emekçi de bulunuyordu.
Binlercesi gibi onlar hukuksuz ihraçlara karşı işlerinin geri iade edilmesini beklemediler. Hak taleplerini kendi emekleri ve kendi yaşamlarıyla başlattıkları mücadelenin ısrarcısı ve takipçisi olmaya devam ettiler-ediyorlar.
İhraç edilmelerinden kısa bir süre sonra Ankara Yüksel Caddesi’nde işlerini isteyen emekçiler devlet tarafından gözaltı araçlarında karşılanmaya başladı. Ertesi gün aynı iradeyle Yüksel Caddesi’nde bulunan emekçiler hak taleplerini haykırmaya devam ettiler.
Devletin onlarca defa sadece hak talebinde bulundukları gerekçesiyle OHAL keyfiyetiyle gözaltına almasına karşın direnişlerinden bir adım geri atmayan emekçiler mücadelelerini daha ileriye götürerek bedenlerini açlığa yatırdılar. OHAL keyfiyetiyle en ufak hak arama mücadelesine dair azgınca saldıran devletin politikalarına karşı adeta “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” diyerek direnişi yaşamsal bir boyuta taşıyan emekçilerin sesi, devletin onlara çok gördüğü Yüksel Caddesi’nden alanlara, meydanlara sokaklara taşıdı. Sesten ve ışıktan her daim korkan devlet kumdan kalelerinin yıkılmasından adeta kaçarcasına iki emekçinin tutuklanmasına karar vererek faşizmin hukuku nasıl işlettiğini apaçık ortaya koyan bir örnek sergiledi.
İki emekçinin “illegal örgüt üyesi” olduğunu iddia ederek onları “kaçma şüphesiyle” (her gün Yüksel Caddesi’ne gelip direnişi bir adım daha büyütmelerine rağmen) açlığın 76. gününde tutukladı.
Nuriye ve Semih, aradan geçen 4 aya rağmen direnişlerinden bir adım dahi geri atmadılar, tedaviyi kabul etmediler.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ilk duruşmada onlara destek için gelenler gerekçe gösterilerek davaları ertelendi.
Onlarca sağlık problemine rağmen hala hak arayışlarına cevap vermeyen devlet onların özgürlüklerine kavuşmalarını engellemek için mahkemeleri devreden çıkartır hale geldiğini apaçık ortaya koyarken tüm bu yetmezliklerinin içinde kendi hukukçularına dahi dudak uçuklatacak bir şekilde Nuriye ve Semih’in avukatlığını yapan 14 avukatı tutuklayarak apaçık şunu söylüyor:
TC devleti Nuriye ve Semih’e müdahale etmeyi, onların iradesi dışında tedavi uygulayarak sakat bırakmayı hedefliyor ve hiçbir dönem kaçınmadığı bir yöntem olarak da direnenleri katledebileceğini ifade ediyor!
Tüm bu azgın saldırılar karşısında tüm direniş alanlarında, sokaklarda, meydanlarda Nuriye ve Semih’e ses olmak, onların mücadelesi büyütme sorumluluğunu omuzlarımızda taşımalıyız.
Devlet gerçekleştirdiği son tutuklamalarla mahkemelerinin adalet dağıtmadığını apaçık ortaya koymuştur.
Bizlere emek mücadelesinin her bireyine düşen bu karanlığı parçalayarak bu direnişe ses olduğumuz sürece Nuriye ve Semih’in yanında olma sorumluluğunu yerine getirmiş olabiliriz.
Bir Özgür Gelecek okuru