Makaleler

“Bu meydan, kanlı meydan…”

1 Kasım “yeniden seçim”lerine doğru faşist TC devleti yeni bir katliama daha imza attı. Ankara’da KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin düzenlediği “Barış Mitingi”ne yönelik gerçekleştirilen saldırılarda 100’e yakın insan katledildi. Onlarcası ağır olmak üzere 400’ün üzerinde kişi de yaralandı.

Yaşanan saldırı hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek kadar faşist devletin bilgisi ve ilgisi dahilindedir. Bu katliamın 7 Haziran seçimleri öncesinde Adana, Mersin HDP binalarına ve Amed HDP mitingine yönelik bombalı saldırıların ve Suruç’ta yaşanan katliamın bir devamı olduğu açıktır. Bu saldırılara yönelik doğru dürüst bir soruşturmanın yapılmadığı ortadadır. Sadece bu durum bile sorumluların kim olduğuna işaret etmektedir.

Ankara Katliamı’yla TC devleti katliamcı geleneğine yeni bir halka daha eklemiştir. Yaşanan katliam M. Suphilerin katledilmesinden, ’38 Dersim Tertelesi’ne, 6-7 Eylül pogromuna, Maraş Katliamı’ndan, ’77 1 Mayıs katliamına, Sivas katliamından Roboski’ye ve Reyhanlı’ya kadar evrilen katliamlar serisinin devamıdır. Katliam Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve halkın; barış, demokrasi ve özgürlük talebine faşist TC devleti tarafından verilen yanıt olarak görülmelidir. Faşist TC devleti en iyi bildiği şeyi yapmış ve katliamcı, halk düşmanı yüzünü bir kez daha göstermiştir.

Failleri biliyoruz! Yaşanan katliamın sorumlusu doğrudan faşist TC devletidir. Azmettiren ise hırsız ve katilliği tescillenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Katliam bu katil ve hırsızın emriyle gerçekleştirilmiştir. 7 Haziran seçimi sonrasında Başkanlık hayalleri suya düşen ve “400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün” diyerek halkı tehdit eden bu hırsız ve katil; Ankara gerçekleştirilen katliamın birinci dereceden sorumlusudur. Bu hırsız ve katil, katliamdan hemen sonra yaptığı açıklamada, halka karşı faşist terör saldırısını meşrulaştırmaya çalışacak kadar alçaklaşmış durumdadır.

Katliamın hemen öncesi gece katıldığı bir televizyon programında taşeron Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kürt Ulusal Hareketi’nden gelen çatışmasızlık işaretlerini; “mücadele sonuna kadar sürecek” diye yanıtlayarak katliamın sorumluluğunu doğrudan üstlenmiş durumdadır. Yine geçici hükümetin Orman ve Su İşleri Bakanı Bakan Veysel Eroğlu; “Bu filmi Diyarbakır’da görmüştük, HDP barajı aşsın diye provokasyon yapılmıştı” diyebilecek kadar şuurunu kaybetmiş haldedir. Geçici seçim hükümeti bakanları katliam sonrası yaptıkları açıklamada sorulan istifa sorusunu gülerek yanıtlamışlar ve hatta kimi AKP’liler, katliama uğrayanları suçlu ilan edebilen açıklamalar dahi yapabilmişlerdir.

Bu açıklamalar katliamın gerçek sorumlularına işaret etmektedir. Nitekim katliamın hemen ardından yaralılara yardım etmeye çalışanlara yönelik polisin gazlı ve TOMA’lı saldırısı, katillerin kim olduğuna dair önemli bir veridir. Yine katliamın hemen ardından basına getirilen yasak ve sosyal medyanın engellenmesi, saldırının faşist TC devletinin ilgisi ve bilgisi dahilinde gerçekleştirildiğinin kanıtıdır. Tarihsel tecrübeyle sabittir. TC tarihinde bu türden katliamlar, devletin parmağı olmadan gerçekleştirilmemektedir. En küçük bir hak talebine, demokratik içerikli basın açıklamalarına ve bu amaçla kurulan örgütlenmelere dahi saldıran, katliamcı ve halk düşmanı bir devlet geleneğinden bahsettiğimiz unutulmamalıdır.

Saldırı Türkiye işçi sınıfı ve halkının geleceğine yapılmıştır!

R.T. Erdoğan ve AKP, tek başına hükümet kurma olanağını kaybettiği 7 Haziran seçimlerinden sonra 1 Kasım’da “yeniden seçim” kararı aldılar. R.T. Erdoğan’ın başkan olma ve tek başına hükümet kurma hayallerinin suya düşmesinin tek nedeni olarak; HDP’nin barajı aşması olduğunu açıkça ifade ettiler ve “yeniden seçimi” kazanmak için halka savaş açtılar. Bu savaşın ana hedefi Kürt Ulusal Hareketi ve HDP olarak ortaya çıktı. Aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketi ile dayanışma içinde olan devrimci ve demokrat örgütlenmeler de, bu faşist saldırı dalgasından paylarını aldılar.

TC devleti, R.T. Erdoğan ve AKP öncülüğünde Suruç katliamıyla başlattığı, T. Kürdistanı şehirlerinde faşist katliamlarla yürüttüğü “yeniden seçim” çalışmasına, Ankara katliamıyla yeni bir boyut eklemiştir. Faşizm doğrudan kolluk kuvvetleri ya da kontrgerilla, IŞİD, Osmanlı Ocakları veya mafya örgütleri gibi taşeron örgütleri üzerinden savaşı ve saldırılarını sürdürerek seçim çalışmalarını yürütmüştür. İş o raddeye varmıştır ki; bir faşist çete bozuntusu, devletin gözetiminde miting yaparak hırsız ve katil R.T. Erdoğan ve AKP’ye oy isteyerek, “oluk oluk kan akacak” tehdidi yapabilmiştir!

Türk hakim sınıfları ve onların siyasal partilerinin gelinen aşamada Kürt halkını kaybettikleri açık bir gerçektir. KUH’un Kürt sorunu merkezli yürüttüğü demokrasi mücadelesi, faşizm için ciddi düzeyde zorlayıcı bir hal almıştır. Ancak faşizm için tehlike bununla bitmemektedir. Gezi’de zirvesine çıkan ve halkın mücadele bilincinde sıçramalar yaratan, halkın demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesinin varlığı da söz konusudur. Bu mücadele en üst zirvesi olarak Gezi İsyanı yeni birikim noktaları yaratmıştır ve Türk hakim sınıfları ve onların devleti bunun farkındadır.

Bu iki dinamikten daha tehlikeli olan ise bunların birleşme ihtimalidir ki gerek Suruç ve gerekse bu son Ankara katliamı tam da devlet açısından var olan bu tehlikeye yönelmektedir. Yapılması gereken de buradan doğru açığa çıkmaktadır. Kanla boğulmak istenen demokrasi mücadelesini yasalarla sınırlanmadan, seçim vb. gündemlere endekslemeden bütün mücadele biçimlerinde ve esas mücadele biçiminde yükseltmek, işçi sınıfı ve halkımızı bu mücadelenin sahiplenicisi, katılımcısı haline getirmektir.

Ankara Katliamı bir kez daha göstermiştir ki, TC faşizminin fıtratında halk düşmanlığı vardır. Faşist devlet en ufak hak talebine, barış çağrısına katliamla yanıt vermektedir. Bu açıdan ülkemizde demokrasi mücadelesi bir devrim sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Yapılan saldırının Türkiye işçi sınıfı ve halkının geleceğine, demokrasi ve devrim mücadelesinin gelişiminin önünü almaya yönelik olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu somut gerçeğe göre örgütlenmek ve mücadele etmek gerekir. Katliam sonrasında sokaklara çıkıp, protesto etmek ne kadar doğruysa, bu tepkiyi süreklileştirmek ve asıl olarak Türk hakim sınıflarının en çok korktuğu şeyi; Kürt Ulusal mücadelesiyle, Türkiye devrim mücadelesini birleştirmek, Gezi İsyanı’yla Kobanê Serhildanı’nı aynı zeminde buluşturmak gerekir.

Ankara Katliamı’nda yere düşenlerin bayrakları yerden kaldırılacak, katliam saldırısından hemen önce halay çekerken söyledikleri marş söylenmeye devam edilecektir:

“Bu Meydan Kanlı Meydan

Ok Fırladı Çıktı Yaydan”

Affetmeyeceğiz, Unutmayacağız! Hesap Soracağız!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu