Egemenlerin emperyalist savaş ve işgal politikaları Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünyayı etkisi altına alırken; TC devleti de Rojava’ya dönük işgal saldırılarıyla savaşını sürdürüyor.
Egemenler, emperyalist savaş politikalarıyla Türkiye ve T.Kürdistanı’nda ekonomik kriz ve yoksulluğu derinleştirirken, bu politikalar kapsamında halk açlığa, yoksunluğa, ölüme mahkum ediliyor.
BİSAM (Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırma Merkezi)’ın Ekim 2024 dönem raporuna göre; dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 20 bin lirayı, yoksulluk sınırının ise 72 bin lirayı geçtiği ifade ediliyor. Ülkedeki işsizlik oranı bir yana asgari ücretin, yaşlılık ve emeklilik maaşının açlık sınırının altında kaldığı şartlarda ezilen milyonlara açlık ve yoksulluk dayatılıyor.
Kapitalist sömürü düzeninde emeği ucuz görülen, güvencesiz ve esnek işlere mahkum edilen kadınlar, ekonomik kriz ve yoksulluktan en derinden etkileniyor.
Kadınların toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden ev içerisindeki bir bütün bakım emeğini üstlenmesi, ocakta tencerenin kaynamasından tutalım da evin tüm giderlerinden sorumlu ama “tasarruflu” olması beklenirken ekonomik krizin yarattığı geçim derdi ve çaresizliği kadınlar katmerli bir şekilde yaşıyor.
Tüm bunlarla birlikte Aile Sosyal Hizmet Bakanlığı tarafından tam 18 kez ziyaret edilen bir barakada çıkan yangında çocuklarını kaybeden anne suçlanıyor.
AKP milletvekili Özlem Zengin’in “aile tüm bunlara rağmen çocuklarına kendi bakmayı tercih etmiş. Kimsenin çocuğunu zorla alma kastı yok, öyle bir imkân da yok. Annenin de hayat tarzı…” diyerek tamamlayamadığı sözleriyle anneyi hedef alıyor. Tıpkı kadın cinayetleri için ‘öldüren kadar öldürülen de suçlu’ diyebilen AKP belediye meclis üyesi gibi.
Yangında beş çocuğunu yokluk-yoksulluk cenderesi içerisinde kaybeden annenin gözaltına alınmasından tutalım, çocuklarının ölümünden sorumlu tutulması erkek iktidarın kendi failliğini aklama politikasıdır.
Aynı zamanda erkek iktidarın temsilcilerinin ‘yaşam tarzı’ vb. ifadeleriyle anneyi hedef alan suçlama ve manipülasyonu üzerinden erkek devlet çocuğu olan kadınlara ve tüm topluma “makbul” kadın olma mesajını veriyor.
Açlık ve yoklukla mücadele eden kadının 18 kez görülmeyen çaresizliğinden “suçlu anne” profili çıkarmaya çalışan erkek devlet, aynı zamanda kadın bedeni üzerinden sürdürdüğü saldırı politikalarını annelik kutsamasıyla sürdürüyor.
Kadınları kuluçka makinası olarak gören, doğurganlığı kutsallaştıran erkek iktidar, geçtiğimiz ay Sağlık Bakanlığı’nın sitesinde yayınlanan “Normal Doğum Eylem Planı” isimli kamu spotuyla kadın bedeni üzerinden yeni saldırı politikalarına hazırlanıyor.
İstanbul Tabip Odası Kadın Komisyonu, bakanlığın sitesinde yayınlanan video içeriğinin anti-bilimsel olduğunu açıklarken, videoda doğumun normal ve sezaryen doğum olarak sınıflanmasının tıbbi etik kurallara uygun olmadığını “Doğru endikasyonlarla belirlenen sezaryen doğumların da vajinal doğum kadar “normal” olduğunu biliyoruz…” sözleriyle durumu özetliyor.
Bu ve benzeri toplumsal-ataerkil değer yargılarının gücünün kullanıldığı söylem ve politikalarda kaç çocuk yapacağımızdan, hangi yöntemle doğum yapacağımıza, anne olup/ olmama irademize varıncaya kadar kadın bedeni, erkek iktidarın tahakküm kurduğu devlet iktidarının aracı haline gelmektedir.
Devletin kadın bedeni üzerindeki denetim politikasıyla annelik- doğurganlık-‘normal’doğum vb. isimlendirmelerle makbul olanın seçildiği, devletin ise doğrudan sömürü düzenine hizmet edecek nüfus planlamalarını yaptığı kutsal aileyi güçlendirme politikalarını yaşama geçirmenin araçlarını yaratmaktadır.