Emperyalizmin tarihi, birbirini izleyen ekonomik krizlerin tarihidir ve bu krizler aynı zamanda çok sayıda ama birbiriyle bağlantılı krizlere yol açmıştır. Üretici güçlerin büyük ölçüde tahrip edilmesine, şirket birleşmelerine ve satın almalara ve sermayenin mali oligarkların elinde daha fazla yoğunlaşmasına yol açan kapitalist aşırı üretim krizi, aynı zamanda pazarların genişlemesine ve doğal kaynakların daha fazla emperyalist kontrolüne yönelik doyumsuz bir dürtüyü de körüklemektedir.
Tüm bunlar dünyayı gezegensel çöküşe giderek daha fazla yaklaştırmakta, “az gelişmiş” ve “yükselen piyasalar” olarak adlandırılan bölgelerdeki insanlar iklim krizi karşısında en savunmasız durumda bulunmaktadır.
Özellikle yeni sömürgelerdeki kadınlar, düşük ücretli ve “düşük katma değerli” üretim ağlarına, düzenli olmayan çalışma biçimlerine ve savunmasız topluluklara zincirlendikleri ve orantısız bir şekilde yoğunlaştıkları için, şiddetli ekonomik gerilemelerin ve ekolojik felaketlerin yükünü orantısız bir şekilde taşımaktadırlar.
I. Aşırı üretim krizi, gelişmekte olan teknolojiler
Karl Marx’ın Komünist Manifesto’da işaret ettiği gibi üretim araçlarının sürekli köklü bir devrim geçirmesi ve Marx’ın Kapital’inde açıkladığı gibi sermayenin organik bileşimindeki artış, tekelci kapitalizmin sözde üretkenliği artırmak için gerçekleştirdiği teknolojik ilerlemelerdeki hızlı adımları ve üretim araçlarındaki bu gelişmelerin ekonomik sonuçlarını anlamak için önemli bir başlangıç noktası sağlar.
Makinelerdeki ve daha sonra otomasyon, robotik ve akıllı bilgisayarlardaki sürekli gelişmeler, emekçilerden daha büyük artı değerler elde etme yönündeki ısrarlı dürtüden kaynaklanmaktadır. Ancak kapitalistler kâr oranlarını yükseltmek yerine, sermayenin artan organik bileşimi nedeniyle genellikle tam tersi bir durumla karşı karşıya kalmaktadır. Ampirik veriler, 1970’lerden bu yana G20 ülkelerinde kâr oranının genel olarak düştüğünü, buna karşılık sermayenin organik bileşiminin yükseldiğini göstermektedir.
Gelişmiş ekonomilerin en son teknolojiler, maddi olmayan varlıklar ve denizaşırı pazarlar üzerindeki tekelleri, lider firmaların olağanüstü kârlar elde ettiği, yoksul ülkelerdeki taşeron ya da offshore emeğin ise üretim zincirinde gerçek katma değeri yaratmasına ve üretimin yurtiçinde yapıldığı duruma kıyasla verimlilikte önemli bir fark olmamasına rağmen cüzi bir pay aldığı küresel üretim ağlarını yapılandırmalarını sağlamaktadır.
Tekelci kapitalistler ve çok taraflı kuruluşlar bu üretim ağlarını küresel değer zincirleri olarak adlandırmışlardır; burada değer dağılımı üretim öncesi (araştırma ve geliştirme, tasarım) ve üretim sonrası (lojistik, pazarlama ve hizmetler) firmalar lehine oldukça çarpıktır. Bu durum, fikri mülkiyet ve diğer maddi olmayan varlıkların, emeğin üretimde yarattığı katma değerle aynı şekilde katma değer yarattığı şeklindeki çarpık varsayıma dayanmaktadır. Bu varsayım, çok uluslu şirketlere, pratikte sadece fikri mülkiyet haklarına ve teknolojilere sahip oldukları için muazzam karlar elde etme ve yoksul ülkelerde, genellikle endüstriyel yerleşim bölgelerinde ve ekonomik bölgelerde bulunan tedarikçi firmalardaki işçilerin ücretlerine baskı yapma lisansı vermiştir. Kuzeyli firmalar tüm patentlerin yaklaşık %97’sini kontrol etmektedir ki bu da tekel gücünün ve değer zincirindeki diğer süreçler üzerindeki hakimiyetin açık bir ifadesidir.
Mevcut bağlantı, ileri analitik, otomasyon, akıllı bilgisayarlar ve yapay zeka (AI) çağına atıfta bulunan “Dördüncü Sanayi Devrimi”, üretim araçlarının sürekli dönüşümleri ve gelişmiş ekonomilerin bunlar üzerinde devam eden tekelinin sürekliliğindeki dördüncü aşamayı işaret etmektedir. Bu mevcut aşama, bilgi ve iletişim teknolojisindeki (ICT) ilerlemelerle bilgisayar ve diğer donanımların tedarikçisi olarak elektronik endüstrisinin genişlemesi üzerine inşa edilmiştir.
Otomasyonun ve hatta yapay zekanın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasının, maddi temeli -Filipinler gibi çeşitli ülkelerde mikroçipler, anakartlar, kablolar ve cep telefonları, bilgisayarlar ve diğer donanımların montajı için hayati önem taşıyan diğer elektronik bileşenleri üreten fabrikalar- olmadan mümkün olamayacağını vurgulamakta fayda var. Genel anlamda maddi omurga, elektronik bileşenlerin ve cihazların üretiminde kilit girdi olarak kullanılan temel metallerin madenciliğini de içermektedir.
Bu nedenle, gelişmiş ülkelerde yapay zeka ve otomasyon nedeniyle işten çıkarmalar olsa da, genel eğilim, maddi bileşenlerin üretimi tedarikçiler ve üreticiler tarafından istihdam edilen ve sayıları giderek artan bir işçi grubuna yaptırıldıkça üretimin sosyal karakterinin artmasıdır.
Kadın işçiler, birçok ülkede elektronik firmalarındaki toplam işgücünün yarısından fazlasını oluşturmaktadır (Vietnam’da %80, Filipinler’de +%64, Malezya’da %60) ve düşük ücretlere, esnek çalışma düzenlemelerine ve kimyasallara ve metallere maruz kalmaları nedeniyle tehlikeli çalışma koşullarına maruz kaldıkları serbest ticaret bölgelerinde veya ekonomik bölgelerde çalışmaktadırlar Kadın işçiler insanlık dışı çalışma koşullarına (uzun çalışma saatleri, azaltılmış iş molaları, edinilmiş meslek hastalıkları) maruz kalırken, teknoloji şirketleri abartılı dijital inovasyon çılgınlığında milyarlarca kâr elde etmektedir.
Genellikle insansız makine öğrenimi olarak kabul edilse de, yapay zeka teknolojisi esasen bilgisayarları eğiten ve büyük teknoloji firmaları için sistem bakımı yapan dış kaynaklı çalışanların omurgasına dayanıyor. Birçok ülkede arabaya servis sistemleri sağlayan Presto Automation, ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’na yaptığı son başvurularda, Filipinler gibi ülkelerde müşteri etkileşimlerinin yüzde 70’inden fazlasında “Presto Voice” sohbet robotlarına yardımcı olan “saha dışı temsilciler” çalıştırdığını itiraf etti.
Filipinler’in, işçilerin asgari ücretin altında ve düzenli olmayan çalışma düzenlemeleri karşılığında teknoloji şirketi Scale AI için AI modellerini eğittiği “dijital ter atölyelerine” ev sahipliği yaptığı da ortaya çıktı. Bir makale de ChatGPT’nin yaratıcısı OpenAI’nin Kenyalı işçileri çok düşük ücretlerle çalıştırarak internetin uçsuz bucaksız alanından on binlerce parça metni etiketlediğini ortaya koymuştur.
O halde teknoloji devleri Amazon, Microsoft, Apple, Google, Facebook ve Nvidia arasındaki mevcut dijital pazar yarışı, elektronik işçileri ve dijital atölye çalışanları için dibe doğru yarış koşullarına dönüşecektir.
COVID-19 salgını, dağıtım sistemleri de dahil olmak üzere iş dünyasındaki yeniden yapılandırmalarla birlikte dijital platformlar, yapay zeka ve diğer ICT yeniliklerinin gelişmesi için fırsatları ortaya çıkardı. Dijitalleşme, “hem uzaktan aktarılabilecek iş içeriği miktarını artırarak hem de süreçleri uzaktan yönetmeyi ve lojistiği tam zamanında koordine etmeyi mümkün kılarak farklı türlerde dış kaynak kullanımı ve yer değiştirme olanaklarını büyük ölçüde çoğaltmıştır.”
İş süreçlerinin orijinal offshoring’i, Filipinler gibi küresel Güney’deki çalışanların dünyanın diğer ucundaki müşteri çağrılarına evlerinden katıldıkları evden çalışma düzenlemelerine yer açmak için daha da ilerlemiştir. Ancak daha da önemlisi, ICT yenilikleri ve yeni dijital işbölümü, yeni işçi gruplarının ortaya çıkmasına neden olmuştur -konum tabanlı platform çalışanları, e-ticaret çalışanları ve yaratıcı sektördeki diğer tuhaf işler.
Filipinler’de, Lazada ve Shopee gibi çevrimiçi e-ticaret platformlarından sipariş edilen ürünler genellikle depresif topluluklarda yaşayan ev eksenli kadın işçiler tarafından elle paketlenmek ve genellikle kota ile çalışan ve gelirlerinin büyük bir kısmı yalnızca uygulamaların sahibi ve yöneticisi olan platform şirketlerine giden platform çalışanları tarafından teslim edilmek zorundaydı.
Aralık 2021 İşgücü Anketi’ne göre, tahmini 7.310 milyon Filipinli işçi gig ekonomisi (belirli bir kurumun tam zamanlı personeli olmayan, uzaktan ve esnek saatlerde çalışan kişilerin oluşturduğu bir iş modeli -ÇN) çalışanı veya işinde çevrimiçi platformlar veya mobil uygulamalarla uğraşanlar olarak sınıflandırılmıştır. Bu sayı, aynı dönemde istihdam edilen toplam kişilerin yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır. Yapılan bir başka araştırma, ülkedeki platform çalışanlarının çoğuna günlük 610 P (10,89 ABD Doları) olan en yüksek asgari ücretin altında ödeme yapıldığını ortaya koymuştur.
Platform ekonomileri ve e-ticaret, metaların kitlesel olarak kişiselleştirilmesi, müdahaleci ve algoritma tabanlı reklamcılık ve tam zamanında üretim ve dağıtımla uğraşarak aşırı üretimin orijinal krizini ele almaya çalışmaktadır. Ancak, platform işçilerinin yeni alt kümesinde bile ücretler düşük kaldığından, içsel çelişki devam etmektedir.
II. Finansal kriz, toplumsallaştırılmış riskler
Emperyalizmin belirleyici özelliklerinden biri olan finans sermayesinin egemenliği, özellikle küresel ekonominin on katı değerindeki finansal araçların patladığı ve bunun sonucunda borsaların kırmızıya büründüğü ve milyonlarca kişinin işsiz kaldığı 2008 küresel finansal krizi sırasında, son yirmi yılda hiç olmadığı kadar belirgin hale gelmiştir. 2021 yılında, dünya genelinde finansal şirketlerin elinde bulunan finansal varlıklar 490 trilyon dolardı ve bu rakam küresel ekonominin yaklaşık beş katı büyüklüğündeydi. ABD’nin önde gelen 500 halka açık şirketi olan S&P 500’ün tek başına toplam piyasa değeri 43.928 trilyon dolardır. Bu rakam, 2023 sonu itibariyle 26,95 trilyon dolar olan ABD gayrisafi yurtiçi hasılasından daha büyüktür.
Küresel finans sisteminin tam büyüklüğü kolayca tahmin edilemese de, içsel ironi kolayca ortaya çıkmaktadır: dünyanın yoksulları hayatta kalmak için üç kuruşa muhtaçken, inanılmaz miktarlardaki servet çok az sayıdaki finans oligarkının elinde yoğunlaşmaya devam etmektedir. JPMorgan Chase, Bank of America ve Industrial and Commercial Bank of China’nın başını çektiği dünyanın en büyük 100 bankasının toplam varlığı 113,7 trilyon dolarla yine dünya ekonomisinden daha büyük.
COVID-19 salgınının ortasında, hükümetlerin sokağa çıkma yasaklarından etkilenen hane halklarına ve işletmelere büyük ölçekli destek sağlaması ve merkez bankalarının art arda niceliksel gevşeme turlarına başlamasıyla küresel finansal bilanço daha da genişledi. İmalat ve hisse senedi piyasalarındaki ani düşüş, büyük kamu harcamaları, borçlanma furyası ve geçici faiz indirimleri ile kolayca maskelenirken, büyük firmalar yatırım sermayesi fazlası sayesinde bir dizi birleşme ve satın alma işlemine girişmek için bu dönemden faydalandı.
2008-2009 küresel mali krizinin ardından S&P 500’ün toparlanması yaklaşık yedi yıl sürdü. Ancak COVID-19 2020’de vurduğunda, S&P 150 gün içinde kayıplarını geri aldı ve yılı başladığı yerden %16 yükselişle tamamladı.
Küresel finans sistemi, 2008 küresel finans krizinden on yıldan fazla bir süre sonra sahte bir istikrar duygusu sergiliyor. Şubat 2024’te S&P 500 endeksi tarihsel olarak 5.000 sınırını aştı – ve yavaşlama belirtisi yok gibi görünüyor. Kripto para endeksi de yılın başından bu yana bir canlanma sergiliyor. Bu eğilimlerin önemli bir açıklaması, teknoloji hisselerindeki patlamayı körükleyen yapay zeka (AI) gelişmeleri üzerindeki çılgınlık ve yersiz heyecandır. S&P 500 endeksinin yaklaşık üçte birini Muhteşem Yedili olarak adlandırılan büyük teknoloji şirketleri oluşturuyor: Apple Inc, Alphabet Inc, Meta Platforms Inc. Microsoft Corp., NVIDIA Corp., Amazon.com Inc. ve Tesla Inc.
Dolayısıyla, küresel hisse senedi piyasalarındaki mevcut toparlanma yalnızca teknoloji hisselerindeki finansal spekülasyondan kaynaklanıyor ve bazı gözlemciler “yapay zeka balonu” konusunda uyarıda bulunuyor. Küresel GSYH büyümesinin 2023 yılında sadece % 2,9’a düşeceği öngörüldüğünden, reel ekonomide gerçek bir genişleme söz konusu değildir. Yaklaşmakta olan bu büyük finansal çöküşün en talihsiz yanı, küresel Güney’deki elektronik firmalarında istihdam edilen ve çoğunluğu kadın işçilerden oluşan geniş işçi ordusunun acı sonuçlara doğrudan maruz kalacak olması.
Artan sermaye, küresel Güney’de mikro ve küçük işletmelere mali destek, mikrofinans ve mobil bankacılık/dijital ödeme hizmetlerini içeren “finansal kapsam” başlığı altında yeniden paketleniyor. En büyük beş kalkınma bankası 2011-2020 yılları arasında 80’den fazla ülkede mikrofinans ve küçük işletme kredilerine yaklaşık 15 milyar dolar taahhüt etmiştir. Özel sektör tarafında ise Citigroup Inc. Ocak 2020 itibariyle 89 mikrofinans kuruluşuna yaklaşık 1 milyar dolar borç vermiştir. Japon Sumitomo Mitsui Financial Group, Kamboçya da dahil olmak üzere Asya’daki firmalara milyarlarca dolar yatırım yaptı. JPMorgan Chase & Co. 2019 yılında mikrofinans ve küçük işletme geri ödemeleri ile desteklenen 175 milyon dolarlık teminatlı kredi yükümlülüğü sattı.
Marjinalleştirilmiş topluluklardaki kadınlar bu programların sabit hedefleridir. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) bir raporunda, dünyadaki yoksulların %70’ini ve kayıt dışı ekonominin yarısından fazlasını kadınların oluşturması nedeniyle mikrofinans için kadınların hedef alındığı açıkça belirtilmiştir. “Kadın müşterilerin geri ödeme oranları daha yüksek olduğu için kadın müşterilere odaklanmanın iş açısından önemi büyüktür. Ayrıca gelirlerinin daha büyük bir bölümünü hane halkı tüketimine ayırmaktadırlar” denilmektedir.
Dünyanın en büyük mikrofinans kuruluşu olan ve mikrofinansın öncüsü olarak kabul edilen Bangladeş merkezli Grameen Bank, sözde yoksulluğu azaltmaya yönelik mikrofinans programlarının uygulanmasında diğer ülkeler için bir model oluşturmuştur. Ancak bir dizi araştırma, mikrofinans modelinin aslında tam tersine yoksullardan zenginlere doğru kredi akışını kolaylaştırdığını göstermiştir. Hindistan’ın en büyük mikrofinans kurumlarından bazılarına ev sahipliği yapan güney Hindistan’daki Andhra Pradesh eyaletinde, borç kısır döngüsü ve yüzde 50’ye varan fahiş faiz oranları nedeniyle en az 88 kadının intihar ettiği iddia edilmiştir.
Mikrofinans programları da girişimcilik kisvesi altında tüketim odaklı hale gelmiştir. Mikro girişimcilik sayesinde ÇUŞ’lar, kadın mikro girişimcilerin faaliyet gösterdiği topluluklarda ve bölgelerde pazar erişimini genişletebilmektedir. Bu kadınlar, ÇUŞ ürünleri için yetersiz hizmet alan veya uzak bölgelerde yeni dağıtım kanalları oluşturarak şirketlerin satışlarını daha da artıran mallarının distribütörleri veya perakendecileri olabilirler.
Asya Kalkınma Bankası’na (ADB) göre, Filipinler’de her on işletmeden dokuzu mikro işletmedir ve ekonominin kayıt dışı, kayıtsız ve düzenlenmemiş segmentinde faaliyet göstermektedir. Birçok kadın, sari-sari mağazaları (mahalle alışveriş mağazaları) gibi küçük perakende ticaret işletmelerinde çalışmaktadır. Yapılan bir araştırma (2010), kadınlar tarafından kurulan yeni işletmelerin %51’inin perakende, %41’inin hizmet ve sadece %5,5’inin imalat sektöründe faaliyet gösterdiğini ortaya koymaktadır. Kadınları iş kurmaya teşvik etmek, insanları için iş üretemeyen bir ekonomi için uygundur.
Büyük işletmeler, mal ve ürünlerini satmak ve kârlarını daha da arttırmak için kadınlarla mikro girişimciliğe girişmektedir. Örneğin Coca-Cola Filipinler, Teknik Eğitim ve Beceri Geliştirme Kurumu (TESDA) aracılığıyla Filipin Hükümeti ile ortaklaşa Sarı Mağaza Eğitim ve Kaynaklara Erişim (STAR) Temel Girişimcilik Programını yürütmektedir. Bu program, sari-sari mağazaları veya carinderias (uygun fiyatlı ve yerel yemekler sunan küçük lokanta) sahibi ve işletmecisi olan kadın mikro girişimcileri hedeflemektedir.
Projeyi kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesine verdikleri destek olarak tanıtan Coca-Cola ve TESDA, kadınlara temel girişimcilik eğitiminin yanı sıra Coca Cola ürünleri ve malları gibi iş kaynaklarına erişim kolaylığı sağlamaktadır.
Coca-Cola ve Unilever gibi şirketler mikro-girişimcilik programlarını kadınların geçimlerini sağlamaları ve ekonomik bağımsızlıklarını elde etmeleri için bir fırsat olarak sunsalar da, bu programların temelinde yatan amaç şirket için kâr elde etmektir.
Kadın girişimciler emekleri ve girişimcilik çabalarıyla kâr elde etmekte, ancak kârın önemli bir kısmı ÇUŞ’lar tarafından hortumlanmakta ve kadınlara orantısız bir şekilde küçük bir pay kalmaktadır. Bu programlar, kadınların güçlendirilmesi kisvesi altında kapitalist sömürünün sürdürülmesine ve meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir.
III. İklim krizi: Büyüyen ekolojik felaketin merkezinde kadınlar var
Elektronik endüstrisindeki artış, elektronik araçların (EV’ler) yükselişi ve yapay zeka patlaması, nadir toprak minerallerinin çıkarılmasına, çip üretimine ve muazzam elektrik tüketimine büyük ölçüde dayandığından, ürettikleri tonlarca elektronik atıktan bahsetmeye bile gerek yok, bu durum dünyayı gezegensel sınırlarına yaklaştırıyor. Örneğin bir çip üretim tesisi günde milyonlarca su kullanabilir ve aynı zamanda tehlikeli atıklar yaratır.
Yarı iletken üretimini artırmak amacıyla birçok ülke, sektörü canlandırmak için büyük programlar başlatıyor. Amerika için Çipler Yasası, ABD yarı iletken endüstrisi için beş yıl içinde 52 milyar dolarlık finansman öneriyor. AB, küresel çip pazarındaki payını 2030 yılına kadar %20’ye çıkarmayı amaçlayan kendi mevzuatını öne sürdü. Çin, 2022’de yerli şirketlere 12,1 milyar Yuanın üzerinde sübvansiyon tahsis etmiş olup, Semiconductor Manufacturing International Corp (SMIC) ve Huawei Technologies bu destekten en çok yararlanan şirketler olmuştur. Çevresel açıdan bakıldığında, bu durum madencilik faaliyetlerinin daha da genişlemesi, çevrenin daha fazla yağmalanması ve tahrip edilmesi, elektronik sektöründen daha fazla enerji talebi ve toplumlara daha fazla tehlikeli atık atılması anlamına gelecektir.
Sonuç olarak bunlar, emperyalist ülkelerin yeşil göz boyamalarına rağmen iklim açmazını daha da ağırlaştırmaktadır.
Emperyalist ülkeler yeni-sömürgelere yenilenebilir enerji tedariki gibi sözde “yeşil politikalar” dayattıkça, bunlar ÇUŞ’lar ve yerel işletmeler lehine uygulanmaktadır. Örneğin, Filipinler’de biyoyakıtlardan yenilenebilir enerji üretimi, gıda ürünü üretimi için kullanılan arazilerin tarımsal yakıt plantasyonlarına dönüştürülmesine ve toprak gaspı vakalarına yol açmıştır. 2002’den 2012’ye kadar, İngiltere, Japonya, Tayvan, Suudi Arabistan ve Güney Kore’den yatırımcıların büyük yerel şirketlerle ortaklaşa sahip olduğu veya kontrol ettiği tahmini 1,5 milyon hektarlık alana biyoyakıt için jathropa, şeker kamışı, hindistan cevizi ve manyok ekilmiştir.
Japon-Tayvan-Filipin Konsorsiyumu Green Future Innovation da dahil olmak üzere bu plantasyonların çoğu, yatırımcıların vergi tatili gibi çeşitli teşvikler aldığı tarımsal endüstriyel ekonomik bölgelerde yer almaktadır.
Büyük ölçekli ve yabancılara ait madencilik faaliyetlerine ve tarımsal plantasyonlara yer açmak için dağlar düzleştiriliyor ve ormanlar yok ediliyor. Filipinler’in 30 milyon hektarlık toplam yüzölçümünün yaklaşık yüzde 70’ini kaplayan geniş ormanlarının çoğu son 100 yıldır zarar görmüştür. 1950’lerden bu yana Filipinler 530’dan fazla meteorolojik (fırtına), hidrolojik (sel ve toprak kayması) ve klimatolojik (kuraklık) felakete maruz kalmıştır. Kaydedilen afetlerin sayısı son yetmiş yılda önemli ölçüde artmıştır. Büyük ölçekli şirketlerin faaliyetleri, iklim değişikliğinin getirdiği aşırı hava koşullarının sonuçlarını ağırlaştırmaktadır.
Kuzey Mindanao’da 2011 yılında meydana gelen ve 1.200’den fazla kişinin ölümüne yol açan sel felaketinin başlıca nedenleri olarak, tahrip olmuş dağlar ve ormanlar gösterilmektedir. Visayas’ta 2013 yılında Yolanda (Haiyan) Tayfunu’nun yol açtığı yıkım 6.300 ölü, 28.688 yaralı, binden fazla kayıp, 3,42 milyon etkilenen aile ve 95,48 milyar Php (1,9 milyar ABD$) zarara yol açmıştır.
Yoksul ülkelerdeki kadınlar iklim krizine karşı özellikle daha savunmasızdır. Öncelikle, yoksulluk koşullarında yaşayan 1,3 milyar insanın %70’i kadındır. Kentsel alanlarda, en yoksul hanelerin %40’ı kadınlar tarafından idare edilmektedir. Kadınlar dünyadaki gıda üretiminde baskındır (yüzde 50-80), ancak toprağın yüzde 10’undan daha azına sahiptirler. Kadınlar ayrıca, geçimlerini sağlamak için yerel doğal kaynaklara büyük ölçüde bağımlı olan yoksul toplulukların yüksek bir yüzdesini temsil etmektedir; özellikle de gıda güvenliğinin yanı sıra evlere su temini, yemek pişirme ve ısınma için enerji sağlanması gibi konularda en büyük sorumluluğu üstlendikleri kırsal alanlarda.
Kadın Kaynakları Merkezi tarafından 2019 yılında Nueva Ecija’da (Orta Luzon Filipinler’de bir eyalet) kuraklıktan etkilenen Filipinli kadın çiftçiler üzerinde yapılan bir çalışmada, çiftçi aileleri için “hulaw” veya kuraklığın ana etkisinin geçim kaynağı kaybı olduğu belirtilmiştir. Yağışların azalması mısır, muz, hindistan cevizi ve pirinç gibi ürünlerin üretiminin düşmesine neden olmuştur. Örneğin, bir hektarlık mısır tarlasında hasat edilen mısır 20 çuvaldan beş ya da yedi çuvala düşmüştür. Muz ağaçları hiç meyve vermemiştir. Sonuç, çiftçilerin günde sadece Php50.00 (1 USD) kazanmasıyla aşırı açlık olmuştur. Etkilenen topluluklardaki kadınlara göre, kuraklık küçük çiftliklerini vurduğundan beri her gün sadece manyok veya tatlı patates ile beslenmektedirler.
Ne zaman bir felaket yaşansa kadın ve çocuk sağlığı risk altına girmektedir. Hamileyken veya emzirirken özel beslenme ihtiyaçları nedeniyle gıda kaynakları sınırlı olduğunda kadınların yetersiz beslenmeden muzdarip olma olasılığı daha yüksektir. Kadınların hijyeni de afetlerden etkilenir ve kadınlar menstrüasyon ürünlerine erişimden yoksun kalır. Kuraklıkta düşük nem, öksürüğe neden olan ve astımı tetikleyen tozu da beraberinde getirir.
Hem kuraklık hem de sel felaketlerinde temiz suyun kısıtlı olması özellikle çocuklar arasında ishal ve dehidrasyona yol açmaktadır. Bu durumlar, her zaman ailelerinin hayatta kalmasını düşünen annelere stres ve endişe getirmektedir.
Şehirlerde, kent merkezlerindeki büyük nüfus da afetlere karşı daha az savunmasız değildir. Yaklaşık 110 milyon Filipinlinin üçte biri sellere karşı hassas olan yoksul kent topluluklarında yaşamaktadır. Ulusal Başkent Bölgesi’nde 2009 yılında Ondoy (Ketsana Tayfunu) ve 2020 yılında Ulysses’in (Vamco Tayfunu) yol açtığı şiddetli seller binlerce ailenin hayatını kaybetmesine ve geçim kaynaklarını kaybetmesine neden olmuştur.
Toplulukların yerlerinden edilmesine yol açan felaket ve doğal afet dönemlerinde kadınlar alternatif gelir kaynakları yaratmaktadır. Ev işlerinde yardımcı, çamaşırcı, satıcı, elbise dikicisi gibi çeşitli işler yaparlar. Tarım arazilerinde kadınlar zengin çiftçiler için işçi olarak çalışmakta ve bir günlük çalışma karşılığında Php100 (1,98 ABD$) ila Php150 (2,97 ABD$) almaktadırlar.
İklim felaketlerinden etkilenen ailelerin yerlerinden edilmesi, birçok insanın uyudukları, yıkandıkları ve giyindikleri küçük bir alana sıkıştırıldığı tahliye merkezlerinde kadınları cinsel şiddete karşı savunmasız hale getirmektedir. Kadınlar ayrıca geçim kaynaklarının yokluğunda seks ticareti ve fuhuşa zorlanmaktadır. Supertyphoon Yolanda’nın (2013’te yaşanan tayfun -ÇN) ardından, fuhuş için satılan ve yakın illerde insan ticareti yapılan kadın ve çocuk vakaları yaygınlaşmıştır. Yoksul ailelere, şehirlerdeki genelevlere götürülmek üzere iş ve kalacak yer vaat edilmiştir.
İklim krizi emperyalizmin baş belası olduğunu ortaya koyuyor. Doğal afetlerin etkilerini artırmakta, kadın ve çocukların yaşadığı yoksulluk ve şiddeti şiddetlendirmektedir.
Sonuç
Dünyanın dört bir yanındaki borsaları yapay olarak destekleyen yapay zeka patlaması, elektronik atölyelerinde çip ve daha verimli hafıza kartları üreten yüz binlerce kadın işçinin sırtına dayanıyor. Teknolojilerin geliştirilmesi ve endüstriyel kullanım için metal ve minerallerin çıkarılmasına yönelik bu çılgın aceleden doğan ekolojik felaketin ortasında kadınlar da yer almaktadır. Devrimci direniş yolunda ilerleyen kadınlar, diğer sömürülen sınıflar ve ezilen kesimlerle birlikte, emperyalist yağma ve açgözlülüğe karşı kararlı bir şekilde ayağa kalkabilir ve mega kâr çarklarını bozabilirler.