Uluslararası Anti-Emperyalist Birleşik Cephe’nin 1. Kongresi’ne yolculuğumuza başlarken hazırlıklarımızı tamamlamanın verdiği bir parça rahatlık vardı üzerimizde elbette. Aynı zamanda da tartışmaların oldukça renkli, zengin ve tartışmalı geçeceğini de biliyorduk. ATİK delegasyonu olarak hem Yeni Kadın hem de Gençlik temsilcimizde yerlerini alacaklardı Kongre’de. Geleceğe dair bir çok öneri, eylem planı ve elbette dünyadaki durumu değerlendirmelerimiz mevcuttu. Tüm bunlar iskelet halindeyken tartışmalar, diğer ülke delegasyonlarından ilk ağızdan bilgilendirmeler ve karşılıklı iknaya dayalı bilgi alış verişleriyle ete kemiğe bürünecekti. Gerçi emperyalist savaş çığlıklarını, derinleşen yoksulluğu, yaratılan bölgesel savaşlarla yerlerinden yurtlarından edilen milyonlarca mülteciyi ve göç yollarında katledilen binlerce canı düşündükçe geç kaldığımız duygusundan kurtaramıyorduk kendimizi.
Avrupa ülkelerinde görülen nadir güneşli günlerden birine denk gelmenin keyfiyle kongre alanına doğru seyahatimiz sırasında içinden geçtiğimiz tarlalar, meyve ağaçları ve küçük yerleşim yerlerinin güzelliğine daldık bir süre. Yeşilin tüm tonlarıyla bezeli ormanlık bir alan ve karınca kolonisi gibi çalışkan ev sahibi dostlarımızı gördüğümüz de parçası olduğumuz mücadelenin, dayanışmanın ve iyiliğin tadını çıkarırcasına tebessümle “hoşgeldiniz” diyenlere “hoşbulduk” deyiverdik.
Çadırlar kuruluyor, yemekler hazırlanıyor, çay-kahve servisi için hummalı bir koşuşturma yapılıyordu. Kayıt işlemlerimizi yaptırırken bir yandan da kapının önünde bulunan büyük usta Lenin’in büstü önünde hararetli bir felsefe tartışmasının ardından ülkemizde de komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın büstünün yapılıp yapılmayacağı üzerine ayak üstü bir fikir yürütmeyle birlikte o güne olan inancımızı bir kez daha yineledik.
Yemeklerimizi yerken ilk küçük tanışmalar ve dostlarımızla selamlaşmalar gerçekleştirdiğimiz esnada MLPD’li dostların yüzlerindeki hüznü farkettik. Acı haberi söylediklerinde o hüznün içine bizlerde dalıyoruz. Duisburg bölgesinden MLPD’nin çalışkan arısı Renata Kohler Kongre alanına gelirken geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmişti. Ne söylenebilirdi ki; sessizce uzun uzun sarıldık yoldaşlara, acılarını paylaştık.
Akşamın serinliğinde büyük çadırın altında buluştuk dostlarla, yoldaşlarla. Her delegasyon kısaca kendilerini tanıtarak merhaba dediler. Peru, Nepal, Sri Lanka, Togo, Polonya, Kıbrıs, Güney Afrika, Meksika, Filipinler, Tunus vb. her biri tüm içtenlikleri ve güzellikleriyle enternasyonalizmin kucaklayıcılığını salondakilere hissettirdi. İçinde ATİK temsilcisinin de bulunduğu Koordinasyon Komitesi katılımcıları selamlayarak kısa konuşmalar yaptılar. ATİK temsilcisi arkadaş Kongre’nin Renata şahsında tüm devrim ve sosyalizm uğruna kaybettiklerimize adanması gerekliliğini ifade ederek önerisinin kabul görüldüğünü söyledi ve herkesi saygı duruşuna davet etti. Elbette ki devrim ve sosyalizm uğruna kaybedilen, katledilen nice can; her biri yoklukları ile bizi hüzne koyuyorlar, fakat bir o kadar belki daha da fazlasıyla bıraktıkları mücadele azmi, devrime inançları, cesaretleri ile kavgada ısrarımızı sağılıyorlar.
İlk gece, ilk tanışmalar, ilk sözcükler her zaman önemli olmuştur. Serüvenin nasıl devam edeceğinin ipuçlarını taşır bağrında. Kongrenin ilk akşamı da öyle oldu. Renkli, kucaklayıcı ve dünyanın neresinde olursan ol; sınıf kardeşlerinin-siper yoldaşlarının sana kattığı cesaret ve güçlülük duygusu. Madenciler Konferansı’nı kısa bir süre önce gerçekleştiren işçilerin korosu ‘Santa Barbara Bengita (maden işçilerinin yaşadığı zulmü anlatan halk türküsü) seslendirirken salonda yarattığı duygu tam da böyleydi.
Perulu kadın arkadaş “buradayım, çünkü bu birlik tüm dünya için bir çağrıdır” derken Tunuslu arkadaş cephenin genişletilmesi için harcanan çabadan bahsetti. Gençler yaşanan sorunlara değinirken gençliğin dinamik gücünün degiştirici dönüştürücüğü etkisini anlattı.
Planlanan saatte sonlandırılan ilk tanışma akşamından sonraki serbest saatler de görünen oydu ki kimsenin yataklarına gitme gibi arzuları yoktu. Birebir sohbetler, yarın için olası gelişebilecek tartışmalara ve analizlere ön hazırlıklar, görüş alış verişleri hızla sürüyordu.
Ertesi gün günün ilk saatlerinde yapılan kahvaltının ardından kongrenin yapılacağı çadıra doğru yürüyenler son kahvelerini içmenin telaşıylı notlarını gözden geçiriyorlardı.
Koordinasyon komitesi divanın seçilimine kadar yürütme görevini üstlenmişlerdi. Avusturya İşçi Marşı ile başladı Kongre ve devamında gelenleri selamlama ile devam etti. Tercümanlar kendilerine ayrılan küçük kabinlerin içinde görevlerini layıkıyla yerine getirme çabası içindeydiler. Oldukça başarılı olduklarını da abartısız söyleyebiliriz.
Dünyanın birçok ülkesinden 120 delege hazırdı salonda. Gözlemciler, katılımcılarla sayı 200’ü aşıyordu. Ve 18 ülkeden 30 delege ise Alman devletinin vize vermemesi üzerine gelememişti. Neden vize alamadılar sorusuna verilen yanıt ise salondakileri öfkelendirdi. Çünkü Alman devleti açık açık çekinmeden ve herhangi bir bürokratik dile bile ihtiyaç duymaksızın “siz orada komünistlerin yaptığı bir etkinliğe gitmek istiyorsunuz” diyebilmişti. Bu durum elbette Kongre iradesi tarafından kınandı.
Divanda görevli olan Koordinasyon Komitesi bölümler halinde Uluslararası Anti-Emperyalist Birleşik Cephenin doğum fikrinin nasıl geliştiğini, tarihsel sürecini, anlam ve önemini anlattılar.
Ardından MLPD kurucu önderi Stefan Engel yaklaşık 35 dakika süren bir konuşma ile Kongre’ye seslendi. Konuşmasında E.Cephenin esas görevinin emperyalizme karşı savaşmak olduğunu, bilimsel analizler yaparak dünyayı değerlendirmemiz gerektiğini, emperyalistlerin şimdiki üretim tarzından memnun olmadıklarını, monopol kapitalizmin geliştiğini, yeni kolonizasyon modelinin oluştuğunu ifade etti. Ve devamla 40 ila 70 arasında yeni emperyalist ülke olduğunu , bu ülkeler içinde Türkiye’nin de bulunduğunu, ayrıca Türkiye’nin giderek faşist diktatörlüğe doğru yürüdüğünü söyledi.
Stefan Engel’in konuşması devam ederken moderatörlüğü de yapan ATİK temsilcisi arkadaşın cevap için sabırsızlandığı belli oluyordu. Fakat bunun bir tartışma değil sadece Stefan Engel’in seslenme konuşması olduğu göz önüne alındığında içine girdiği rahatsız edici kısıtlanmayı oturduğumuz yerden bile fark edebiliyorduk. Yine sözü S.Engel’den alırken “Türkiye emperyalist ülke değildir ve şu an değil kurulduğu andan itibaren faşist diktatörlüktür” cümlesini kuruverdi.
Devamla delegelere 3’er dakikalık söz hakkı tanınarak tartışmalar başlatıldı. 3 dakika mı! Bu nasıl yetecekti, kafamızdakileri nasıl bu sürede aktarabilecektik? Oldukça zor bir işti. Daha S.Engel konuşurken aldığımız notlar bile dakikalar sürebilirdi. TC yarı sömürgelikten hiç bir zaman kurtulamamıştı, kendi iç dinamikleri ile gelişememişti ki. Bir önceki toplumsal yapıyı devrimci tarzda tasfiye etmeden, bağımsız kapitalist gelişmeye sahip olamadan nasıl tekelleşip emperyalist bir güç haline gelmiş olsun. Bu doğru değildi. ‘Yeni kolonizasyon’ ile neyi kast ediyorlardı? Ne yani emperyalizm bir ülkeye giriyor ve orayı emperyalistleştiriyor muydu? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Kautsky ‘nin kucağına düşmek Lenin’i inkar etmek olurdu bu. Yoksa emperyalizmin girdiği ülkeyi geliştirip, kapitalizmin iki ayağını üretim araçları (üreten sanayi) ve tüketim maddeleri üreten sanayi üzerine dikmesini sağlayarak emperyalist rakipleri haline getiriyorsa emperyalizmin asıl amacının gözden kaçırıldığını o na ilerici bir rol verildiğini mi düşünüyorlardı?
Tüm bunları 3 dakika içinde tartışmak veyahut ikna edebilme şansının olmadığı açıktı. Yine de en azından emperyalizmin asıl amaçının çatışmılar üzerine geliştiğini, çatışmanın esas ittifakların geçici olduğunu söyleyebilirdik. Öyle de yaptık.
Bolşevik Partizan adına söz alan arkadaşlarda Türkiye’nin emperyalist olmadığını geri kapitalist bir ülke olduğunu, emperyalist niyetler besleyerek saldırgan tutumlar izlediğini, fakat tüm bunların üretim ilişkileri bağlamında düşünüldüğünde (ki öyle yapılmalıdır) emperyalist değerlendirilemeyeceğini söyledi.
Tunus delegesi de ilk günün tartışmalarında krizin ticari -sanayi kapitalizmin pazarlarını savunmak için giriştikleri politikalarının sonucu olduğunu, Kıbrıs delegesi 50 senedir TC tarafından işgal edildiklerini, Amerika askeri üslerin ada da ki varlığının halen devam ettiğini belirtti.
İlk günün tartışmaları her ülkenin dünyayı analizlerini ve kendi ülke bilgilendirmelerini içeriyordu. Fakat halen neticelenememiş yeni emperyalist ülkeler ve yeni kolonizasyon kafa karışıklığı orta yerde duruyordu. Durumun oluşturulan workshoplarda bir şekilde devam edeceği de hissedilmekteydi.
7 Workshop konusu belirlenmişti: Emperyalizme ve Savaşa Karşı Yeni Bir Barış Hareketi, emperyalist doğa felaketine karşı duruş, gençlik geleceği için bir arada, emperyalizme karşı kadın gücü, emperyalizme karşı kültür-sanat, sınırların ötesinde işciler birleşin ve sosyalizm karşı duruşumuz ne olacak?
Konular belirlenmişti belirlenmiş olmasına ama kongre dışında workshoplar içerisinde tercüme sıkıntısı kendini göstermişti. Birçok dilde yardımcı olacağı söylenmiş olmasına rağmen kendini ifade edememek, İngilizceye hâkim olamamak kendi yakıcılığını bir kez daha hissettirmişti. Dilden dile çevrilirken kaybolan anlamlar ve anında müdahaleci olamamak size kendinizi yetersiz hissettiriyor. Çözümü bilindik bir gerçek: birçok dile hâkim olabilen siyasete hâkim gençlerin yetişmesi.
Her workshop da kongre esnasında dile getirilememiş bir çok bakış açısının yansıyacağını ve hararetli tartışmaların yapılacağını ön görmüştük ve öyle de oldu. Türkiye’nin emperyalist ülke olduğu üzerine ısrarcı yaklaşımların can sıkıntısı bir yana. İdeolojik bir belirlemenin ancak ve ancak örgütün veya kurumun kendi adına yapabileceği bir olgu olduğunu, bunun kongre iradesi şeklinde raporlara aksedilemeyeceğini söylememiz üzerine tartışmaların ateşi biraz alınmış oldu.
Yine de tüm bu yaşananların ışığında tüm workshoplardaki çalışmaların oldukça verimli ve öğretici geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Workshop raporlarının ertesi güne sunumunu bırakarak akşamki etkinliğe hazırlanıldı.
Yemeğin ardından kültür-sanat gecesi (her ülke yeteneği ve olanakları içinde sundukları) gerçekleştirildi. Türküler, marşlar, danslar vb. Afrikalı kadınların dansı, Rusya delegasyonun Sovyet dönemi marşları , Filipin halk ezgileri akılda kalan melodilerdi. Her birimizin içinden keşke ülkemin, kültürümün türküsünü, dansını dile getirebilecek yeteneğe sahip olabilseydim duygusunun geçtiğini tahmin ediyorduk. Ve tabii en azından halay çekebiliyorduk. Öyle de yaptık…
3. gün… raporlar okunacak, tüzük değişiklikleri yapılacak, geleceğe dair planlar anlatılacak, cephenin profili belirlenecek ve öneriler getirilecek. En nihayetinde de yönetici kurumların seçimi yapılacak.
Uzun bir gün olacaktı. Kulaklıklar takıldı, kağıt kalemler hazırlandı ve pür dikkat konuşmacıların söylemleri dinlenildi.
Workshop raporları grup üyeleri tarafından sahneye çıkılarak başlıklar halinde sunuldu.
Bütün emperyalist savaşlara hayır, Ukrayna savaşı da emperyalist bir savaştır. Bir çok ülkede faşizm tırmanışa geçti. İşçiler işçilere kurşun sıkmaz. Bazı tarihsel günleri (16 Eylül İran zulmüne karşı dayanışma günü, 1 Eylül Dünya Barış Günü vb.) Cephe olarak takvime almalı ve o günlerde etkinlikler yapılmalıdır. Cevre felaketine karşı durmak cephenin görevleri arasındadır. Ülkeler birbirlerini dönem dönem ziyaret ederek aradaki bağları kuvvetlendirmeli. İşçi mücadelesi ile çevreci mücadele arasında bağlar kurulmalı. Nükleer santrallerin kapatılması, silahların yasaklanması için çalışılmalı. İşçilerin ve ailelerin çevre felaketleri ile zehirlenilmelerinin durdurulması için faaliyet yürütülmeli. Faşist rejimlerce tutsak edilen bir çok genç insanın farkındalıkları yaratılarak, özgürlükleri dillendirilmeli. Enternasyonal mücadele günleri baz alınarak uluslararası dayanışma güçlendirilmeli. İşçi sınıfının öğreticiliği ve bilimi bizlere önderlik etmeli. Seminerler düzenlenmeli. Gençler olarak enternasyonal web sayfası ve şarkısı yapılmalı. Kadın ile erkeğin eşit şartlarda hakları tanınmalı ve yaşam koşulları sağlanmalı. Çocuk ve kadın sağlığı farkındalığı yaratılmalı. Tecavüz halen kadınlar için bir savaş aracı olarak kullanılıyor, bu teşhir edilerek önüne geçilmeli. Nepal’de gerçekleşecek 3.Dünya Kadın Konferansı için Cephe güç vermeli. Savaşa değil kadınlara, eğitime, sağlığa bütçe ayrılmalı. Tiyatromuz, müziğimiz, dansımız, fotoğraflarımız bizleri yani halkın taleplerini yansıtmalı. Burjuvazinin sanatı yozlaştırmasına izin vermemeliyiz , kendi sanatımızı yaratmalıyız. Günlerden karanlık ise sanatımız onun içinde bizlere ışık olmalı. Sınırlar ötesi beraberliğe dünya halklarının acil ihtiyacı var. Birbirimizin tecrübelerinden öğrenmeliyiz. Barış bu cephenin görevidir. Anti-komünist akımlara karşı mücadele yürütmeli eğitime önem vermeliyiz. Sosyalizm fikirleriyle güçlü oluruz. Cephe kendi içinde de insan hakları komisyonu oluşturmalı. Ve daha nice öneri ve belirlemeler workshopların sonuçları arasında yerini aldı.
Ve devamla, sunulan raporlar ve sonrasında gelen tüzük önerileri, belirlemeler üzerine söz hakları verildi. Çok da yabancısı olmadığımız kelimeler üzerinde tartışmaların geliştiğini görünce esasında kavramların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. Zira kavram tanımlamayı ve soruna bakış açını ortaya koyan bir ideolojik durumu tespit ediyor. “Süper güç, büyük emperyalist güçler, küçük emperyalistler” tartışması içerisindeki durumda veyahut “reaksiyonal ve emperyalist güçler içerisinde ki Türkiye” cümlesinde olduğu gibi. Her bir durum ve tanım tespiti yapılarak kongre iradesine sunuldu. Türkiye’nin emperyalist ülke olduğu tanımlaması bir kez daha gündeme gelince ATİK delegasyonu tarafından yapılan itiraz ve konuşmayla cümle içerisinden çıkartıldı. Tunus delegesinin “cephe emperyalizme, faşizme ve siyonizme karşı mücadele yürütür” cümlesi Siyonizm’in anti-semitizm olmadığı, bu tanımlamayla birlikte Filistin halkının da güvenini kazanabiliriz düşüncesiyle kabul edildi.
Yürütülen ülke mücadeleleri örneklendirmeleri sırasında Latin Amerika delegelerinden bir arkadaşın mikrofona çıkarak “bırakın ülkemi söylemeyi, koskoca bir kıtayı unutmuşsunuz yazmayı” demesi üzerine utanç ve şaşkınlıkla salonun birbirine bakakalması traji komik sayılabilirdi ve hemen eklenerek düzeltme yapıldı.
O dakikaya kadar Anti-Emperyalist Birleşik Cephe ismi kullanılıyordu. Öneriler ile bu ismin oldukça uzun olduğu ve kısaltılması talep edildi. ATİK’in ‘Anti-Emperyalist Cephe’ önerisi dahi uzun bulunarak sadece ve sadece ‘Birleşik Cephe’ ismi olması kabul edildi. Her ne kadar kime karşı neye karşı birleşik cephe sorularına cevap olamasa da Kongre iradesi bu yönlü bir tercih ortaya koydu.
Logo tasarımı ile ilgili olarak yine bir kaç taslak iradeye sunuldu. Ve en nihayetinde halen var olan dünya etrafında dayanışma ve birliktelik içinde olduğunu görebileceğiniz kadınlar-erkekler logosu kabul edildi.
Sri Lanka delegasyonundan arkadaşların müjdeli haberlerini paylaşmaları da bir başka güzel an yaşattı. Yıllardır sürdürdükleri mücadeleye lastik üretimiyle çevreyi kirleten fabrikanın kapatılmasını sağlamışlardı. Tartışmalı ‘neo emperyalizm’ konusuna da değinen Sri Lanka heyeti , “tartışmaları yakınen takip ettik, vardığımız sonucu sizlerle paylaşmak isteriz: Bizce Lenin’in emperyalizm belirlemesi dışında başkaca bir tartışmaya girmemek en doğrusu olacaktır” dedi.
Tunus delegesinin 29 Kasım Filistin ile Dayanışma Günü olarak raporlara eklenmesi öneri doğru görülerek kabul edildi. Yine Polonya’nın aylık olarak ülkelerden raporlar istenmeli önerisi fikir birliği sağlansa da raporlara geçirilmedi.
MLPD adına konuşan Gabi’nin Çalışma Programına ilişkin eleştirilerinde işçi sınıfıyla birliktelik vurgusunun zayıflığına değinerek burjuvazinin içimizde yer alamayacağını söyledi ve üye kazanma çalışmalarına ağırlık verilmesini istedi.
Rusya delegesi ise önemli halkın doğru bilgi alma ağlarının oluşturulmasını istedi.
Hindistan delegesi en son konuşanlar içerisindeydi ve bir sonraki kongrenin Hindistan’da yapılabileceğini söyleyerek öneri getirdi.
Filipin delegesi siyasi tutsaklara dikkat çekerek faşizme geçit verilmemesini ve grev hakkının savunulmasını istedi.
Filistin delegesi arkadaş ise göç ettirilen Filistinlilerin geri dönüşümü için çaba harcanması aciliyetinden bahsederek demokratik Filistin için savaşılmalı dedi.
Yine ATİK’in Eskişehir maden işçileri ile dayanışma mesajı kongre iradesi tarafından kabul edildi.
Sahra delegesi kadın arkadaşın Birleşik Cephenin Batı Sahra’nın Fas tarafından işgalini kınamasını istedi. Tecavüz olaylarının giderek artmasının önüne geçilmesini istedi.
Fas delegesi oldukça deneyimli bir arkadaş olarak Birleşik Kuzey Afrika özgürlüğünün sosyalizmden geçeceğinin altını çizdi.
Ve seçimler en son madde olarak ele alındı.
Danışma Komitesi oy birliği ile seçildi. Komite bileşenlerini oluşturan ülkelerin temsilcilerini tavsiye eden arkadaşlarının konuşmaları oldukça etkili ve keyifliydi.
ATİK, ICOR, PERU, GÜNEY AFRİKA, TUNUS, KIBRIS, BATI SAHARA Danışma Komitesini oluşturdu.
Öğrendiğimiz, politikalar ürettiğimiz, gelecek planları çizdiğimiz, dünyada durum analizleri yaparak 3. dünya savaşı olasılığının çok güçlü bir şekilde kendini hissettirdiği gerçekliğinin altını çizdiğimiz kongremizin ardından delegasyonların sahne üzerinde yerlerini alarak Enternasyonal Marşı söylemeleri ile Birleşik Cephe’nin 1. Kongresi başarıyla tamamlandı.
O ana kadar tartışmaların tansiyonuyla, not alma, söylenilenleri kaçırmama telaşıyla yanı başınızda yaşanan güzellikleri bazen kaçırabiliyorsunuz.
Enternasyonal marşımızın söylenmesi de tam böylesine bir ana denk gelmişti ki omuzumda hissettiğim iki elin sıcaklığı ile sağıma ve soluma bakma ihtiyaçı hissettim. Her delege kendi dilinde Enternasyonali söylüyor ve yanı başındaki siper yoldaşının omuzuna el koyuyordu.
Devrimci olmanın, doğru ve haklı bir yerde duruş sergilemenin, insan olmanın keyfini ve dayanışmanın güç verici nefesini bir kez daha içimize çekerek bir sonraki günün görev ve sorumluluklarına hazır hale geliyorsunuz. İyi ki devrimciyiz, iyi ki sosyalistleriz, iyi ki enternasyonalin gücüne ve birlikteliğine olan inancımız böylesi anlardan beslenerek büyümeye devam ediyor.
Yaşasın Enternasyonal Dayanışma! (ATİK Haber Merkezi – 12 Ekim 2023)