Depremin ilk günlerinde, ilk haftasında devlet tarafından enkaza terk edilen halk, kendi çabasıyla yokluktan var ederek hayata tutunma iradesini ortaya koydu. Deprem bölgelerine seferber olan devrimciler ise halkın yaşam mücadelesine dayanışma çalışmalarıyla omuz verdi. Bulunduğumuz her alanda örülen dayanışmayla yıkım sonrası hayatta kalmanın gerçekliği ile mücadele eden halkın acısına, yasına ortak olduk. Onun yaşama tutunma iradesinden güç alarak dayanışma çalışmalarımızı yaşama geçirdik.
Yıkımda yakınlarını kaybeden, doğduğu büyüdüğü toprakların yerle bir oluşuna tanıklık eden hayatta kalan insanların acısı, gelecek kaygısı gün geçtikçe derinleşiyor. Depremin ilk günlerinde halkın yaralarını sarmak, acılarını paylaşmak ve birlikte neler yapabileceğimizi ortaya koymak üzere Defne Tavla Mahallesi’nde başlattığımız dayanışma çalışmaları devam ediyor.
Yıkımın ilk döneminde halkla birlikte kurduğumuz mutfak, yaklaşık bir aylık yemek dağıtımı süreci devrimciler, gönüllülerle ile birlikte bölge halkının kolektif dayanışmasını ortaya koyduğu bir dönemdi. Yıkımda yakınlarını kaybeden, deprem sonrası yoklukla mücadele eden halkın acısı henüz çok tazeyken, dayanışma çalışmalarının bir parçası olan bölge halkıyla “yıkımın yaralarını birlikte sarma” iddiamızı birlikte yaşama geçirdik. Çocukların psikososyal süreçlerini güçlendirecek çalışmalarla bölgedeki çocuklarla “çocuk oyun çadırı” oluşturulmuştu. Yeniden inşa çalışmalarımız kapsamında çocukların psikososyal gelişim sürecinin devamlılığının sağlanması üzerine dayanışma çağrılarımıza ses veren, emek harcayan kolektifin harekete geçmesiyle “Kardeşlerin Oyun Parkı”nda prefabrik oyun alanı bölge halkının, gençlerin ve çocukların kolektif emeği ile yaşama geçirildi.
Yıkımın dördüncü ayını karşılarken depremde yaşamını yitiren insanların yası tutulurken bir bütün şehrin yası tutuluyor. Antakya merkezdeki “acil yıkım” kararı olan evlerin yıkılması, enkazların kaldırılmasıyla gün yüzüne çıkan yıkımın boyutu ve gerçekliğiyle karşı karşıya kalan halk, eski Antakya ile vedalaşma sürecinde diyebiliriz.
6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinin devletin rant politikalarının bir sonucu olarak büyük yıkımlara neden olduğunu, depremin değil rant politikalarının öldürdüğünü teşhir ederken; AKP-MHP iktidarı ise enkazları kendisine yakın şirketlere peşkeş etti. Enkaz kaldırma çalışmaları çevre ve insan sağlığını tehdit eden yol ve yöntemlerle sürdürüldü. Moloz yığınları, insan ve hayvanların yaşam alanlarına, zeytinliklere döküldü. Yaşam alanlarına sahip çıkan, direnişe geçen halka jandarma ve polis saldırdı. Bazı bölgelerde halkın bağı, bahçesi, arazisi usulsüz yöntemlerle devlet tarafından kamulaştırıldı. Yıkımların sorumlusu olan AKP-MHP iktidarı, halk sağlığını tehdit ederken yıkımları da fırsata çevirerek yeni rant politikalarını yaşama geçirmeye devam etti.
Yıkımla birlikte devlet tarafından büyük bir yoksunluğa terk edilen halkın yası devam ederken, barınma ve temel ihtiyaçları hala karşılanmazken, egemenler ülke gündemini 14 Mayıs seçimlerine kilitledi. Tam da bu dönemde tıpkı “pandemi” döneminde olduğu gibi deprem bölgelerinde “normalleşme” politikalarını devreye sokan AKP-MHP iktidarı, Defne’de hastane temeli attığını ilan ederek kirli seçim çalışmalarını başlattı. İktidarı ve muhalefetiyle sistem partileri deprem bölgesindeki halkın ihtiyaçlarına bırakalım çözüm üretmeyi, depremzede halkın temel ihtiyaçlarını bir seçim vaadi olarak sundu. “Normalleşme” politikalarına ilk ve ortaöğretim okullarının açılmasıyla devam edilirken, zaten eşitsiz olan eğitim sistemine çocuklar deprem sonrası dezavantajlı koşullarda dahil oldu, gençler dezavantajlı koşullarda sınav sistemine tabi tutuldu.
Devletin bir bütün karşılamakla yükümlü olduğu, halkın en temel ihtiyaçlarından biri olan barınma sorunu, halka 3 seçenekli soru olarak dönüyor. Soğuk kış günlerini çadırda karşılayan depremzedeler, sıcakların yükselişe geçtiği bugünlerde ya çadırda yaşamak zorunda ya da cüzi rakamlarla verilen “kira yardım bedeli” hakkından vazgeçmesi koşuluyla 3 yıl süreli küçük bir konteynırı tercih etmek zorunda bırakılmakta. Bu zorunlu tercihi yaparak aylar öncesinde konteynır başvurusunda bulunan depremzedelerin talepleri, bürokratik işleyişlerden geçerek aylar sonrasında teslim edilmeye başlamış olsa da yeterli sayıda değil. Başvuruda bulunmuş yüzlerce kişinin konteynır talebi halen karşılanmamış durumda.
Bu dönemin yıkımın ardındaki yoksunluğun, çelişkilerin daha fazla gün yüzüne çıktığı bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların “gelecekte ne yapacağız” kaygısı gittikçe derinleşmekte. Defne Tavla Mahalesi’nde ağır hasarlı evlerin yıkımlarının başlamasıyla birlikte gelecek kaygısı her geçen gün derinleşen halkın sorunlarına birlikte kafa yorup, birlikte çözümler üretmeye çabaladığımız bir dönemdeyiz.
Devletin deprem bölgelerinde “normalleştirme” politikalarıyla yaşanan yoksunluğu görmezden gelen tutumu karşısında, şehrin yasını tutmaya devam eden halk, kendi özgücüyle yaşama tutunmaya devam ediyor. Halkın dayanışma kültüründe acıyı, yoksunluğu, sofrayı birlikte paylaşmak var. Komşusunun derdine, sorununa çare olan, yeri geldiğinde mutluluğunu paylaşan halkın yeniden inşa sürecinde de mahallede birlik ve dayanışmayı sürdürmesi önemli. Mahalle halkının yeniden inşa sürecinde birlikteliğini ortaya koyarak çözümler üretmesine vesile olacak yan yana gelişlerin bir parçası olmaya devam edeceğiz. Arkadaş Zekai’nin söylediği gibi; “Elbet geçer bu hüzün mevsimi”. Elbet geçecek bu hüzün mevsimi, halkın acı ve öfkesi isyanımız, yeni günün umudu direncimiz olacak. Biz kazanacağız, halk kazanacak…