Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin boykot tutumumuzu açıkladık. Tutum belgemizin açıklanmasından sonra, bu doğrultuda gerçekleştirilen pratik çalışmalar da bulunuyor. Nitekim bu çalışmalardan biri de Antakya’da Evvel Temmuz Festivali vesilesiyle Samandağ Sutaşı Beldesi’nde gerçekleştirilen köy çalışması ve bu çalışmada kitlelere Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde boykot tavrımızın anlatılması olmuştur. Bu çalışmada dikkat çeken, yoldaşlarımızın halkın boykot tavrını sahiplenmelerine şaşırmaları olmuştur. Eğer gidilen kitlenin boykot tavrını olumlaması ayaküstü/geçiştirmeci ve daha da önemlisi Demirtaş’ın adaylığına yönelik sosyal şoven bir yaklaşımın ürünü değilse, kuşkusuz çok önemlidir.
Halkın bu yaklaşımının, Türkiye halkının bir kesiminin eğilimini yansıttığı açıktır. Türkiye toplumunda, işçi sınıfının ve halkın bir kesimi -sosyal şoven ve düpedüz ırkçı faşist çok az bir çevre hariç- Cumhurbaşkanlığı adaylığı için ortaya çıkan hiçbir adayın kendini temsil etmediği düşüncesindedir. Daha da önemlisi, bu kesimin içinde Gezi İsyanı’yla birlikte düzen dışına çıkma, devlet karşısına dikilme eğilimi içinde olan dinamikler vardır. Açıktır ki işçi sınıfının ve halkın öncülüğüne soyunanların, bu eğilimin güçlendirilmesi ve örgütlü hale getirilmesi gerektiği de tarihsel sorumluluğu gereğidir. Bunun yolunun ise yöntemde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin boykot edilmesinden geçtiği açıktır.
Neden boykot?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini neden boykot ettiğimize dair işçi sınıfına ve halka giderken kullanabileceğimiz sayısız örnek vardır. Roboski katliamının sorumluları, bırakalım yargı önüne çıkarılmayı birer birer kovuşturulmaya gerek yok kararlarıyla “ak”landılar. En ufak trafik kazası bile yargıya havale edilirken, Roboski katliamı bırakalım Ankara’nın dehlizlerinde kaybedilmeyi daha T. Kürdistanı topraklarından çıkmadan kaybedilmiştir. Devletin bir kez daha Kürtlerin devleti olmadığı tescillendi.
Soma katliamının üzerinden çok zaman geçmedi. Bırakalım istifa etmeyi, madenciler ölmekle kalmadı bir de üstüne tekme tokat dayak yediler, acılarıyla “işin fıtratında var bu” diyerek dalga bile geçildi. Soma katliamından bugüne iş cinayetleri tüm hızıyla devam etti. Üstelik Soma katliamı gerekçe gösterilerek, madenlerde çalışma yaşamını düzenlemek adına mecliste çıkarılan yasa da “yaşam odaları”nın kurulması bile reddedildi. Devletin bir kez daha madencilerin devleti olmadığı tescillendi.
11 Temmuz’da, ’90’lı yılların faili belli katliamlarını devlet emriyle gerçekleştirdikleri itiraf eden Ayhan Çarkın’ın serbest; bütün sanıkların davaya katılmalarının vareste bırakıldığı ve bu davadan geriye, kurbanların öldükleriyle kalmasının yanında işlenen cinayetlerden sonra “devlet için kurşun atan da yiyen de kahraman” olanların milyonlarca dolar paylaştıkları bir devlet aygıtının başına geçmeye aday olmak, demokrasi mücadelesinin ufkunun sınırlılığı göstermeye yeter de artar bile.
15 Temmuz’da Sivas katliamıyla ilgili açıklanan Devlet Denetleme Kurulu raporunda yine ve yeniden sorumlu olarak yakanlar değil yananlar ilan edilmiştir. Alevilerin TC tarafından yok sayıldığının en son örneği Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gerçekleştirdiği ankette Alevileri yok sayması oldu. Devletin bir kez daha Alevilerin devleti olmadığı tescillendi.
Kadınların katledilmeye devam ediliyor. Bu katliamlar erkek hakim anlayışın ürünü olmakla birlikte, halihazırda bu düzenin ve onun bekçisi devletin kadın katliamları kolaylaştırıcı bir tutum içinde olduğu, bizzat T. Erdoğan’ın temsil ettiği zihniyetin bu katliamlara cevaz verdiği son derece açıktır. Devlet koruma altına aldığı kadınları bile koruyamamaktadır. Devletin bir kez daha kadınların devleti olmadığı tescillenmektedir.
Neden Demirtaş’ı desteklemedik?
Bunca katliam karşısında, oy vererek “Ayışığı altında özgürce dans edilebildiği” (pekâlâ halay çekmek, horon etmek, misket ve harmandalı oynamak olarak da yorumlanabilir) nerede görülmüştür? Bu hayalleri halka gerçekleşebilir proje olarak sunmak doğru değildir. Üstelik de bu halk Gezi İsyanı gibi hemen hemen herkesin -başta Erdoğan’ın- kabullendiği gibi düzenin sınırlarını zorladı. Ayarını bozdu. Erdoğan her gittiği yerde “Gezici”leri anar oldu!
Türk, Kürt uluslarından, azınlık milliyet ve mezheplerden Türkiye halkının daha bir yıl öncesinde hatırı sayılır bir şekilde sokağa çıktığı, üstelik de bu tavrını kâh azalarak kâh artarak da olsa sokağa çıkmayı sürdürerek devam ettirdiği bir tarihsel eşikte, düzeni ve devleti sorguladığı bir ortamda, adres olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini göstermek ve bu yolu Türkiye halkına çözüm olarak sunmak doğru tutum değildir. Halka karşı sorumluluğunun bilincinde olmamaktır.
Kürt hareketinin kendi politik ufku ve çıkarları, mücadelenin belli bir aşamasında devletle anlaşma temelinde müzakerelerde bulunması anlaşılır bir tutum olsa da ve bu politik tutumun altını “Türkiyelileşme” kavramıyla doldurup, müzakerelerde elini güçlendirmek amaçlansa da, nihayetinde bu paradigma, devleti ortadan kaldırmayı değil, devleti demokratik temelde ıslah etmeyi hedeflemektedir.
Bu hedefin gerçekleştirilebilir olmadığı gibi hatalı bir politik tercih olduğu son derece açıktır. Bugün Kürt ulusuna yönelik en doğru tutum; reformist hayallerle oyalanmak, devletin başına geçmek iddiasıyla, düzenin kendini yeniden meşrulaştırmasına hizmet etmek değil, hem birinci turda hem de ikinci turda Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot etmektir.
Neler yapılabilir?
Boykot taktiğinin hiç de yabana atılmayacak bir etkisi olabileceği dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla boykot taktiğinin sadece politik olarak değil pratik olarak da bir etkisi olacaktır. Buradan hareketle kısa bir süre içinde, yoğunlaştırılmış bir boykot kampanyası sürdürülebilir. Zamanın kısa olmasının getirdiği dezavantajlı durum geçmiş dönemin kampanya pratikleriyle, ders ve tecrübeleriyle birlikte en aza indirilebilir. Buradan hareketle yapılabilecekler üç aşağı beş yukarı bellidir. Ama öncelikle her faaliyet alanında, yaygın örgütlüklerimizin olduğu alanlardan iki okurumuzun olduğu alanlara kadar her faaliyet alanımızda, boykot taktiğimizin hayata geçirileceği seçim çalışmasına dair pratiğe dönük toplantılar alınmalıdır. Neler yapılabileceği, hangi araçlarla hangi kitleye yoğunlaşılacağı vb. tartışılıp karara bağlanmalıdır.
Dışımızda boykot tavrı takınan siyaset sayısı az olmasına rağmen, bu anlayışlarla birlikte hareket edilmesi için görüşmeler yapılmalıdır. Özellikle “bağımsız” takılan ama Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot etmeyi doğru gören birey ve gruplarla birlikte iş yapmak önemsenmelidir. Bu çevrelerin Gezi İsyanı sonrasında arttığı, yer yer anarşizan özellikler taşıyan, örgütsüzlüğe ve bağımsızlığa övgü düzen yaklaşımları bilinmekle birlikte, boykot çalışmasında ortak iş yapma önerisi götürülmeli ve ısrarcı olunmalıdır.
Benzer şekilde halen devam ettirilen “Park Forumları”nda Gezi’nin tavrının boykot olması gerektiği, bu yönlü ortak çalışmalar yapılabileceği vb. önerileri götürülüp, pratik çalışmalar örgütlenmesi içinde yer alınabilir. Bileşeni olduğumuz “dayanışma”lara Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot önerisi götürülüp tartışmaya açılmalı ve ortaklaşılan bileşenlerle pratik çalışmalar, yürüyüşler, basın açıklamaları gerçekleştirilmelidir. Bütün alanlarda Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili merkezi ve yerel bildirilerin yaygın ve dağıtım, pankart, döviz ve yazılama çalışmaları etkin ve yaygın biçimde kullanılmalıdır. Merkezi bölgelerde masalar açılıp, sesli ajitasyonlarla yayınlarımızın satışının yapılması ve bildiri dağıtımıyla ve boykot taktiğinin dillendirilmesinin yanında, örgütlü olunan mahallelerde, çat-kapı yayın satışı ve bildiri dağıtım hedeflenmelidir. Burada önemli olan birebir kitle ilişkilerinin geliştirilmesi ve ev ziyaretlerinin yapılmasıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaz sürecine denk geldiğinden ve bu dönemde yaygın olarak festivaller, köy dernekleri etkinlikleri vb. yapıldığından, bu etkinliklerde, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili paneller yapılması önerisi götürülebilir. Aynı öneriler büyükşehirlerde mahallelerde paneller, forumlar gerçekleştirilmesi şeklinde yapılabilir. Bu panellerde gerek panelist ve gerekse de katılımcı, izleyici olarak yer alıp, söz alınarak boykot tutumumuz anlatılabilir.
Benzer şekilde boykot taktiği için sosyal medya yaygın ve etkili bir şekilde kullanılabilir. Boykotun sadece pratik bir tutum olmadığı, bunun yanında “tutum belgesi” olduğu dikkate alındığına, siyaseten halka doğruları söylediğimiz, işçi sınıfına ve halka karşı doğru politik bir tutumla gittiğimizde, süreç içinde kazananın bizler olacağı açıktır. Çünkü hakim sınıfların fıtratında olan halk düşmanlığı, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ortadan kaldırılamayacak denli köklüdür ve onların fıtratları gereği uygulayacakları her politika, halkı yeni “yaşam belgeleri”yle avutanları değil gerçekleri söyleyenleri ileriye taşıyacaktır.
Tarih “gerçekler devrimcidir” çizgisini bir kez daha haklı çıkartacaktır.