Tayyip Erdoğan 17 ve 25 Aralık’ta yediği darbelere karşı mücadelede 22 Temmuz 2014’e kadar sadece konuştu. Yedi ay boyunca “dili şişti” konuşmaktan. Sürekli ve kararlı şekilde eski dostu “yeni darbeci” “Gülen Cemaati’ne” karşı mücadele edeceğini, onları aldıkları “haşhaştan” mahrum bırakacağını, “inlerine” kadar girerek dünyayı dar edeceğini, artık onları yağmurlu havada sudan mahrum bırakacağını söyleyip durdu.
7 ay boyunca geniş kesimleri Gülen Cemaati’ne karşı polisiye operasyon yapacağına hazırladı. Kimlerin alınacağına dair listeler hazırlandı. Medyaya servis edildi. Evet nihayet Erdoğan ilk hamlesini yaptı. 22 Temmuz’da Bayram arifesi sayılacak ve “mübarek günlerin en mübareği” olan “Kadir Gecesi”nin tam arifesinde “Sahur Operasyonu”yla polis teşkilatının 115 “seçkin kadrosu”nu gözaltına aldı ve bir dizi yasal mevzuatı da çiğneyerek 31 tanesini ancak tutuklattırabildi.
Erdoğan’ın yarattığı “Geçici Körlük”!
Erdoğan “kutsal davası” için sembolik bir zamanlama seçti. Eh aynı ideolojik, kültürel ve inançsal atmosferde gelenlerin kapışmasının şanına uygun bir zamanlama. Malum kendilerini “seçilmiş kullar” olarak gören Gülen Cemaati mensupları yine kendini “seçilmişlerin de seçilmişi” olarak gören Erdoğan’ın gazabına, onun seçtiği çok özel ve manevi manası güçlü bir anda, sahura bile kalkamadan uğrattı.
Operasyonun Ramazan ayında hem de Kadir Gecesi’nin arifesinde seçilmesi kuşkusuz özel mesajları da içeriyor. Bilindiği gibi Kadir Gecesi İslam inancında “tövbe” edenlerin şimdiye kadar tüm günahlarının Allah tarafından silineceği özel “kutlu” bir gündür. Erdoğan, Gülen Cemaati’ne ve kendi toplumsal tabanına “Allah affetse ben affetmem” mesajını altını çizerek vermeye çalışmıştır. Bu cenahta çatışmanın boyutunu, derinliğini ve ciddiyetini bu şekilde de kavratmak istediği çok açıktır. Bu aynı zamanda kendi kliği içinde olası çatlaklara ve var olan şüphelere karşı da vurgulu bir mesajı içeriyor. Zaten bir süredir Erdoğan “ya bendensiniz ya düşmansınız” diyerek gerçekleştirmeye çalıştığı saflaştırmada şakası olmadığını göstermek istemiştir. Ki hakikaten de Erdoğan için bu saflaştırma varlık yokluk meselesidir. Zira hatları bu kadar keskin koymadığı takdirde süreci yönetmesi çok güçtür.
Artık o siyasi bir meftadır, şimdi sadece kendi geleceğini belli oranda sağlamlaştırma derdindedir. Yine bunu en iyi bildiği yolla, elindeki siyasi güçle yapmaya çalışmaktadır. Erdoğan aslında dramatik sonunu en net gören kişidir. Bugün etrafında kenetlediği belli kesimlerle birlikte, elinde bulunan devlet içindeki gücü, Kürt meselesindeki kozları ve etrafında toplanan toplumsal destekle kamuoyunda kendi gerçekliğine dair bir “geçici körleştirme” durumu yaratmıştır. Bu körleştirme durumu onun baş edilmez bir güç gibi görünmesini de sağlamaktadır. Ama gerçek durum ve ortaya çıkan büyük resim, onun belki de en zayıf noktada durduğuna işaret etmektedir.
Zira yediği rüşvetlerin ayyuka çıktığı, elindeki güçle yakın çevresi veya uzak kesimlerde onurunu ve haysiyetini ezmediği tek bir kişi bırakmadığı bunun örtülü ya da açık şekilde bol miktarda düşman edinmesini sağladığı, dış politikasının kesin bir şekilde iflas ettiği ve buradan başına kalıcı belalar sardığı, toplumsal dengeleri tümüyle yerinden oynatarak hızla yönetilmesi zor bir noktaya taşıdığı bir realitesi vardır. Bu realitenin oluşmasında konuşmaktan şişen dilinin de etkisi hiç kuşkusuz büyüktür.
Şimdi bu durumun oluşturduğu büyük siyasi kriz karşısında görüntüde ortaya çıkardığı yenilmez gücü aslında onun en zayıf olduğu durum anlamına da gelmektedir. Cumhurbaşkanlığını kazanması bu durumu değiştirmeyecek, tam tersine bu gelişmenin yaratacağı yeni zemin büyüyen çelişkilere yeni halkalar ekleyecektir.
“Sahurdaki” niyet: Saflara davet!
Tam da bu noktada oğul Bush’un 11 Eylül saldırıları sonrası devreye soktuğu “ya bendensin ya da düşmanımsın” konseptinin bir dizi başarılı askeri işgaller üretmesi sonrası tüm zaaflarını kısa sürede açığa çıkarması gibi Erdoğan’ın da benzer bir süreçle ama daha yıkıcı ve sarsıcı biçimde karşılaşması kaçınılmazdır.
Bunu şimdiden önlemeye çalışması onun sadece geleceği hakkında öngörülü olduğunu gösterir. Ama “kaderinden” kaçması artık imkansızlaşmıştır. 22 Temmuz “Sahur Operasyonu” aynı zamanda kendi saflarını yoklama ve tahkim etme amacına da odaklıdır. Artık “lafla” gerçekleştiremediği ve bir türlü netleştiremediği safları bu şekilde netleştirmek ve elindeki güçle geç kalmadan yöneleceği hedefleri belirlemek istemektedir.
Bu operasyon sadece Gülenci polislere yönelik bir operasyon değildir. Uzun zamandır çeşitli defalar kendi safında durmayan yakın kadrolarına, çalışma arkadaşlarına yönelik “sizi biliyorum, saflarınızı netleştirin” şeklindeki serzenişleri artık daha berrak ve icraatçı bir mesajla verilmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yapılan bu operasyon Erdoğan’ın kendi etrafındaki saflaşma sağlamaya yönelik kararlı bir çağrısıdır. Allahın bile affedeceği suçları kendisinin affetmeyeceğini, kazanan taraf olması halinde kendi saflarında net şekilde hizalanmayanların bir geleceğinin olmayacağını bu vesileyle ifade etmiştir. Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bu noktada bir fırsat görüp dönüm noktası olarak işaretlemiştir.
Ancak Gülen Cemaati’yle yaşanan çatışmayla kristalize olan bozulma, dağılma ve yeni yön bulma arayışına karşı Erdoğan’ın uzun zamandır tahkim etmeye çalıştığı saflaştırma çabasının bugüne kadar işlemediği ortaya çıkmıştır. Onca çabaya rağmen hala grup toplantılarında “saflara gelin” çağrıları bunu kanıtlamaktadır. Yine medyası aracılığıyla örtülü süren kavga (Cumhurbaşkanlığı meselesi, seçilmesi halinde kimin başbakan ve parti başkanı olacağı tartışmaları vs) iç çelişkilerin patlamaya hazır bir olgunlukta seyrettiğini göstermektedir.
Erdoğan, 22 Temmuz operasyonuyla ciddiyetini göstermek istemiştir. Vermek istediği mesajı bir de bu yolla vermektedir. Ki operasyonları yaygınlaştırarak ve genişleterek bu süreci devam ettirebilir. Ancak bu operasyonların sadece Gülen Cemaati’ne olduğunu düşünmek, arka planında daha güçlü politik mesajları ve esas amacı karartacaktır.
Erdoğan’ın çırpınışı ve üretilemeyen sonuçlar!
Erdoğan’ın bu eksende verdiği mesajın “saflara gelmeyenler” tarafından nasıl karşılanacağı ve yanıtlanacağı oldukça önemlidir. Buna dair belirtilerin hemen ortaya çıkması kuşkusuz beklenmemelidir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları ile bu mesajlara verilecek tepki açık ve görünür hale gelecektir. Ancak ilk belirtiler Erdoğan için umutvari değildir. Zira operasyonlar tüm yönlendirme, kamuoyu oluşturma çabasına rağmen kendi mevzisini güçlendirme anlamında beklenen etkiyi ve yankıyı göstermemiştir. Ne akıllara ziyan 8 günlük gözaltı süresi oluşturulması, ne bizzat Adalet Bakanı aracılığıyla polislerin kullandığı cep telefonlarının toplatılması talimatını verdiğini söyleyerek konuya dair üst düzey ilgisi, bu operasyonun beklenen düzeyde gündemi işgal etmesini sağlayabilmiştir. Hatta denilebilir ki Cemaatin medyası sayesinde yolsuzluklara operasyon yapan polisler tutuklanıyor algısı yaratılmıştır.
Erdoğan açısından beklediği etkinin zayıf olması hiç kuşkusuz kamuoyu belirleme aygıtlarının tam teşekküllü devreye girememiş olmasındandır. Bu da kendi içindeki ayrışma ve farklılaşmanın doğal etkisi olarak görülmelidir. Gülen Cemaati bu vesileyle bir mağduriyet edebiyatı yaparak meseleyi kamuoyu gündeminde tutmaya çalışmaktadır. Ancak operasyon esasen Ergenekon operasyonlarında olduğu gibi büyük bir değişimin, güçlü bir hesaplaşmanın ve güç pekiştirmenin sembolü olarak algılanmamış, bu şekilde yansımasını bulmamıştır. Bu açıdan Erdoğan bir dirençle karşılaşmıştır denilebilir.
Yani bu operasyon Erdoğan kliği içindeki bozulma, dağılma ve ayrışma eğilimine bir set oluşturma amacı taşımaktadır. Ancak atılan adımın bu eğilimin önünü kesemeyeceği açıktır. Zira genel gidişat ve durum onlar açısından hiç de iyi değildir. Yaşanan bu gelişme Erdoğan ve Gülen Cemaati arasındaki kopuşu boyutlandırırken, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yeni siyasi hamlelere hazırlanan “tarafsız” kesimlerle, gerek Erdoğan gerekse de Gülen Cemaati arasındaki çatlakları da artırmıştır. Bu gelişmeye sessiz kalmaları Gülencilerde, tam olarak operasyonu arkalamamaları ise Erdoğan’da güvensizliği derinleştirmektedir.
Gülen Cemaati yaşanan operasyonda kendine yeni müttefik güç, destek güç bulmakta bile zorlanmaktadır. Adeta kendi yalnızlığının çölünde kalmıştır. Liberal kesimlerden dahi yeterli desteği görememiştir. Aynı şekilde Erdoğan da yaptığı bu hamle ile kendine yeni destek güçler oluşturamamıştır. O da bir başka noktada kendi yalnızlaşma haline ayna tutmuştur. Bu, genel politik krizin ve kapışmanın ne kadar derinlerde seyrettiğinin de göstergelerinden biri olmuştur.
Asker-polis-yargı ekseninde siyasete ayar verme TC’nin kadim bir geleneğidir. Şimdi bu aracı Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası için Erdoğan yapmaya çalışmaktadır. Ancak bu aracın her zamanki etkinliğinden ve gücünden bu defa daha yoksun kalacağı da görülmektedir. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun Türk egemen sınıflarını temsil eden siyasi yapılar içinde çatışma ve gerginliğin dozunun yükseleceği, yeni politik krizlerin tetikleneceği görülmektedir. Özellikle AKP içinde bu çatışmanın kaçınılmaz olduğu, açık ya da gizli biçimde bunun gerçekleşeceği bellidir. Erdoğan’ın bu bağlamda süreci gerginleştirerek yönetmesi ivmeyi artıran bir unsur olmaktadır. Bu ivmenin daha da artması kaçınılmazdır.