Koç Üniversitesi Hastanesi’nde ağır çalışma koşullarına, mobbinge ve tacize karşı sendikalı olduğu için işten çıkarılan işçiler, hastanesi önünde direnişe geçti. Direnişçi iki işçi; Semra Kücet ve Kenan Güngördü ile çalışma koşulları ve başlayan direniş sürecini konuştuk.
– Koç Üniversitesi Hastanesi işçilerini direnişe götüren süreci ve çalışma koşullarınızı anlatır mısınız?
Semra Kücet: Ben 1.5 yıldır burada çalışıyorum. Geçen sene daha önce taşeron firma ihalesini kaybeden bir firma ile çalışıyorduk. Bu sene Euroserve şirketine verdiler ihaleyi, o zaman yaklaşık 45 sayfalık bir sözleşme yapıldı, yeni firmaya geçen işçiler için. Bu 45 sayfalık sözleşmeyi kimse okuyamadı, kim okuyabilir zaten, buna itiraz edildi. “Halihazırda çalışıyoruz, sadece imza atılıp geçiş yapılacaksa bunu niye yapıyoruz?” şeklinde itiraz edildi. Haklarımızı verecek misiniz, tazminatlarımız verilip tekrar mı işe başlatılacaksınız vb. sorular soruldu. Çünkü biz bundan emin olmak istedik.
Patron 45 sayfalık yeni sözleşme yapılacak ve “haklarınız bizde saklıdır” dedi. 50 portör arkadaşımız yeni firmayı kabul etmeyip istifa etti ve mahkeme yoluna gittiler. Buradaki işçiler ise (temizlik ve portör toplamda 300 işçiden bahsediyoruz) 45 sayfalık bu sözleşmeyi kabul etmedi ve “haklarımız saklı kalırsa biz de yeni firmaya geçeriz” dedik.
Koç bize söz verdi “haklarınız saklı” diyerek ama daha ne olduğunu anlayamadan yeni firmaya geçtik ve çıkan 50 işçinin yerine işçi alınmayınca ciddi bir eleman açığı ve iş yükü oluştu. Herkes kendi katından sorumlu iken bir işçinin birden fazla katı yani çok büyük bir iş yükü ile karşılaştık. Görev tanımı yok.
Bir de içerde tacizci bir müdür var. Kadınları ciddi anlamda taciz eden bir müdür ve yönetim tarafından korunuyor.
“Kadınlar ağır bir mobbing ve taciz altında!”
– Bunu biraz daha açabilir misiniz?
– Evet tabi. Bu müdür kadınlara o kadar rahat davranıyor ki! Sürekli “Ben sizin kocanızım, ben sizin sevgilinizim, ben ne dersem olur. Yeri gelir babanız olurum, yeri gelir abiniz olurum” diyebiliyor. Kimse bu adama karışamıyor, korunuyor çünkü adam. Benim katta çalıştığım ekip arkadaşım bir kutu ayran yüzünden bu müdür tarafından harekete maruz kaldı. Kadına “Kıçını kaldırıp gelseydin görürdün bunu buraya kim bıraktı” dedi. Arkadaşımın çok zoruna gitti bu ve “şikayet edeceğim” dedi. Biz de her türlü desteği sağlamaya hazırdık ama nasıl olduysa artık, tehdit mi edildi, uğraşmak mı istemedi bilmiyorum ama vazgeçti. Başka bir arkadaşım –6 yıldır burada çalışan arkadaşım– anlattı, o çok daha fazla muhattap olmuş bunlarla. Mesela adamın nefesini ensesinde hissetmiş, adam arkadan gizli gelip kadına nefesini veriyor, bu nedir!? Eteğinin boyuna bakıyor; “O bugün olmuşsun, güzelsin güzel” gibi sözlerle taciz ediyor tüm kadınları. Biz bunu, mobbingi vs. dillendirdik.
Ama adımız taşeronda yazılı olduğu için bizim için hiçbir düzenleme yapılmadı.
Ücretlerimiz çok düşük, kadrolu çalışanlarının yarısı bile değil. Örneğin hasta bakım teknikeri dediğimiz insanlara iş öğretiyoruz ve 2 gün sonra bizim iki katımız kadar maaş alıyor. Bizim ücretlerde ne bir kapalı alan farkımız, ne bir gece mesai veriliyor, ne yıpranma payımız veriliyor, ne de bayram ikramiyelerimiz veriliyor, promosyonlarımızı vs. hiçbiri verilmiyor.
Ama bizi bu raddeye getiren şey iş yükü esasta. Bakın ben 3-4 kata bakıyorum, her hemşire “benim hastam acil” diye kendi katına çağırıyor, oradan oraya koşturmak zorunda kalıyorsunuz.
Diğer taraftan biz muhattap bulamadık, hemşirelik hizmetlerine gittik, “siz bize bağlı değilsiniz” dediler. “Taşeron firmasınız”, “firmanıza gidin, sorunlarınızı çözerler” dediler. Taşeron firma ise “siz hemşirelik hizmetlerine bağlısınız, listeleriniz onlar tarafından oluşturuluyor’ dedi. Böylece oradan oraya yönlendirildik ve muhattapsız bırakıldık. Çözüm bulamadık.
Bir gün ben 4 kata birden bakarken –ne yemek molası, çay dinlenme molalarımı kullanmamışım ve yorgunluktan artık bittiğim bir gün– hemşire aradı ve “acil bizim kata gel” dedi. Diğeri aradı “acil bu kata gel” dedi. Ben de “yeter, ben istifa ediyorum” dedim. Öylece aşağı, dinlendiğimiz yere gittim. 15 arkadaşım oturuyorduk ve bana sordular, ben de yaşadıklarımı anlattım ve dedim ki; “Bana sorarsanız bu böyle gitmez, bir şey yapmamız lazım.”
Kenan arkadaşımızda “sendikalı olalım” dedi. Yan masada bizim firmanın koordinasyon müdürü varmış ve bizi dinlemiş. Bize 15 Ağustos’a kadar sorunların çözüleceğine dair söz verdi ve ben de istifa etmekten vazgeçtim ama öyle olmadı.
İşte o günden sonra ve geçtiğimiz Ağustos’tan sonra sözler tutulmayınca biz de örgütlenmeye başladık.
“Bir temizlik bezinden farkımız yok!”
– Çalışma koşullarını Semra arkadaşınız anlattı ardından neler yaşandı? Sendikalaşma süreciniz sonrasında sizi direnişe götüren süreç ve direnişin nasıl devam ettiğini bize aktarır mısız?
Kenan Güngördü (sendika iş yeri temsilcisi): Ağır iş yükü nedeniyle işçilerde çok büyük bir öfke vardı. Bize/bana düşen sadece bu öfkeyi örgütlemek oldu. Sendikalı olma süreci aslında bu öfkenin açığa çıkması ile başladı. Başka çözüm de bulamadık, muhatap da yoktu. Sürekli “siz taşeronsunuz” vs. denilerek ortada kaldık. Zaten taşeron böyle bir şey. Bir gün 14 arkadaş otururken, yanlarına gittim baktım herkes çok yorgun ve of pof ediyor. İşçilerin kimisi “istifa edeceğim”, kimisi “bir şeyler yapmalıyız”, kimisi “ben dayanamıyorum ama çıkamıyorum, evde çoluk çocuk var” şeklinde konuşuyor. O sırada “gelin sendikalı olalım” dedim ve sendika hikayemiz başladı.
Biz yasal ve demokratik hakkımızı kullanmak istedik.
Bu arada kamuoyunda Koç Holding için demokrat, sosyal demokrat, kadın projeleri olan, sosyal projeleri olan bir holding algısı var.
Burada böyle olmadığını, bir temizlik bezinden farkımız olmadığını da gördük. Böylece sendikalı oldu birçok arkadaşımız ve bununla birlikte işçiler üzerinde baskı oluşmaya başladı. Bir kata bakması gereken bir işçi üç ya da dört kata bakmaya başladı. 3 kişinin işini 1 işçiye yaptırmak gibi mobbing ve baskı ile karşılaştık. Öncü işçilerle diğer işçilerin bir araya gelmesi önünde engeller başladı sendikalı olduktan sonra.
Sendika çalışması yürüten işçilerle diğer işçiler arasında duvar örmeye başladılar. İşten çıkarılacağımızı biliyorduk ama korkmuyorduk çünkü demokratik bir hak sendikalı olmak. Ardından bizi çağırıp; “Küçülmeye gidiyoruz ve sizi işten çıkarıyoruz” dediler. Ben de “İşçilerin öfkesi önünde duramayacaksınız” dedim. “Çünkü siz 2013’ten bu yana yüzlerce işçi çıkardınız ama biz buradan gitmeyeceğiz, işçileri örgütledik, göreceksiniz, sendika DİSK, emek örgütleri bize sahip çıkacak, biz kazanacağız. Biz suçsusuz ve haklı bir mücadele yürütüyoruz dedim.
Toplamda 18 işçi farklı gerekçeler ile işten atıldı. Hepsi zaten sendikalı değildi. Kadın işçiler aylardır tacize maruz kalıyordu. Taciz meselesi örtbas edilen bir meseleydi. Biz bunu söylemiştik ve idare aslında kabul de etmişti. İşçilerin çoğunluğunun kadın olduğu ve gerçekten 1 kuruşa muhtaç olduğu bir durum var burada. Çünkü kiracı durumundalar, çocukları var ve geçinemiyorlar. Sendikalı olduktan sonra bunları anlatmaya başladılar.
Şu an içerde sendikalı çalışma devam ediyor. İlk başta işten atıldıktan sonra korkutmaya başladılar ama direnişten sonra üye sayımız artmaya başladı. Öncesinden buna inanmıyorlardı, “sendikalı olsanız da atıyorlar sizi” diyorlardı ama direnişimiz ve ısrarımız bunu değiştirdi. Ayrıca direnişin bizimle sınırlı olmadığını, dışarda emek güçlerinin, sendikaların olduğunu da gördüler.
Haklarımızı alana kadar direnişte kararlıyız. Bunu görünce işçiler üye olmaya başladılar.
Direnişimiz kamuoyunda oldukça sahipleniliyor, günden güne büyüyor. Koç Holding’e şunu söylüyoruz; Tacizci müdür gidecek, bu kırmızı çizgimizdir, sendikalı çalışmamızın önü açılacak ve bizi işe geri alacaklar. Bu olmadığı sürece Koç Holding’in bütün şirketleri hedefimizdir, emek örgütlerinin, kadın örgütlerinin, kadın dayanışmasının hedefidir.