10 ve 17 Ağustos tarihlerinde gerçekleşecek iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimleri TC devletinin siyasal tarihinde en önemli seçimlerden birisi olacak. Bu birçok açıdan böyle.
Birincisi; bu seçim siyasal rejimin biçiminin değişmesine yönelik bir oylama olacaktır. Başkanlık rejimine geçilip geçilmeyeceğinin bir nevi oylanması özelliği vardır. Bu oldukça önemlidir.
İkincisi; var olan politik krizin hangi mecrada ve yönde ilerleyeceğini gösterecek önemli bir unsur olacaktır.
Üçüncüsü; seçimlerden çıkacak sonuç AKP lehine olduğunda CHP içinde keskin bir çatışma ve yarılma, CHP-MHP lehine olduğunda ise AKP’de aynı şekilde bir yarılma yaşanacaktır. Her durumda yeni siyasi yapılanmalara ve oluşumlara zemin sunacak potansiyele sahiptir.
Dördüncüsü; TC devleti tarihinde ilk defa Cumhurbaşkanlığına Kürt siyasal kimliği ile bir aday ortaya çıkmıştır. Bu TC devletinin Kürtlerle olan ilişkisinde koma halinde olan inkarcı paradigmasının artık fişinin çekilmesi anlamına gelmektedir. Ancak bu durum Kürt sorununun çözüldüğü ya da devlet tarafından demokratik temelde çözüme kavuşturacağı anlamına gelmemektedir. Tam tersine sorunun esasını muhafaza ederek daha yönetilebilir bir bağımlılık içine hapsedilmeye çalışılmaktadır Kürtler.
Devletin faşist tarihine düşülen demokrasi notu: Selahattin Demirtaş adaylığı!
Cumhurbaşkanlığı için HDP aday olarak Selahattin Demirtaş’ı belirledi. CHP-MHP ittifakının belirlediği Ekmeleddin İhsanoğlu ve T. Erdoğan ile bu makam için yarışa girecek S. Demirtaş. Esasında Demirtaş sadece bu seçimler de değil TC tarihinde Cumhurbaşkanlığı için aday olarak ortaya çıkan yegane demokratik nitelikli bir adaydır. TC tarihinde demokratik bir siyasal figür ve karakter olarak bırakalım Cumhurbaşkanı çıkarmayı aday dahi çıkaramamıştır. Bu faşist devletin demokratikleşemeyeceğini biliyoruz. Ancak belki de “çok hasretini” çektiği ve dilinden hiç düşürmediği ama hiçbir zaman başaramadığı “demokrasi” tarihine bu açıdan bir not düşülüyor. Faşist tarihine demokrasi adına not düşebilecekleri ender bir olay oluyor. Gerçekten demokrat olan bir siyasi anlayış ve kişi Cumhurbaşkanlığı için aday oluyor. Devletin olabildiğince koyu faşist tarihine bu küçük demokrasi notunu da yine tarihin bir ironisi olarak Kürtler düşüyor. Türk devleti, olmayan “demokrasisi” adına anlatacağı en büyük hikayeyi de bu vesileyle kazanmış oldu.
HDP ve Kürt ulusal hareketinin sistemi demokratik ve barışçıl yollarla ezilen ulus, mezhep ve sınıflar lehine demokratikleştirme anlayışına uygun olarak “halkın cumhurbaşkanlığına taşınması” şiarıyla politik kampanya örgütleyeceği görülmektedir. Ülkenin genel politik iklimi ve mevcut adayların ideolojik, politik, kültürel niteliklerinin aynı olduğu göz önüne alınırsa Demirtaş’ın hedef kitlesinin daha da genişlediğini görmekteyiz. Özellikle azımsanmayacak bir Alevi kitlesini etkileme ve onların oylarını toplama potansiyeli vardır.
Bunun yanında her seçim kampanyasında Erdoğan karşıtlığı üzerinden geniş bir kitlenin zorunlu adresi haline gelen CHP, seçimin iki turlu olmasından kaynaklı ilk turda oylarını HDP’ye kaptırabilir. Özellikle ilk turda, “sureti halktan görülen” ve “tatava-matava” kampanyaları örgütleyerek kamuoyu yaratmayı başaran kesimlerin bu defa “martavalları” maya tutmayabilir. Zira CHP’nin gösterdiği adayın yenilir yutulur cinsten olmadığını görüyoruz. CHP’nin ulusalcı-faşist tabanı da, demokrat olanı da Alevi kesimde bu durumdan rahatsızdır. Ulusalcı-faşist kesimleri bir kenara bırakırsak özellikle şehirli yeni nesil kuşak ve Alevilerden güçlü bir destek alma potansiyeli HDP için söz konusudur.
Seçimin önemli bir özelliği: Kürtlerin merkez oluşu!
Bu seçim çalışmasının birçok açıdan değerlendirilmesi gereken yanları vardır. Birincisi, ülkenin genel politik iklimi olabildiğince İslamcı, muhafazakar ve milliyetçi eksende bir seçim sürecine girmektedir. Egemen sınıfların iki adayının da bu iklimi yaratma, buradan beslenme gibi bir durumları vardır.
İkincisi, Kürtler ise özellikle ikinci tur için kilit bir rol oynayacaklardır. Bu bağlamda hakim sınıf klikleri bu seçim çalışmasında Kürtlerin desteğini almak isteyeceklerdir. Ancak destek talebi hiç kuşkusuz Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin gerçekleşmesi programından çok psikolojik argümanlarla devreye girecektir. Erdoğan ve efradı mevcut görüşme ve müzakereleri ve şimdiye kadar Kürtlere “bahşettiği hakları” bir baskı unsuruna çevirecek, özellikle CHP ve paydaşları da Erdoğan’ın “diktatörlüğü”, “otoriterliği” ve “anti-demokratlığı” üzerinden Kürtlere pres uygulayacaktır.
Üçüncüsü, Kürtlerin güçlü politik örgütlenmeleri, tarihsel ve politik gelişmelerin lehlerine giden seyri bu seçimlerde Kürt meselesinin daha fazla politize olmasına olanak sunmaktadır. Türk egemenleri ne kadar Kürt oylarını ucuza kapatma mücadelesi verecekse, Kürt hareketi de kendi öz talep ve istemlerini olabildiğince güçlü dillendirme ve geniş toplumsal kesimlere anlatma olanağını elde edecektir. Bu açıdan bu seçimin bir toplumsal karakteristiği de Kürtlerin oynayacağı kilit rolden dolayı Kürt meselesinin ve Kürt ulusal hareketinin meşruiyet alanını olabildiğince genişletme fırsatını sunmasıdır. Bu açıdan Kürt sorununu toplumsal ve politik yaşamın tam merkezine oturtma da belki de en verimli seçim çalışması olacaktır. Zira Kürtler düşünülmeksizin hiçbir hesap ve politik tartışma bu seçimlerde mümkün değildir.
Dördüncüsü, seçimlerin güçlü politik kazançlarından belki de en önemlisi Kürt karşıtlığının ve şovenizmin bu süreç boyunca gediklerinde büyük yarılmaların ve açıkların oluşmasını sağlayacak potansiyelidir. Bu Kürtlerin hem seçim dengelerinin merkezinde olmasından kaynaklı böyledir hem de Kürt meselesinde görece demokratik yaklaşım içinde olan ancak Kürtlerle ilişkilenmede ve sandık başında dahi oylarını esirgeyen kesimlerle daha fazla kaynaşma olanağından dolayı böyledir. Özellikle bu kesimlerin sandık başında yapacağı Kürt adayı tercih etme durumu dahi önemli bir eşiğin aşılması anlamına gelecektir. Bu tercih örgütsüzlük ve dağınıklıktan kaynaklı “emanet” niteliğinde olsa dahi gerçekleştiğinde bir ilk olma özelliği taşıyacaktır. Bu yönüyle böyle bir ilkin gerçekleşmesi hakim sınıfların, Kürtlerle ezilen Türk halkı arasına çekmeye çalıştığı sınırın aşılması anlamına gelecektir. Bu durum toplumsal ve politik gelişme açısından önemlidir.
Beşincisi, Demirtaş’ın % 6-7’lik standart oy potansiyelinin üzerinde gerçekleşecek her artış sadece HDP’ye yazılan bir kazanç değil aynı zaman da kitlelerin sistemden kopma, ayrışma düzeyini açığa çıkaracak ciddi bir barometrede olacaktır. Aynı zaman da Kürt demokratik hak ve özgürlükleri mücadelesinde taze, enerjik ve güçlü bir soluk kazanma, egemen sınıflara karşı avantajlı pozisyonda olma durumu da yaratacaktır.
Güçlenen Rüzgar!
Bunların yanında bu seçimlerin özellikle devrimci cephede yaratacağı zaaflarda es geçilmeyecek kadar önemlidir. Hatta hayati düzeydedir. Zira hakim sınıfların Kürt meselesi bağlamında oldukça güçlü bir dalgayla hayata geçirdiği sistem içileştirme, reformize etme ve ideolojik tasfiye operasyonu da vardır. Buna özellikle demokratik cephenin en güçlü ve örgütlü mevzisi olan Kürt hareketinin reformist çizgisi de zemin sunmaktadır. HDP ile reformizm ciddi ve yeni bir karakter kazanmıştır. Devleti barışçıl, uzlaşmacı ve evrim yoluyla demokratikleştirme gibi oldukça berrak bir siyasi çizgiye sahiptir.
Bu durumun devrimci yapılar üzerinde de ciddi ve köklü etkileri vardır. Bu geniş kitlelerin hakiki devrimci çizgiyle reformist çizgi arasındaki farkı silikleştiren önemli yanılsamalara ve siyasal-ideolojik lekelere yol açan özellikleri barındırmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu açıdan bu güçlü reformist ve tasfiyeci çizginin yelkenlerini dolduran özellikleri taşımaktadır. Zira HDP çizgisinin Cumhurbaşkanlığı iddiası ve ortaya konulan program nihayetinde sadece basit bir reforme etme karakteri taşımaktadır. Bu yönüyle devletin sembolik düzeydeki en önemli makamına toplumsal bir meşruiyet kazandırma durumu vardır. Bu durum ezilen ve sisteme yönelen kitlelerin devrim talep ve istemleri noktasında kafalarının daha fazla karışmasını, sistem içiliğin daha fazla pekişmesini sağlayacak politik-ideolojik sorunlara yol açabilecektir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin genel ve yerel seçimlerden oldukça özgün bir yanı olduğu unutulmamalıdır. Bu seçimlerin konjonktürde ortaya çıkardığı özgünlükle Türk şovenizmini aşındıran, Kürt ulusal mücadelesine geniş toplumsal desteği sağlayacak avantajlarını gözeterek bu yanı besleyecek politik bir duruş ve mücadele hattı benimsenmelidir. Ancak aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı gibi devletin en önemli sembolik kurumu üzerinde reformizm ve tasfiyeciliğin demokratik ve devrimci cenahta yaratacağı güçlü etkileri de gözden kaçırılmamalıdır. Bu güçlü rüzgara karşı sağlam barikatlar tahkim edilirken Kürt ulusal haklarının yanında ve Türk şovenizminin kalelerini döverek ve gediklerini büyüterek bir politik hat kurulmalıdır.