ABD’nin Afganistan’ı Taliban’a terk ederek ayrılması Rojava’da olumsuz beklentilere neden oldu. Daha önceki ABD Başkanı Trump döneminde, 2019 yılında ABD askerlerinin Suriye’deki Kürtlerin hakim olduğu bölgelerden çekme kararıyla birlikte TC devletinin bölgeye adına ”Barış Pınarı Harekatı” dediği bir müdahalenin yolu açılmıştı. TC devletinin bu saldırılarında Suriye Demokratik Güçleri (SGD) ciddi kayıplar vermişti.
Dolayısıyla şu anda ABD’nin ve NATO’nun Afganistan’dan çekilmesinin ardından bıraktığı kaos, aynı sonun Rojava’daki Kürtleri de bekleyip beklemediği sorusunu akıllara getiriyor.
Bu konuda SDG ve Suriye Demokratik Meclisi (SDM) yöneticileri ABD’nin bölgedeki askeri ve siyasi yöneticileriyle bu endişelerini de gündeme taşıdıkları görüşmeler yaptılar. Aldıkları yanıt kendileri açısından olumluydu. ABD’nin yetkilileri Suriye’deki güçlerini çekmeyecekleri konusunda kendilerine güvence verdiler. Ama bu güvencenin nedeni SDG’yi korumak, sahiplenmekten çok SDG’nin önüne bölgeyle ilgili yeni görevler koymakla ilgili olduğu anlaşılıyor.
ABD Yakın Doğu Asya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Müsteşar Vekili Joey Hood’ın da aralarında bulunduğu bir heyetin 28 Ağustos’ta SDG ve SDM yöneticileriyle yaptığı görüşmeden sonra TC devletinin Rojava ve Şengal’e yönelik SİHA’larla yaptığı saldırılar ve tırmandırılan gerilim konusunda taraf olmama konusunda bir mesaj verilmişti.
Bunun nedeni de Rojava ve Şengal’e yönelik hava saldırılarından sonra YPG’nin sözcüsü Nuri Mahmut’un ABD ve uluslararası koalisyonu eleştiren bir açıklama yapmış olmasıydı.
Diğer yandan ABD heyeti PKK kadrolarının Rojava’dan çıkartılması koşuluyla TC devletinin bundan sonra Rojava’ya askeri operasyon düzenlemeyeceği, engel olunacağı(!) konusunda güvence veriyordu.
ABD’nin bölgeye yönelik planlarına bakıldığında böyle bir istemin/talebin hiç de yeni olmadığı görülecektir. Çünkü ABD, PKK’yi Rojava’da en önemli güç olan PYD’nin Barzani çizgisindeki partilerin oluşturduğu ENKS ile uzlaştırılması ve Rojava ile Irak Kürdistan bölgesinin ABD’nin kendi politik ekseninde birleştirilmesi politikasının önünde bir engel olarak görmektedir.
Bundan dolayı da PKK’nin Rojava’dan askeri olarak çıkarılması, siyasi çalışmalarının da engellenmesi gerekiyor. Uzun vadede PYD’nin, PKK’yi tamamen reddedip ABD işbirlikçisi KDP çizgisine kaymasının hesabı yapılmaktadır. Amaçlanan budur.
ENKS, KDP politikaları çerçevesinde hareket eden bir yapı. Önümüzdeki süreçte de TC’nin Rojava’daki uzantısı olacağı bir gerçekliktir. ENKS Rojava’daki demokratik kazanımların yanında değil karşısında konumlanan KDP’nin dolayısıyla efendisi ABD’nin politikalarını Rojava’da yaşama geçirmeye hazır bir yapı.
ABD, ENKS gibi gerici ve işbirlikçi bir gücün Rojava’da yönetim kademelerine dahil edilmesini dayatmıştı. Bu da savaş ve işgal halinde bulunan PYD’ye dayatılan bir teslimiyet politikasıydı.
Kürdistan Demokrat Partisi-Suriye (KDP-S) Merkez Komite üyesi Nuri Brimo’nun K24 TV canlı yayınında “PYD; PKK’ye bağlı olduğu sürece PKK PYD’nin ENKS ile anlaşmaya varmasını engelleyecek” diye bir açıklama yapması aslında PYD’nin siyasi olarak PKK’den koparılmasını ve PKK kadro ve savaşçılarının Rojava’dan çıkarılması hedefinin ifade edilmesidir. Yine aynı Nuri Brimo önümüzdeki süreçte PYD’nin Rojava’yı B. Esad yönetimine teslim edebileceği iddiasında bulunmaktadır.
Bu da ENKS’nin Suriye yönetimiyle bir çözüme varma gibi bir amacının olmadığı aksine ABD’nin denetiminde, ABD’nin politik çıkarları temelinde Irak Kürdistanı ile Rojava’yı birleştirme hedefiyle hareket ettiği görülmektedir.
Kürtler arasındaki birlik süreci ile ilgili olarak da emperyalist güçler Ulusal Özgürlük hareketinin etkisi ve kazanımlarını zayıflatıp, KDP’yi öne çıkarmak istemektedirler. Olası bir ulusal birliğin yakalanması durumunda bunun KDP önderliğinde olması başta ABD olmak üzere TC devletinin de bölgede istedikleri gibi at koşturmalarının yolunu açacaktır.
Yine ABD’, TC devletine Rojava’daki Kürtlerle sürdürdüğü işbirliğinin kabulü karşılığında PKK’ye karşı birlikte mücadele etme önerisi de yapmıştı. Dolayısıyla gelinen aşamada ABD, RTE iktidarının artan saldırılarını PYD’yi PKK’ya karşı tutum almaya zorlamak için bir fırsata çevirmeye çalışıyor. PYD’nin böyle bir adım atmış olması sadece Suriye ve Irak Kürtlerini kendi politik çıkarları doğrultusunda birleştirmekle kalmayacak, TC’nin de buradaki Kürtlerle uzlaşmasının önü açılmış olacak diye hesap yapılıyor.
Yani ABD emperyalizmi, PKK’nin tasfiyesini bölgedeki güçleri kendi politik çıkarları temelinde dizayn etmenin aracı haline getirmeye çalışıyor. Kürt sorununu kendi bölgesel çıkarlarına hizmet edecek biçimde kullanmaktadır. Irak Kürdistan’ında PKK’ye yönelik 6 aydır süren saldırıları destekliyor. TC devleti PKK’ye karşı mücadelede KDP’yi kullanmaktadır. TC ile çatışma halindeki Haftanin, Zap ve Avaşin’de gerilla alanlarının etrafında KDP kuşatması bunun göstergesi.
ABD emperyalizminin PKK’yi devre dışı bırakıp, Kürtleri KDP çizgisine yedekleme çabası var. Rojava’da da bundan dolayıdır ki ENKS’yi dayatıyor. ABD, PKK’nin önde gelen kadrolarının başına dolar ödülü koymasının nedeni de budur.
ABD emperyalizmi, PKK’yi Kandilden dolayısıyla Irak Kürdistan’ından söküp atmak için bölgeyi her gün uçaklarla bombalayan TC devletine her türlü desteği veriyor.
CHP’NİN BARZANİ ZİYARETİ!
CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı başkanlığında bir heyet 5-8 Eylül günlerinde Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetiminin (IKBY) başkenti Hewler’de KDP ile görüşmeler gerçekleştirdi. TC devleti tarafından 2003 yılından bu yana resmi olarak tanınan Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi ile ilk defa resmi düzeyde bir görüşme gerçekleştiriyor CHP yönetimi. Bu önemlidir ve dikkat çekicidir.
Kürtlerin kazanımlarına yönelik savaş kararları ve kayyum atamalarına destek veren, Kürtlerin ve Kürdistan’ın inkarına dayalı devlet politikasını günümüze kadar devam ettiren CHP’nin IKBY’yi ziyareti bazı tartışmaları da getirdi. Bu tartışmaların en ön plana çıkan sorusu “CHP ne yapmak istiyor?” oldu.
TC devleti 1990’lardan bu yana Barzani’nin KDP’siyle PKK arasındaki anlaşmazlıklardan, silahlı çatışmaya varan durumlardan yararlanıyor. AKP, “çözüm süreci” adını verdikleri süreçte Barzani yönetimi ile PKK’nin bölgedeki hakimiyetinin zayıflatılması için ilişkiler geliştirdi.
AKP’nin başı RTE Barzani’yi Diyarbakır’da ağırladı. AKP yönetimi Barzani aşiretinin Türkiye Kürdistanı’ndaki akrabalık ilişkilerini kullanarak seçimlerde oy alarak sürekli yararlandı. Barzani ailesiyle inşaat başta olmak üzere ticari ilişkiler geliştirdi. Barzani ailesinin illegal petrol gelirlerinden kaçırdıklarını Türkiye’de çeşitli alanlarda değerlendirmesi için ortaklıklarının önünü açtı. AKP iktidarı özellikle Barzani ailesiyle siyasi ve ticari ilişkilerini geliştirdi.
CHP, yıllardır AKP’nin Kürt Ulusal Özgürlük Hareketine ve HDP’ye dönük saldırılarına sessiz kaldı. Kürdistan’da belediyelere kayyum atanmasına engelleyici/karşı çıkıcı bir tavır sergilemedi, sessiz kalarak onayladı. HDP eski eş başkanları ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ”Anayasaya aykırıdır ama destek vereceğiz” diyerek AKP’nin hukuksuzluklarını açıktan destekleyen CHP, AKP’nin tüm saldırılarına rağmen Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin ve HDP’nin önü kesilemeyince, önümüzdeki seçim dönemine ilişkin hazırlık adına yeni bir siyaset devreye koymuş oluyor.
Nedir bu? Yeni yapılacak seçimlerin sonucunda CHP kendisinin iktidar/hükümet olacağı üzerinden KDP ile PKK karşıtlığı üzerinden devlet siyasetini devam ettirme, gerçekleştirme hazırlığıdır bu ziyaret. Bu politika aynı zamanda ABD’nin de bölgesel politikalarıyla da uyum içerisindedir.
Türkiye’de HDP ile yan yana görünmekten seçimde oylarımız etkilenir diye kaçan CHP’nin Irak Kürdistan’ında Kürtlerle, KDP ile görüşmesi sadece önümüzdeki seçime yönelik kısa vadeli hesaplar olarak görülmemeli. CHP, böylece RTE sonrasına bir hazırlık olarak KDP ile bir görüşme gerçekleştirmiş oluyor da diyebiliriz. CHP, Türkiye’deki Kürt aşiret ileri gelenleriyle bu minvalde görüşmeler gerçekleştirmektedir. Aynı CHP T, Kürdistanı’nda seçimlerden sonra “devlet ben olacağım, o nedenle beni destekleyin” propagandasını açıktan yapıyor.
Esas olarak da cumhurbaşkanlığı seçimleri belirleyicisinin Kürtler, HDP olduğunu çok iyi bilen CHP şimdiden Kürtlerin oyunu almak, Kürtleri yanında görmek için de Kürtlere yönelik politikalar üretmeye çalışıyor.
Bir yıl önce bir belgeselde söylenen ”Kürt sorununda muhatap HDP’dir. Kürt sorununda çözüm adresi Meclistir” açıklamasının yeniden gündemleştirilmesinin nedeni budur.
Kürt sorununu çözmek isteyen CHP için eski politikalarına yönelik yanlışlarından arınması gerekir. İlk önce sınır ötesi operasyonlara, savaş teskeresine ”evet”i ”hayır”a çevirmesi gerekir. Rojava’ya bakış açısını değiştirmesi gerekir.
Şengal’in işgali için Irak hükümetiyle yapılan anlaşmalara/görüşmelere son vermelidir. Efrin konusunda -işgal konusunda görüşünü belirlemeli)- yapacaklarını -askerin çekilmesi, işgalin sonlandırılması- kamuoyuna açıklamalıdır. Kısaca CHP yönetimi Kürt ulusu ve Kürdistan konusunda ne düşündüğünü ne hedeflediğini açıklamalıdır. Bunlardan hiçbirinin yarım ağızda olsa yapılmayacağı ortadadır.
Burjuva siyaset, iki yüzlüdür. “Dün dündür, bugün bugündür” sözünü şiar edinmiştir.
Yine de CHP heyetinin Hewler ziyareti öyle kısa vadeli hesaplarla yapılmış bir ziyaret olarak değerlendirilmemelidir. Bu ziyaretin özellikle ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları için uzun vadeli bir planın adımlarından biri olduğu kuşku götürmezdir.
Bu ziyaretin Kürtler açısında özellikle de ulusal özgürlük güçleri açısından hiçbir olumlu gelişmeyi gündeme taşımayacağı, aksine olumsuzluklara gebe bir sürecin habercisidir diyebiliriz.
İDLİB’DE ÇATIŞMALAR YENİDEN BAŞLADI
Suriye’nin Türkiye sınırında bulunan ve 3,5 milyon nüfusu barındıran İdlib’te yeni gelişmeler yaşanıyor. İdlip cihatçı çetelerin yoğunlaştığı ve aynı zamanda barındıkları son toprak parçası. 2011 yılından bu yana da cihatçı çetelerle Suriye ve Rusya’nın silahlı güçleri arasında çatışmaların devam ettiği bir bölge.
2017’den bu yana cihatçı çeteleri destekleyen, onlara lojistik destek sağlayan TC devleti ve Suriye’yi destekleyen Rusya arasında yapılan anlaşmalar sonucunda ”gerginliği azaltma bölgesi” olarak ilan edilen İdlib’de başta Heyet Tahrir el-Şam olmak üzere çok sayıda cihatçı çete örgütlenmesi barınıyor.
Şubat 2020’de TC ile Suriye arasında yaşanan çatışmaları sona erdirmek ve yeni bir düzenleme yapmak için 5 Mart 2020’de masaya oturan TC ve Rusya liderleri hem ateşkeste uzlaşmışlar hem de M-4 karayolunda ortak devriyeler başlatarak bölgede güvenliği sağlama konusunda anlaşmışlardı. Gelinen aşamada ise ateşkesin sürmesine karşın birkaç aydır yeni bir gerginlik dönemi yaşanıyor.
Rus ve Suriye hava kuvvetlerinin bölgedeki cihatçı çetelere yönelik artan hava saldırılarının ardından 10 eylülde bir TSK konvoyunun hedef alınması ve bu saldırıda 4 Türk askerinin yaşamını yitirmesinin ardından ABD’nin Ankara büyükelçiliği Twitter üzerinden yaptığı taziye açıklamasında saldırının “IŞİD tarafından gerçekleştirildiği” bilgisini verip “Türkiye ile terörizme karşı dayanışma” içerisinde olacağını belirtti.
TC devlet yetkilileri ise saldırının besledikleri cihatçı çeteler tarafından yapıldığından söz etmezken, Kürtlerin yaşadığı bölgeleri bombalayarak “intikamın misliyle alındığı”nın açıklamasını yaptılar.
TC devleti tam bir çıkmazın içinde(!)
Geçtiğimiz günlerde Cerablus’ta TC devleti ile Rusya arasında bir toplantı yapıldı. Ruslar TC’nin silahlı güçlerini Cebel Zeviye’den çekmesini istediler. TC devleti bu isteğe olumsuz yanıt verdi. Bunun üzerine bölgede gerilim arttı. Rusya ve Suriye güçleri Cebel Zeviye’ye saldırılarını arttırarak geniş bir operasyonun hazırlığında olduklarının mesajını veriyorlar.
Suriye devletinin Mart 2020’den sonraki süreçte stratejisi, İdlib bölgesindeki cihatçılara yönelik saldırılarıyla bu unsurları Türkiye sınırına doğru kovalayarak TC devletini sıkıştırmak hedefine bağlı şekilleniyor. İranlı milis güçleri de Suriye güçleriyle ortak hareket ediyor.
10 Eylül’de bir TSK konvoyunun hedef alınarak 4 Türk askerinin yaşamını yitirdiği saldırıdan sadece 4 gün sonra Suriye devlet başkanı ile Rusya devlet başkanı Putin Moskova’da bir araya geldiler. Putin bu görüşme sırasında Türk ve Amerikan askerlerini kastederek Suriye’deki tüm yabancı güçlerin Suriye’yi terk etmesi gerektiğine yönelik bir açıklama yaptı.
Bir hafta önce de Rusya Dışişleri bakanı Sergey Lavrov’un İdlib’deki “terör gruplarının” eylemleriyle ilgili TC’yi sorumlu tutması, B. Esad’a verilen desteğin güçlülüğünü göstermesi açısından önemlidir.
Rusya devlet başkanı Putin’in bu ay sonunda gerçekleşmesi beklenen Soçi Zirvesi’nde RTE’ye “İdlib sorununun artık kalıcı olarak çözülmesi gerekliliğini” vurgusunda bulunması bekleniyor. Böylece Cihatçı çeteleri koruyan TSK’nın gözlem evlerine de artık gerek kalmayacağı ve dolayısıyla TC’nin bölgeden çekilmesi gerektiğinin dayatılacağı anlaşılıyor.
Son olarak 5 Mart 2020 Moskova mutabakatının öngördüğü gibi M-4 karayolu açılmadı, yolun her iki tarafında 6 km derinliğinde güvenlik koridoru oluşturulmadı. TSK’nın gözlem noktalarını kendilerine kalkan yapan cihatçı çeteler Suriye ordusunun denetimindeki bölgelere saldırıları kesilmedi. Zaten Sergey Lavrov da bu saldırılardan dolayı TC’yi terör gruplarının eylemleriyle ilgili sorumlu tutan bir açıklama yapmıştı.
Tüm bu gelişmeler Rusya’ya TC devletini köşeye sıkıştırma ve İdlib’de TC askerlerinin bulunduğu bölgelere operasyonlar yapma gerekçesi veriyor. Operasyonlarda haziran ayından bu yana ciddi bir artış var. Son günlerde Rus hava operasyonları İdlib’in güneyindeki Cebel Zeviye ve Deyr Sünbül alanlarında yoğunlaşıyor. Suriye ordusu da Hama’nın kuzey batısına saldırılar yapıyor.
Suriye devleti İdlib’e yeni takviye güçler gönderiyor. Suriye, Rusya, İran savaşa hazırlık yapıyorlar. Görünen o ki İdlib’deki cihatçılara yönelik son saldırıya hazırlanıyorlar. İdlib’in çeperlerine onlarca askeri üs kuran TC’yi sakin günler beklemiyor.