17 Şubat 2014 tarihinde CNN Türk’te Cüneyt Özdemir’in sunduğu 5N1K programına HDP İstanbul Eşbaşkan adayı Pınar Aydınlar konuk oldu. Erdoğan ve şürekası devlet içinde yaşanan çatışmada elini rahatlattığını düşündüğü oranda, yerel seçim gündemi daha fazla öne çıkacaktır. Tüm kanallar ve gazetelerde, köşe yazılarında adayların ne kadar “işbilir” olduklarına dair profiller çizilmeye başlanacak, bu işbilir adayların her derde deva projeleri anlatılacak, birkaç hesap ve çizimle kentlerin trafikten, eğitime, çevre düzenlemesine sorunlarının nasıl çözüleceği gösterilecektir.
Her yerel seçim döneminde aynı filme izlettirebileceklerine inançları tamdır burjuva ideologların. Devrimci ve demokrat adayların yerel seçimlerde “kazanamaması” da işbilmezliklerine, projelerinin olmayışına yorulur. Tıpkı Cüneyt Özdemir’in yaptığı gibi müstehzi gülümsemelerle bu anlayışın pekişmesi sağlanmak istenir. 5N1K’nın bu bölümü burjuvazinin yönetim anlayışı dışında bir seçenek olmadığı düşüncesinin apaçık bir şekilde hâkim kılınmaya çalışılmasının denemesi olmuştur. Eğer çağrıldığın televizyon programlarında çeşit çeşit istatistiği kullanmıyorsan, rakamlarla oyun oynar gib oynamıyorsan, sayısız çizimi Melih Gökçek gibi getirip göstermiyorsan en başta oradaki sunucunu “gülümsemelerine” maruz kalırsın. Aslında bu tablo bize yerel seçimler sürecinde çalışmalarımızın hangi anlayış doğrultusunda yürümesi gerektiğini gösterdiği için önemlidir ve üzerinde durulması gerekir.
Elbette ki burjuva siyasetçilere yukarıda bahsettiğimiz kalıplarla soru sormakta uzmanlaşmış, yıllardır Türkiye’nin en büyük medya grubunda tutunabilmiş Cüneyt Özdemir gibi kişilerin programına katılırken gelebilecek her türden soruya kendini hazırlamak, televizyonu etkin bir propaganda aracı olarak kullanabilmek için kısa sürelerde doyurucu cevaplar verebilmek, izleyenler de soru işaretleri uyandırabilmek önemlidir. Fakat bunların yanında en önemsizi ve devrimcileri yansıtmayacak olanı yukarıda bahsettiğimiz tarzda peş peşe projeler sunabilmek, konuşmayı rakamlara bağlamaktır.
Eğer projelerle kentsel yaşamın sorunları çözülüyor olsaydı şu anda hiçbir kentte sorun olmaması gerekiyordu. Sadece 1980 sonrasını ele alsak bile “iyi hesaplanmış” bütçelerle, “en usta” mühendis ve mimarlara çizdirilen projelerle seçim kazanmış CHP, ANAP, RP ve AKP’nin İstanbul’da yaşamı nasıl çekilmez hale getirdiğini; zengin ve yoksulun yaşam mekanlarının nasıl ayrıştığını, trafik sorununun derinleştiğini… apaçık görürüz. Açıktır ki biz “yerel seçimlerde önemli olan adayın profili, sunduğu projeler ve gösterdiği kaynaklardır” burjuva mitini yıkıp yerine sorunun sermaye-emek çelişkisiyle ilgili yani sistemle ilgili olduğunu ortaya koyabildiğimiz oranda başarılı olacağızdır. “Demokratik bir yerel yönetim”, katılımcı bütçe, denetlenebilir uygulamalar gibi hedeflerini açıklayan devrimcilerin kolektif yönetimi değil bireyi öne çıkaran, birlikte sorunu tanımlayıp birlikte çözen değil belirlenmiş projeleri açıklayan bu burjuva anlayışla arasına çizdiği çizgiyi hiçbir bulanıklık taşımayacak biçimde kalınlaştırması ve bu anlayışı tamamen karşısına alması gerekmektedir. Bizler bu sistemde gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bildiğimiz, halkımızın yönetime katıldığı, merkezden değil yerelden politikaların oluşturulduğu, sorunların birbiri ile bağlantısı içinde bütüncül politikalarla çözüldüğü yönetim anlayışımızın tek “çare” olduğunun propagandasını yapacağız.
Devrimciler olarak yerel seçimler sürecinde sorunumuzun “yerel nitelikli sorunlara” dikkat çekmekten ziyade “burjuvazinin sınıf egemenliği sorununa” dikkat çekmek olduğunu ortaya koyuyorsak bu süreçte içinde burjuvazinin mitleriyle hareket edişimizin önüne çok net bir şekilde geçmemiz gereklidir.
İki sınıfın iki farklı çalışma anlayışı mevcuttur. Bizler bu sistemin içinde büyüdük. Çoğu zaman çözümlemelerimizi, çalışmalarımızı egemenlerin anlayışından koptuğumuzu sanarak ama aslında onarın çizdiği çerçevede kalarak yapıyoruz. Bu durumun farkına varmadığımız oranda demokratik mücadelemizin reformcu bir niteliğe bürünmesinden kurtulamayız. Bu nedenle tüm çalışmalarımızda hedeflerimiz bizim için çok açık ve net olmalıdır.
Yerel yönetimler için bizim temel projemiz bütçesinin büyüklüğü ne olursa olsun şehirleri halkımızla yönetmenin mekanizmalarını oluşturmak, her an halkın denetime açık olmak, ekolojik anlayışı hakim kılmak, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaktır. Bunların maddileşmesi ancak halkımızın dikkatini burjuva sınıfların egemenliğine çekmemize ve bu egemenlik yıkılmadan bahsi geçen sorunların çözülmeyeceğini gösterebilmemize, sınıf mücadelesini yükseltecek araçları oluşturabilmemize yani devrim mücadelesinde emin adımlarla yürümemize bağlıdır. Burjuvazinin anlayışı ile çalışma yapmaktan kopulduğu ve onların karşısında kendi devrimci çizgimizle durduğumuz oranda çalışmalarımız başarılı olacaktır.
Sermayenin egemenliği hüküm sürdükçe en çılgın, en muhteşem projenin kentsel yaşamı en zora sokacak proje olduğunu halkımıza anlatabilmemiz için sayısız örnek var elimizde. Gündemde olduğu için İstanbul’un kuraklık nedeniyle yaşayacağı iddia edilen su sorununu ele alalım. AKP döneminde kilometrelerce uzaktan Melen çayının suyu getirildi. Melen’in etrafındaki ekosistemin bozulması hiçe sayılarak! Peki sorun çözülebiliyor mu? Hayır! Betonlaşma bu şekilde devam ettiği müddetçe, karayolları-havalimanları için ormanlar kesilmeye devam ettiği müddetçe, su havzalarına imar izni verildiği müddetçe yani her şey elde edilecek kara tabi olduğu müddetçe su sorununu çözülemeyeceğini anlatabilmektir esas olan. Burjuvazinin her projesinin tıpkı Mele çayının İstanbul’a taşınmasında olduğu gibi kısa vadeli, günü kurtaran aynı zamanda doğaya zarar veren, rant projeleri olduğunu teşhir edebilmektir önemli olan. Çözümün sistem içinde imkansız olduğunu gösterebilmektir bu seçimdeki başarımız.
Gezi İsyanı’nda Taksim’de halkımızın yaratıcı bir şekilde sorunlarını nasıl çözdüğünü hepimiz gördük, tabi ki egemenler de gördü. Korkuları halkımızın bu yıkıcı ve yaratıcı gücüne sahip çıkıp iktidarı bu anlayışla hedeflemesidir. Bu nedenle devrimci ve demokratların seçim çalışmalarını tıpkı kendileri gibi belli anlayışlara hapsetmek ve bunu en doğal yöntemmiş gibi göstermek istiyorlar. Egemenlerin yıllardan gelen yöntemindeki ustalığının değil ezilenlerin yönetimi alma iddia ve pratiklerinin yaşama geçiricileri olabildiğimiz oranda Demokratik Halk Devrimi yolunda emin adımlarla ilerliyoruz demektir. Tabi ki bu da devrimciler olarak halkımızla kaynaşmamıza, onların arasına gidip onlarla birlikte yürümemize bağlıdır.
(Bir ÖG okuru)