ABD eski başkanı Donald Trump oldukça gürültülü bir sürecin ardından görevden alınıp yerine Joe Biden getirildiğinde bunun temelinde yatan nedenin D. Trump döneminde Arap İslam ülkeleri üzerindeki stratejik belirleyiciliğin Rusya’ya kaptırılmasının, NATO ve Avrupa emperyalistlerinin “Rusya tehdidi” karşısında istediklerini D. Trump’tan yeterli şekilde alamamalarının etkin olduğunu söylemiştik.
Kısa süre önce gerçekleştirilen G7 toplantısı, ABD seçimlerine ilişkin bu tespitlerimizin doğrulaması oldu.
İngiltere’de Japonya, Kanada, ABD, Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya’nın katılımı ile gerçekleştirilen toplantı sonrasında anılan emperyalist ülkelerin Rusya ve Çin’e karşı yaptırımları artırma kararları almaları açıkça göstermektedir ki; emperyalistler arasındaki çelişkiler artmaktadır ve emperyalist güçlerin oluşturdukları kampların kapitalizmin doymak bilmez iştahından doğan saldırganlıkları bir savaşın koşullarını hazırlamaktadır.
İran ve Rus-Kazak enerji kaynaklarını ele geçirmek üzere Suriye’de bir koridor açma emeliyle emperyalist güçlerin başlattıkları savaşın bir benzeri bugünlerde Çin’in stratejik enerji kaynaklarına giden yol üzerinde önemli bir noktada bulunan Myanmar’da da hazırlanmaktadır. Askeri darbeye karşı sokaklara dökülen kitlelerin verdiği demokrasi mücadelesi üzerinden (tıpkı Suriye’deki ilk gösteriler gibi) yeni bir manippülasyon ve hareketin yönünü saptırma hedefi güdülmektedir.
Bugünlerde askeri kamuflaj giyerek silahlı eğitim almaya başlayan Myanmarlıların emperyalist ülke medyalarında hikayeleri uzun uzun anlatılmaya başlandı. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi kısa süre sonra burada da para-militer unsurlar aracılığıyla silah ve askeri eğitim sağlanacağı ve ardından da bir savaşın yaşanacağı anlaşılıyor. Aslında bu bölgede uzun süre evvel “Müslüman çocukları yiyen Budist rahipler” vb. haberlerle Müslüman kitle üzerinden bir savaş örgütlenmeye çalışıldı ama dinamikleri açısından Suriye’den farklı olduğu için bu yönlü propaganda çok taraftar bulup da bir güce dönüşmemişti.
Çin’in ekonomik büyümesi ve sermaye ihracını artırması ile emperyalist diğer güçlerin Çin’e karşı yaptırım uygulamaları herkesin malumu. Huawei’nin ABD, İngiltere, Kanada ve Avustralya’da engellenmesine karşılık Çin’in de Avustralya’nın Çin’e önemli dışsatım ürünü olan Avustralya şarabına sınırlama getirmesi uzun süredir Avustralya ekonomisinin bir problemi olmakta.
ABD’li Cisco’nun bilgi teknolojileri piyasasındaki tekelini kıran ve hatta fiyat avantajı ile birçok yerde Cisco’nun yerine ikame edilen marka haline gelen Huawei’nin ABD ve beraber hareket eden ülkelerde engellenmesine karşılık olarak; ABD merkezli Facebook, Whatsapp gibi sosyal medya tekeli durumundaki uygulamaların Çin’de yasaklanması emperyalist güçler arasındaki çatışmaların kimi örneklerini oluşturmaktadır.
Emperyalistler Arasındaki Saflaşma Türkiye’yi de Etkilemektedir
Emperyalist güçler arasındaki çatışmaların giderek ticari olmaktan askeri olmaya evrildiği koşullarda, Türkiye gibi emperyalizme bağımlı komprador karakterdeki burjuvazinin egemen olduğu ülkelerde karşıt emperyalist ülkeler arasında manevra yapma kabiliyeti de azalmakta ve hatta ortadan kalkmakta.
D. Trump’ı görevden alıp yerine J. Biden’ı getiren Amerikan burjuvazisinin daha saldırgan bir politika ile Rusya ve Çin’e karşı ABD sermayesini yeniden konumlandırma çabası aynı zamanda D. Trump zamanında Rusya ve ABD arasında manevra yapan TC devletini de artık taraf almaya zorlamaktadır.
Bugünlerde R.T.Erdoğan’ın sıklıkla dile getirdiği Kanal İstanbul planı doğrudan yukarda anılan çelişkilerle ilgilidir ve Rusya’ya karşı Karadeniz’de hamle üstünlüğü elde etmek isteyen ABD ve NATO üyesi emperyalist güçlerin isteğidir.
Kanal İstanbul’un bu derece sıklıkla gündeme gelmesi de göstermektedir ki, düne kadar Rusya ile kimi ilişkiler geliştiren ve bunlar sonucunda Akkuyu ve Sinop Nükleer Tesisleri işleri ihalesini Rusya’ya veren, S-400’leri Rusya’dan satın alan TC devletinin ABD’ye karşı göstermelikte olsa “ABD’ye kafa tutan tutumu” balon gibi sönüp gitmiştir.
Tüm bunlar için pişmanlıklarını dile getirmenin bir biçimi olarak “Gerekirse S-400’leri Türkiye dışında başka bir yerde konumlandırırız” söylemi de göstermektedir ki, ABD karşısında Rusya TC devleti açısından gerçek bir seçenek değildir. Aslında ABD, Avrupa ülkeleri ve Rusya ile olan ticaretin boyutları karşılaştırıldığında böylesi bir seçeneğin gerçekte aslında hiç olmadığı ama ABD emperyalizminin stratejik üstünlüğünü Ortadoğu’da Rusya’ya kaptırdığı dönemde TC devletinin faşist karakterinden kaynaklı “yayılma hayalleri” görmesiyle ilgili olduğu anlaşılmalıdır.
R.T.Erdoğan’ın G7 toplantısına katılan Biden ile kısa süreli toplantısı öncesinde Türkiye’de yaptığı “Biden’e Ermeni Soykırımı ifadesini soracağı” sözünü dönüşte kendisine soran gazetecilere “Hamdolsun o konu gündeme gelmedi” demesi de göstermektedir ki R.T.Erdoğan’ın kof kabadayılığı ile şekillenen TC’nin faşist saldırgan dış siyaseti J. Biden ABD’sinin bölgede ağırlığını artırması ile son bulmaktadır. Bu bağlamda Yunanistan ve Fransa ile yakın zamanda yaşanan gerilimleri TC’nin “unutma” teklifi de bunu doğrulamaktadır.
G7 Toplantısı kararları göstermektedir ki; Rusya ve Çin karşıtı emperyalist kampın Rusya ve Çin’in elinde tuttuğu ekonomik pazarlara ve enerji kaynaklarına hakim olmak üzere askeri saldırganlığı kullanmaktan çekinmeyeceği bir döneme girilmektedir. Henüz bu askeri saldırganlığın bir dünya savaşına döneceğini söylemek biraz erken olabilir ama tıpkı Suriye’de olduğu gibi bunu farklı gruplar üzerinden yapacakları da tahmin edilebilir.
Dünya komünist hareketinin emperyalist güçler arasında giderek tırmanan çelişki ve çatışmaları dünya devrimi için kullanmak üzere bir araya gelmesi ve dünya komünistlerinin bu süreçte ortak plan ve programının belirlenmesi zaruridir.