Güncel

SÖYLEŞİ DİZİSİ-7 | Özgür bir dünya uğruna tereddütsüzce yola çıkmış bir kuşağın bilinci ve eylemidir 71 devrimci çıkışı!

Özgür Gelecek Gazetesi olarak Mayıs ayında ölümsüzleşen devrimci önderleri konu edinen söyleşi dizisinin sonuncusunu Partizan temsilcisi Sinem Özkan ile gerçekleştirdik.

Bilindiği üzere 6 Mayıs 1972’de Ankara’da Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan; 18 Mayıs 1973’te Amed zindanında komünist önder İbrahim Kaypakkaya, 18 Mayıs 1977’de Antep’te Haki Karer;  18 Mayıs 1982’de Amed Zindanında Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner, Ulaş Bayraktaroğlu 9 Mayıs 2017’de Rakka’da IŞID’e karşı savaşırken; ideallerini ardıllarına bırakarak yıldızlaştı.

Birleşik Mücadele Güçleri bileşenleriyle gerçekleştireceğimiz dosya haberde, 71 devrimci çıkışının toplumsal koşullarını, devrimci komünist önderlerin ideallerini ve bugünkü gerçeklik içinde nasıl yaşatılabileceğini işliyoruz.

Söyleşimizin sonuncusunu Partizan temsilcisi Sinem Özkan ile gerçekleştirdik.

71 çıkışı, faşist diktatörlüğün, devrimci kitle hareketini bastırma ve yok etme saldırılarına karşı 68 gençlik hareketinin yarattığı birikime yaslanarak, coğrafyamız devrimi adına açılan yeni bir güzergah oldu.” Şeklinde konuşan Sinem Özkan, 1 Mayıs 2021’de açığa çıkan tablodan hareketle fiili meşru mücadele ve birleşik direnişin önemine dikkat çekti.

İlk olarak Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i ortaya çıkaran 68 devrimci gençlik hareketi-kuşağı için ne söylenebilir ? O döneme ilişkin sizin nasıl bir değerlendirmeniz olur?

68 devrimci gençlik hareketi veyahut başka bir deyişle dünyadaki popüler tanımla “68 kuşağını” anlamak için hem biraz geriye gitmeye hem de daha geniş bir perspektifle dönemin politik gelişmelerine bakmak gerekiyor.

Kızıl ordunun Berlin’e kadar girip Hitler faşizmini yerle bir ettiği ve özgürleşen ülkelerde komünist partilerin hızlıca örgütlenerek yerel sovyet cumhuriyetleri kurduğu bunun neredeyse tüm doğu Avrupa’ya yayıldığı koşullardan söz ediyoruz.

Dahası 1949’da Çin’de gerçekleşen demokratik devrimle birlikte bir bütün olarak dünyada sosyalizmin emperyalist-kapitalist sisteme bir alternatif olarak uluslararası proletarya ve dünya halklarının bilincine kazındığı bir dönem.

Yerkürede, sosyalizmin ağır bedeller pahasına elde ettiği başarı ve kazanımlar, pek doğalki ezilen dünya halklarını, bağımlı ulusları, onları ezen, sömüren ve köleleştirmeye çalışan düzene başkaldırmaya ve mücadeleye sevk etti. Denilebilir ki ikinci emperyalist paylaşım savaşından yani 1950’lerden itibaren sonra sosyalizm tüm dünyada büyük bir çıkış yaptı, başka bir dünyanın hem de işçi sınıfının iktidarının mümkün olduğunun-olabileceğinin somut bir gerçek olarak yeniden bilince çıkarılmasını sağladı.

Söz konusu başarılar kısa süre içinde Küba, Vietnam, vd. ülkelerde ulusal bağımsızlık ve halk demokrasileri, sosyalizm uğruna mücadelelerin gelişmesine zemin sundu. Elbette bun da Çin Halk Cumhuriyetinin izlediği dış politikanın, yarı-sömürge, sömürge ülkelerin ulusal bağımsızlık savaşlarına sunduğu desteğin, katkının çok önemli bir rolü olduğunu da dile getirmek gerekir.

Başkan Mao önderliğinde ÇKP, revizyonist SBKP’ye rağmen, komünist parti ve devrimci örgütlerin iç işlerine karışmadan sosyalizmin dünyadaki genel çıkarı perspektifiyle  bu coğrafyalardaki direniş ve savaşları sahiplendi.

Gerek ABD emperyalizminin işgallerine yönelik direniş ve savaşların sosyalizmin zaferleriyle güç ve motivasyon kazanması gerekse de Çin Devrimi onu takip eden Küba devrimi ve süregelen Vietnam Ulusal Kurtuluş savaşı tüm dünyanın dikkatlerini buraya çekti. Gelişen mücadele, işgalcilerin, emperyalistlerin ağır yenilgiler almasına neden oldu.

Bu durum, kapitalist merkezler de başta gençlik olmak üzere kitle hareketlerini mayalayan bir sürecinde gelişmesine zemin sundu. Yine de esaslı işaret fişeğinin ve süreci tetikleyen temel çıkışın, Çin’de Başkan Mao önderliğinde başlatılan Büyük Proleter Kültür Devrimi olduğunu söylemek mümkün. Çin’de KP’nin içindeki burjuvaziye yönelerek sokağa taşan Kültür Devrimi, sömürge ve yarı- sömürge ülkelere buradan kapitalist merkezlere ve de dünyaya yayılan hareketlerde bir sıçramaya neden oldu.

Kuşkusuz söz ettiğimiz 68 nezdinde gençlik hareketidir ancak 50’lerin ortalarından 60’lara kadar dünyanın pek çok yerinde işçi sınıfının çok ciddi direniş ve eylemlerine de sahne olduğunu ifade etmek gerekir.

Coğrafyamızda gelişen 68 gençlik hareketini dünyadaki bu genel konjektörün bir yansıması olarak görmek doğru olacaktır. 1961 anayasasının sosyalizm korkusuyla esnemek zorunda kalması, 1962’de Türkiye işçi sınıfı tarihinde bir dönüm noktası olan Kavel Grevinin gerçekleşmesi akabinde Paşabahçe-Şişecam grevleri ve DİSK’in kurulmasını da 68 gençlik hareketini besleyen dinamikler olarak görmek gerekir.

Nihayetinde coğrafyamızda 68 gençlik hareketinde simgeleşen çıkış, 1920’lerden itibaren iktidarın emekçiler ve ezilenler, sol-sosyalist hareket üzerindeki ideolojik-politik tahakkümüne bir meydan okumaydı.

İdeolojik-siyasi ve politik düzlemde tüm ezberlerin yerle bir edildiği, özgür bir dünya uğruna tereddütsüzce yola çıkmış bir kuşağın bilinci ve eylemidir 71 devrimci çıkışı!

Deniz, Mahir ve İbrahim Kaypakkaya’nın bugünkü devrimci, yurtsever hareketin temel sac ayakları,  temel çıkış  ve nirengi noktası olduğu kabul gören bir gerçek. 71 devrimci çıkışı olarak ifade edilen bu durumu nasıl tarifliyor sunuz? Güncelle nasıl bir bağ  kurak gerekiyor? Bu çıkışı tartışırken ortaya koyduğu duruşu nasıl ele alınabilir?

Devrimci gençlik hareketinin ileri atıldığı, adından söz ettirdiği, kendi içinde ideolojik tartışmaları yoğurduğu, devrimin yolu-yöntemine dair zengin polemiklerin yürütüldüğü en önemlisi de tüm bunların eylemin değiştirici- dönüştürücü gücü eşliğinde yaşama geçirildiği bir süreçten söz ediyoruz.

71 Askeri Faşist Cuntası, gelişen ve içinde gençliğin, işçi sınıfının, köylülerin ve kadınların olduğu bu büyük kitle hareketinin önünü tıkama, hızını kesme ve yok etme saldırısıydı. Faşist diktatörlük 71 ile bu yükselişe ve sinerjiye, yeni bir karakter kazanmadan müdahale etmeye soyundu.

71cuntası, hareketin üzerine bir karabasan gibi çöktü. Deniz, Mahir ve Kaypakkaya’nın çıkışını, tarihsel, değerli ve yol açıcı kılan da bu karşı devrimci saldırıya karşı ortaya koydukları duruş oldu.

Deniz, Mahir ve Kaypakkaya, 68 kuşağının enerjisini bir adım ileri taşıyarak, biriken enerjiyi radikal devrimci şiddet temelinde örgütlemeye koyuldu.

Bu bir anlamda, coğrafyamız sınıf mücadelesine yakılan yeni bir meşale ve 71 cuntasının zemheri ayazına karşı buzu kıran bir duruş ve tutum oldu.

68 gençlik hareketinin dünyayı değiştirmeye aday karakteri zaten revizyonist-parlamanterist ideolojik zincileri yerle bir etmişti. 71 çıkışı da, devrimci zor ve şiddet temelinde iktidarın ele geçirilmesi ve burjuvazinin her türlü icazet ve kuşatmasına bir meydan okumaydı.

Nitekim kısa sürede her üç önderin idam sehpasında, çatışmada ve işkencede katledilmesiyle sonuçlanan bu sürecin açtığı yeni yataktan coşkun ırmaklar akacaktı.

74’ten itibaren yeniden yükselişe geçecek kitle hareketi, 71 devrimci önderlerinin açtığı yoldan yürüyecek; inşa ederken ölümsüzleştikleri fikir ve örgütler bugünkü devrimci yurtsever hareketlerin ilham kaynağı, ideolojik politik zemini olacaktı.

71 çıkışı, faşist diktatörlüğün, devrimci kitle hareketini bastırma ve yok etme saldırılarına karşı 68 gençlik hareketinin yarattığı birikime yaslanarak, coğrafyamız devrimi adına açılan yeni bir güzergah oldu. Deniz, Mahir ve Kaypakkaya devrimci hareket adına yeni bir eşik belirleyerek, yeni bir çıta çekerek, bundan sonra devrimci mücadele adına yürüyenlere birer yol gösterici oldular.

Mayıs ayı, üç fidanla birlikte aynı zamanda Dört’ler ile Haki Karer’in ve  İbrahim Kaypakkaya’nın şehit düştükleri bir zaman dilimini kapsıyor. Kaypakkaya’nın ardılları olarak 18 Mayıs’ta ölümsüzleşen Kaypakkaya bu ayın içinde nasıl bir yer kaplıyor, Kaypakkaya’nın kapladığı yerden doğru bir bütün olarak Mayıs ayı şehitleri birleşik mücadele bağlamında sizin açınızdan nasıl anlam buluyor?

Mayıs ayı sizin de ifade ettiğiniz gibi coğrafyamız devrimci-yurtsever hareketi için çok değerli devrimci önderlerin ve kadroların ölümsüzleştiği bir aydır. 6 Mayıs’ta üç fidan, 18 Mayıs’ta komünist önder İbrahim kaypakkaya; 13 Mayıs 1980’de Ermeni komünist Armenak Bakır; 18 Mayıs 77’de Haki Karer ve 82’de dörtler ideallerini bize bırakarak ölümsüzler kervanına katıldılar.

Mayıs ayı hem şehitler ayıdır hem de bağımsızlık, halk demokrasisi ve özgürlük mücadelesinde kararlılığın ayıdır. Sözgelimi, Haki Karer Türk milliyetinden bir devrimci olarak Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin içinde yer almış, Türk hakim sınıflarının Kürt ulusuna yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikalarına cepheden tavır almış ve devrimci mücadelesini yürütürken katledilmiştir.

Yine dörtler, 12 Eylül AFC’sinin Amed zindanında yaratmaya çalıştığı zifiri karanlığa, zulüm cenderesine Mazlum Doğan’ı takip ederek bedenlerini ateşe verip yanıt olmuştur.

Gerek Haki Karer gerekse de dörtler, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin ilk adımlarını attığı kendini inşa ettiği dönemlerde tarihsel bir rol oynamış, öncü olmuşlardır.

18 Mayıs’ın elbette bizim için ayrı, özel bir anlamı vardır. Katledildiği yer ve maruz kaldığı işkenceler ve bunlar karşısındaki duruşu bizim dışımızda onu “ser verip sır vermeyen” bir önder olarak coğrafyamız devrimci-yurtsever hareketi ve emekçi kitleler nezdinde bir simge yapmıştır.

Kaypakkaya’yı, faşist cellatlar karşısındaki diz çökmez, baş eğmez tavrıyla bunu açığa çıkaran, ideolojik-politik görüşleriyle de bir bütün olarak ele alıyoruz.

Kaypakkaya, 71 devrimci çıkışı içinde daha ileri bir hesaplaşma ve kopuşu ifade etmektedir bizim için. Zira, Kaypakkaya, Kürt Ulusal Sorunu ve Kemalizm başlıklarındaki çözümleri ve duruşuyla, devrimin yolu ve yöntemine dair bütünsel görüşleriyle ve de bunu besleyen pratiğiyle döneminin ilerisinde bir çizgiye sahiptir.

Kaypakakaya’yı bu ve diğer pek çok başlıkta özgün ve özel yapan ise savunduğu Maoist görüşlerdir. Kaypakkaya Maoizm’den ayrı ele alınamaz. Ona komünist karakterini veren de ideolojik temelde Maoizmdir. Kaypakkaya, Türk devletinin ideolojik-politik hegemonyasına bir meydan okuma ve kopuştur. MLM ideolojisinin rehberliğinde yaptığı çözümlemeler ve pratiği dahası devrimi gerçekleştirecek politik öznenin inşa edilmesine yönelik duruşuyla bizim için bir devrim feneridir.

Toparlarsak;

Denizleri kurtarmak için Mahirlerin; Sinan Cemgillerin ihbarcısına yönelik Kaypakkaya’nın tutumu devrimci dayanışmaya örnektir. Haki Karer’in ve 12 Eylül AFC’sine karşı dörtlerin duruşu ve pratiği, direnmek isteyenler için yol göstericidir. Mayıs şehitleri, devrimci dayanışma ve birleşik mücadele adına bugünkü pratiğimize ilham olmaktadır.

Buradan hareketle, AKP-MHP iktidarının salgınla birlikte geniş emekçilere, Kürtlere, Alevilere, kadın ve LGBTİ+lara yönelik yaşama geçirdiği politikalar karşısında devrimci, demokratik güçlere düşen görevler nedir?

Coğrafyamızda Mart 2020’den bu yana süregelen bir pandemi gerçekliği içinde yaşıyoruz.

Salgının kısa sürede tüm dünyada etkisini göstermesiyle toplumsal yaşamda etkisi uzun yıllar sürecek değişiklikler gündeme geldi. Hepimizin bildiği gibi kapitalist merkezler salgını, işçi sınfı ve emekçilerin kazanımlarının gasp edilmesi, daha azgın bir sömürü ve güvencesiz bir çalışma rejimini inşa etmek için adeta bir fırsata çevirdi. Kuşkusuz AKP-MHP faşist ittifakı da bundan azade değil. Aksine bu politikanın en iyi uygulayıcılarından biri olduğunu söylemek mümkündür.

AKP iktidarı, salgını kamu kaynaklarını, Komprador Burjuvazinin daha fazla palazlanmasını zemin sunmak ve de bir bütün toplumsal muhalefeti zapturapt altına almak için bir manivela olarak kullandı. Salgınla, işçi sınıfına, Kürtlere, Alevilere, kadın ve LGBTİ +lara yönelik dizginsiz bir sömürü ve faşist terörü devreye soktu. Salgının ilk dönemlerinde gerek ezilen emekçi kitleler gerekse de devrimci-yurtsever hareketin kısa bir şaşkınlık ve bocalama süreci geçirdiğini söylemek mümkün.

Ne varki bir süre sonra ezilen emekçiler ve devrimci-yurtsever güçler, salgının yarattğı karanlığa ve açığa çıkardığı çelişkilere karşı sokağa çıkmaya ve tepkilerini ortaya koymaya başladılar.

1 Mayıs 2021’de sokakta, salgın yasağına rağmen ortaya konulan direniş, bu mücadeler üzerinden yükseldi diyebiliriz. İktidarın tek merkezden yaşama geçirdiği politikalar, her kesimi hedeflese de aynı zamanda onları birbirinden koparmayı ve yalıtmayı amaçlıyordu.

Bu konuda kabul etmek gerekir ki belli bir mesafe de alındı. Bugün, gerek işçi sınıfı direnişleri açısından gerekse de salgınla sorunları çığ gibi büyüyen geniş emekçi kesimlerinde sorunları etrafında yan yana gelmeye ve birlikte mücadele etmeye büyük bir ihtiyaç olduğu açıktır.

Başka bir deyişle birleşik mücadele zemini son derece elverişlidir. Dahası bu acil bir ihtiyaçtır. 1 Mayıs 2021, fiili meşru mücadele kadar birleşik direnişin de ne kadar önemli, etkili olduğunu da gösterdi.

Devrimci-demokratik ve yurtsever güçlerin önündeki en acil görev, her toplumsal sınıf ve tabakayı kendisiyle aynı sorunu yaşayan kesimlerle birleştirmek, birleşik mücadele fikriyatını yaygınlaştırmak ve bunu fiili meşru mücadele zemininde yaşama geçirmektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu