Türkiye hapishanelerinde Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi dava tutsaklarının Abdullah Öcalan üzerinde TC devletinin uyguladığı tecride son verilmesi talebiyle başlattıkları süresiz-dönüşümlü açlık grevleri 100. günü bir süre önce geride bıraktı.
TC devletinin açlık grevlerine karşı reddeden, yok sayan yaklaşımı bu eylemde de aynen devam etmektedir.
Türkiye hapishanelerinde özellikle 19 Aralık Hapishaneler Katliamı sonrasında artan bir şekilde tecrit uygulanmakta, tutsaklar hapishane içinde tecrit edilerek fiziksel, psikolojik olarak yıpratılmak; ideolojik olarak teslim alınmak istenmektedir.
Türkiye Devrimci Hareketi bileşeni tutsakların bu saldırılara karşı çok uzun süren açlık grevi ve ölüm orucu direnişi ile verdikleri yanıt bugün başka formlarda devam etmektedir. Ancak hücre tipi hapishanelerle birlikte gerçekleştirilen saldırıların hedefi bir bütün olarak TDH’nin geriletilmesiydi ve ne yazık ki TDH’in önemli fedakarlık ve direnişlere rağmen bu saldırıya karşı koyup süreci tersine çevirebildiğini söylemek güçtür.
Hücre tipi hapishanelerde direniş “fiili direniş” temelinde devam etse de rejimin gelinen aşamada hapishaneler üzerinde oldukça derin bir baskı kurduğunu, dışarısıyla etkileşimi önemli oranda engelleyebildiğini görmek gerekir.
19 Aralık Hapishaneler Katliamına giden süreçte TC devleti ile “barış” olanağı arayan Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi yaklaşmakta olan saldırının boyutlarını göremedi. Bu da TDH ile direnişi geliştirmek yerine tavır almama tutumunu beraberinde getirdi.
Bugün Türkiye’de gerek işçi sınıfının sömürüden kurtuluşu kavgasının gerilemiş olmasında gerekse Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin etkili olduğu T. Kürdistanı bölgesinde gözlemlenen geriye gidişin kökenlerini yaşanan hapishaneler katliamı ve ardından peş peşe düzenlenen tutuklama operasyonları ile kadrolarla örgütlerin tabanı arasındaki ilişkilerdeki zayıflamada görmek mümkündür.
Bir Yöntem Olarak Açlık Grevleri
Açlık grevleri; faşist yönetim ve onun faşist uygulamalarının, direnişçinin bedeni üzerinde hakimiyet kurma girişimine karşı, direnişçinin bedeninin mücadele alanı haline gelmesidir.
Açlık grevi; bedeni üzerinde hakimiyet kurulmaya çalışılan direnişçinin bedenini silaha çevirip faşizme yöneltmesi, bedeni üzerinde oluşturulmaya çalışılan hakimiyetin direnişçinin bilinci vasıtasıyla paramparça edilmesi, direnişçi ve faşizm arasındaki mücadelenin faşizmin kazanamayacağı bir düzleme taşınmasıdır.
Açlık grevlerinin direnişçi-faşizm denklemindeki anlamının yanında, direnişin zafere ulaşabilmesi için kitlelerin desteği önemlidir. Kitlelerin direnişçilere verdiği destek, dar bir alanda yoğunlaşan mücadelenin kitleler aracılığıyla yaygınlaşması, pek çok alanda direnişin ortaya çıkması anlamına gelecektir. Faşizmin direnişçi üzerindeki hakimiyet politikalarının reddi, genel olarak kitlelerin kendileri üzerindeki faşist uygulamaları reddine, buna karşı direnişe dönüşmesi demektir.
19 Aralık Hapishaneler Katliamı sonrasında farklı zaman ve yerlerde örgütlenen açlık grevleri direnişlerinin faşist saldırıları bertaraf etmekte daha önceki açlık grevleri ya da ölüm oruçları kadar etkili olduğunu ne yazık ki söyleyemeyiz.
Yakın zamanda Grup Yorum üyelerinin ve sonrasında devrimci avukatların direnişlerinin de sınırlı bir kitle desteği aldığına tanıklık ettik. Öncesinde Leyla Güven’in uzun açlık grevi direnişi de benzer bir durum ortaya koymuştu. Bugünlerde 100. günü geride bırakan açlık grevlerinin kitlelerin odağında olmamasına ilişkin pek çok yorum yapılabilir.
Bizlere Düşen Görevler
Direnişin tecridi bir noktada dahi kırması oldukça önemlidir. Bu nedenle Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin yürütmekte olduğu bu direnişe destek vermek bizler açısından tecridin bütünüyle kaldırılması mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Gerek Türkiye’de gerekse Türkiye dışında bu amaçla yapılan eylemlere destek vermek, eylemlerin kitleler tarafından sahiplenilmesini sağlamak gerekir.
Tecrit bir ülkede tek kişiye dahi uygulansa aslında bütün toplumun sahip olduğu hakların geriye götürülmesi anlamına taşır. Tecritle hedeflenen başta da vurguladığımız gibi doğrudan direnişçinin iradesini teslim almak gibi görünüyor olsa da esasen çok daha geniş kitleleri korku ile yönetmek amacını içermektedir.
Bu nedenle de sistematik devlet şiddetinin önemli bir parçası durumundaki tecridin aşamalı da olsa ortadan kaldırılması toplumsal özgürlük mücadelesinin geliştirilmesine önemli katkı yapacaktır.