GüncelMakaleler

ANALİZ | Kitlelerin gücüne güven duymalıyız!

Hayat bize var olan zorluklar karşısında yılmayı değil, devrimci bir coşkuyla harekete geçmeyi emrediyor. Bunun için de kendimize, yoldaşlarımıza, müttefiklerimize, kitlelerin gücüne güven duymalıyız.

Dünyada, bölgede ve yaşadığımız topraklarda güçler dengesinden, sınıf savaşımının genel düzeyinden bağımsız bir yönelim belirleyemeyiz. Diğer bir anlatımla somut durumun analizi, dogmatizm ve subjektivizmden arınmayı zorunlu kılar.

Bu hatalara düşüldüğü yerde doğru taktikler belirlemek ve ona uygun konumlanmak mümkün değildir. Çünkü nesnel koşullar üzerinde yükselmeyen hiçbir söylem sonuç alıcı bir eyleme dönüşemez. Tarihi tecrübelerimizden biliyoruz: Çözümleyici, somutu içermeyen tüm söylemler hükümsüz kalmıştır. Ortaya konulan bir çaba olması beklenen devrimci sonuçları yaratamamıştır. ‘

Hiç kuşkusuz dönemsel anlamda devrimci ve sosyalist güçler önemli devrimci pratiklerin yaratıcı özneleri olmuştur. İleri kitlelerin devrime ve sosyalizme karşı var olan ilgilerine ivme kazandırmışlardır. Keza devrimci gençlik harekeleri ezilenlerin demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine büyük değerler katmışlardır. Tüm bu altını çizdiğimiz gerçekler bu topraklarda yaşanmıştır.

Bu nedenle tarihimize ve yaşanan gerçeklere karşı her zaman objektif olmalıyız ve tarihimizden öğrenmeliyiz. Yine tüm bu süreçleri kendi gerçekliği içinde ele alıp değerlendirmeliyiz. Ve bugünkü somut görevlerimizi belirlerken de subjektivizm ve dogmatizme düşmemek için şu gerçekleri dikkate almalıyız.

Söz gelimi; mevcut koşullarda dünyada, Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında güçler dengesinin düzeyi nedir? Diğer bir ifadeyle sınıf savaşımı açısından var olan avantaj ve dezavantajlar nelerdir? Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin değişim istemi, ileri kitlelerde var olan devrimci eğilimin düzeyi ne?

Dünyanın diğer coğrafyalarında gelişen kitle hareketlerinin talep ve istemleri neler? Keza an itibariyle dünyada güçlü devrimci bir dalganın güçlü işaretleri var mı? Yoksa geniş yığınlar hala önemli oranda siyasal gericiliğin etkisi altında mı vb. sorulara doğru yanıt verdiğimiz oranda somut bir politikanın belirlemesinden söz edebiliriz.

Hiç kuşkusuz, somut görevler belirlerken de var olan subjektif gücümüzü hesaba katmak zorundayız. Tüm devrimci görevler, görev ve sorumluluğun bilincinde olan kadro ve militanların yaratıcı pratikleriyle yerine getirilebilir.

Şüphesiz, “an”ı ve geleceği kavrama çabası hem kendi gerçekliğimizi görme hem de kendi pratiğimizden öğrenmeyi içerir. Bu niteliğe sahip kadro ve militanların varlığı, gelişimin en büyük teminatıdır. Bunların olmadığı yerde gerileme kaçınılmazdır.

Faşist Kemalist diktatörlüğün Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda estirdiği devlet terörü yalnız sokak hareketlerinin gerilemesine yol açmamıştır, aynı zamanda devrimci saflarda bir moralsizliğe, umutsuzluğa da yol açmıştır. Kararsız duruşun olduğu bir iklimde, bu karşı devrimci saldırıları püskürtmek ve hoşnutsuz olan kitleleri demokratik hak ve özgürlükleri için harekete geçirmek büyük zorluklar içerir. Ama asla imkansız değildir.

Bugün Türk devleti de bu mevcut gerçeği görüyor. Egemen sınıfların sözcüsü R.T.Erdoğan ve suç ortaklarının en küçük demokratik tepkiye, sokak hareketlerine karşı devlet terörüne başvurması ezilenlerin başkaldırı fikirlerini hançerleme girişimidir.

Bugün ileri dinamikleri susturmak, sindirmek, mevcut sistemin öncelikli görevidir. Diğer bir anlatımla sistem demokratik hak ve özgürlükleri geliştirme, yarına dair umutları büyütme hamlelerine karşı devlet terörüyle umutsuzluk tohumları ekmeye çalışmaktadır.

Çünkü umutsuzluğun olduğu yerde her türden tasfiyecilik boy gösterir. Yaşanan da budur. Kuşkusuz bu gerçeğe işaret etmek, bu sonucu hazırlayan nedenleri bilimsel bir bakış açısıyla ortaya koymak önemlidir. Ama asıl değerli ve anlamlı olan bu tabloyu nasıl değiştireceğiz sorusuna doğru yanıt vermektir.

Elbette ki tek başına bu da yetmez. Bu doğru perspektife uygun örgütsel bir konumlanış ve militan bir çizgi şarttır.

 

Bu çizgi üzerinde şekillenen birleşik bir mücadele perspektifi zamanın ruhuna uygun bir duruştur. Bu anlamda mücadelenin birçok alanında oluşan tüm örgütlülüklere bir işlev, bir hareketlilik kazandırma çabası içinde olmalıyız.

Hayat bize var olan zorluklar karşısında yılmayı değil, devrimci bir coşkuyla harekete geçmeyi emrediyor. Bunun için de kendimize, yoldaşlarımıza, müttefiklerimize, kitlelerin gücüne güven duymalıyız.

Baskılara, saldırılara karşı sürekli geri çekilme veya sınırlı bir savunmacı duruş süreç içinde çözülmelere yol açar. Cüret ve cesaret silahını sakatlar. Dışa dönük bu problemli duruş iç zaafları derinleştirir, didişmeleri tetikler.

Bunu önlemenin yolu tüm dikkatimizi günlük devrimci çalışmaya yöneltmekten geçer. Saldırılara karşı militan bir duruşla hareket etmek yalnız bizi güçlü kılmaz. Kitlelerle ilişki geliştirmemizin yolunu da açar.

Haklı ve meşru zeminde yükselen her sese sesimizi katmak varlık gerekçemiz olur. Kitleleri örgütlemek, her türlü tasfiyeciliğe karşı mücadelede derinleşmek ancak böylesi coşkulu devrimci pratiklerle sağlanabilir.

Bu çizgi yakalanmadan ne estirilen devlet terörüne karşı ciddi bir varlık gösterilebilir ne de devrimci saflarda örgütsüzlüğü meşrulaştıran, görevler karşısında yakınan, sızlanan bu tasfiyeci anlayışlar etkisiz kılınabilir.

Diğer bir ifadeyle diyalektik materyalist düşünüş tarzına aykırı tüm zararlı fikirlere karşı etkin bir mücadele, dış düşmana karşı kararlı bir savaşımı zorunlu kılıyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu