GüncelMakaleler

DÜNYA | Biden, Ortadoğu ve Türkiye’deki ABD Politikalarını Neden Değiştir(e)mez?

"ABD’nin Türkiye yaklaşımına rengini veren şey Türk devletinin (her ne kadar kolay olmasa da) Rus paktına kaymasını engellemek için bir denge siyaseti izliyor olmasıdır"

Joe Biden, 270 delege sayısına ulaşanın kazandığı ABD 2020 seçimlerinde 300 delegenin üzerine çıkarak Trump karşısında zaferi elde etti. Cumhuriyetçilere karşı Demokratların kazandığı bu seçim sonrası değişim rüzgarları dünyayı gerçekten sarabilir mi?

Jamaikalı bir baba ve Hindistan kökenli bir annenin çocuğu ve ilk kadın ve siyahi başkan yardımcısı olan Kamala Harris; New York’ta ise ilk kez açık eşcinsel kimlikli iki siyah LGBTİ+ birey Ritchie Torres ve Mondaire Jones’ın Demokratlar adına seçimi kazanmış olması bile hiçbir değişikliğe neden olmaz mı?

Şüphesiz, bunlar hiçbir şey ifade etmiyor olmasa da sürecin gidişatına yönelik esaslı değişikliklere neden olmayacaktır. Çünkü birçok şey hem Biden ve ekibinin tek başına elinde değildir ve hem de onlar Trump’ın da izlediği rotayı sadece daha ‘ılımlı’ bir yoldan takip etmeyi amaçlamaktadırlar.

Her şeyden önce işin ideolojik ve felsefik yönü kapitalizm tarafından şekillendirilir ve o da insanın her türlü bireyselliğinin ötesindedir. ABD’nin şu an eski gücünü kaybetse de başı çektiği kapitalist düzende belirleyici olan şey, bu dünyanın insanlar değil metalar dünyası olmasıdır. Doğal olarak bireyliğin ya da bireysel farklılığın dünyadaki diğer bütün ilişkilerde belirleyici olmasını bir kenara bırakalım etkisi görünmeyecek kadar yetersizdir.

Bu açıdan işin doğru düzlemde ifade edilişi, Trump ya da Biden’ın birbirlerinden hangi ölçüde farklı oldukları değil, üzerine yükseldikleri sermayenin daha fazla birikmesi için neye ihtiyaç duyduklarıdır. Doğal olarak, onların bireysel farklılıkları da aslında üzerine yükseldikleri sermaye farklılıkları tarafından belirlenir diyebiliriz.

Bu madalyonun bir yanıyken diğer yanında ise ABD dışındaki diğer emperyalist güçler bulunmaktadır. Dünyadaki barış ya da savaş denklemi tek başına ABD tarafından oluşturulmuyor. Başta Rusya ve Çin’in ve arkasından diğer batılı emperyalist güçlerin mevcut durumu ve yönelimi toplamda dünyadaki tüm güçlerin nasıl konumlanacağını birlikte belirlemektedir. Geçtiğimiz yıllarda açıklanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde yer alan ifadeye göre son 30 yıldır durgun olan Rusya “ekonomik anlamda saldırgan” bir yönelimi ve “adaletsiz bir politika” izleyen Çin’in yükselişiyle mevcut uluslararası dönem “büyük güçler rekabeti ile şekillenen yeni bir dönem olarak” tanımlamaktaydı. Doğal olarak Joe Biden’ın seçilmiş olması, ABD’nin yaklaşımındaki “büyük güçler rekabeti”ne ‘uygun’ olacak olan adımların atılmasında geniş bir ivme değişikliğine neden olmayacağı söylenebilir.

Bu açıdan yükselen güç Çin’in ticaret savaşlarında nasıl bir yol izlediğine bakmak faydalı olacaktır.  Geçtiğimiz günlerde Asya bölgesinde, “dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması” Çin liderliğinde imzalandı. ABD’nin Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore gibi müttefiklerini de içeren, dünya hasılasının 1/3’ünü üreten 15 ülkeyi kapsayan anlaşma ABD’yi dışarıda bırakıyor.1

Öte yandan batılı emperyalist güçlerden oldukça tepki almasına karşın Çin, Made in China 2025 [ 2025, Çin’de Üretilmiştir] (MIC 2025), Ulusal Stratejik Planı’nı izlemektedir. MIC 2025 stratejik planına göre Çin en az 10 endüstri sektöründe 2025’e gelindiğinde dünyada lider konumda olmayı planlamaktadır ve Çin bu hedefin pek de uzağında değildir. Çin hükümeti bu planı gerçekleştirmek için ilk başlarda 300 milyar ABD Dolar’ı yatırım yapmayı taahhüt etmişti fakat sadece Covid-19 salgını sonrası bile MIC 2025 stratejik planı kapsamında 1.3 trilyon dolarlık bir yatırım yapıldı.

Tüm bu gelişmeler ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının Biden’lı ya da Biden’sız devam edeceğini göstermektedir.

ABD’nin başındaki kim olursa olsun, Ortadoğu onu beklemektedir

Ortadoğu’ya geldiğimizde ise, daha çok Rusya faktörü devreye girmektedir. Ve zaten bundan daha önce kendi başına da yeterince kriz olabilecek konular Biden’ı beklemektedir. İsrail – Filistin gerilimi ve Trump döneminin tek taraflı olarak imzalanan Yüzyılın Anlaşması, İran’ın yalnızlaştırılması ve sonuçta ABD egemenliğinin altına alınması (ki İran gündeminde Trump ve Biden büyük ölçüde benzer politikaları savunmaktadır), Suriye ve Yemen’deki uzun süredir devam eden savaş gerçekliği ve güncelde doğuda Kafkasya bölgesine batıda ise Kuzey Afrika’ya kadar genişleyen açık savaşlar…

Tüm bunların üzerine ABD’nin karşısındaki Rusya ve Çin’in bölgedeki durumları. Tüm bunlar düşünüldüğünde ve kapitalist sermayenin saldırgan, yayılmacı karakteri göz önünde bulundurulduğunda, Orta Doğu’da Trump dönemine yakın bir yol haritasının ve pratiğin Biden döneminde de takip edileceği söylemek yanlış olmayacaktır.

Örneğin Obama’nın 2015 yılında imzaladığı ve Trump’ın 2018 yılında çekilme kararı aldığı İran’ın nükleer çalışmalarını sınırlayan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP), Biden tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. Fakat Biden, önümüzdeki 4 yıl içerisinde bir kısmı bitecek olan sınırlandırmalara ilişkin güçlendirme ve genişletme sözü verdi.2

Öte yandan hem Trump’ın hem de Biden’ın söylemlerinin ortaklaştığı nadir konulardan biri Orta Doğu’daki ABD askeri varlığının azaltılmasıdır. Ancak bunlar çokça dillendirilmesine rağmen gerçeklikte Orta Doğu’daki ABD askeri varlığı 45 bin ile 65 bin arasında değişen bir büyüklüğe sahiptir.3 Bu askeri varlığın bu kadar geniş tutulması bölgedeki atmosferin nasıl olacağına dair de ipuçlarını ayrıca ortaya koymaktadır.

Suriye-Türkiye ve SDG denkleminde Biden

ABD’nin Türkiye yaklaşımına rengini veren şey Türk devletinin (her ne kadar kolay olmasa da) Rus paktına kaymasını engellemek için bir denge siyaseti izliyor olmasıdır. Örneğin Türk Devleti’nin Rusya ile anlaştığı S-400 savunma sistemleri konusunda ABD, yer yer yaptırımları dillendirse de S-400’lerin kullanılmamasına yönelik daha yumuşak bir politikayı takip etmiştir. Önümüzdeki dönemde Suriye’deki Kürt güçlerinin kazanımlarına yönelik Türk Devleti’nin atacağı adımlarda ABD benzer bir şekilde Türk Devleti’ni elinde tutmak için belli tavizler verebilir.

Ancak Biden, Trump’ın 2019’da ABD askerlerini Kuzey Suriye’den çekmesini Kürtlere ihanet olarak kınamış ve operasyonu “herhangi bir başkanın modern tarihte dış politikada yaptığı en utanç verici şey” olarak nitelendirmişti. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi Kobani ise Biden’ın seçilmesine ilişkin “İyimseriz. Aslında bizim için yeni değiller. Buradaki durumu biliyorlar ve Rojava için daha gerçekçi bir politika izleyeceklerini düşünüyoruz” açıklamasında bulundu. Bunlar düşünüldüğünde, Kürt sorununda özellikle Suriye merkezli politikalarda ABD, Trump dönemindeki kadar tavizkar olmayabilir. Fakat 4 parçaya yayılan bir Kürt sorunu için ABD bu seferde Irak sahasında Türk Devleti’ne yol açabilir. Bu bağlamda savaşın yönü en azından bir süreliğine de olsa -günümüzde yaşananlar gibi- Irak ve Türkiye sahasında daha fazla şiddetlenebilecektir.

Son kertede “Biden, askeri müdahaleleri destekleyen ama ABD’nin liderlik rolünü sürdürmek için askeri alanı en doğru zamanda daraltıp siyasi-ekonomik araçlara ağırlık verilmesi gerektiğini savunan biri. Tipik bir ‘insani müdahaleci’ Demokrat”tır diyebiliriz.4

Kaynaklar

1: Ergin Yıldızoğlu – ABD Hegemonyası artık geride kaldı (cumhuriyet.com.tr). Erişim için: https://bit.ly/39qEq32

2: Roger Mcshane – Iran is Joe Biden’s problem now (economist.com). Erişim için: https://econ.st/3my475i

3: Middle East brief: hedging bets on US election (eiu.com). Erişim için: https://bit.ly/3fSy51t

4: Fehim Taştekin – Kürtler Biden’da aradıklarını bulabilir mi? (gazeteduvar). Erişim için: https://bit.ly/36mLXOB

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu