DerlediklerimizGüncel

Aslı Alpar | Tecavüz kültürünü yeniden üreten komik, mizaha dahil mi?

Willem’in eserinde olduğu gibi, evet her şeye gülebilirsiniz ancak biz neye güldüğünüz politiktir diyoruz… Ve komik olan her şeyin mizah olmadığını hatırlatıyoruz.

Türkiye’de sıklıkla tartışılan konulardan biri “tecavüz komiği”. Peki, tecavüzü yeniden üreten bir “komik” mizah ürünü kabul edilebilir mi?

Bu sorunun ardından yazımıza, sıkça bahsedeceğimiz tecavüz kültürü ifadesini açarak başlayalım. Tecavüz kültürü, 70’lerde Amerika’da feminist hareketin, tecavüzün bir eril davranış olarak normalleştirildiği, doğallaştırıldığı durumlar için kullandığı bir kavram.

Komiğin, karikatürün “normalleştirme” işlevini düşündüğümüzde ne yazık ki karikatürün tecavüzü de normalleştirme aracı olarak sıklıkla kullanıldığını görüyoruz. Bu çizerin bilinci dahilinde olabileceği gibi onun iradesinden bağımsız da gerçekleşebilir. Çünkü karikatürün sterotipleri tecavüz karşıtı bir işi dahi farkında olmadan tecavüzü yeniden üreten bir araca dönüştürebilir.

Karikatürde tecavüz kültürünü yeniden üreten bir çalışmayı konuşarak devam edelim.

Serkan Altuniğne imzalı karikatürde çalılık bir alanda bir adam bir kadına tecavüz etmektedir. Kadın adama mahcup şekilde sorar: “Sizce de biraz hızlı gitmiyor muyuz? Daha adınızı bile bilmiyorum. İihihi” adam yanıtlar, “Kızım ben tecavüz ediyorum.” Kadın bunun üzerine şöyle söyler: “Haa öyle mi pardon o zaman…”

Tecavüzü normalleştiren bu karikatür istisna olmadığı gibi mizahın “başkalarının acısından keyif alma” olduğu iddiası da Platon’a dek uzanıyor. Diğer yandan bu tarz işlerin “alt tarafı şaka” olmakla kalmadığını iyi biliyoruz. Bu ve benzeri karikatürler, çizildiği ülkenin tecavüze bakışını yansıtmakla kalmaz, tecavüzün komik aracılığı ile normalleştirilmesine yol açar.

Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin Türkçe yaygınlaştırdığı “şaka piramidi” görseli korumalı kategorilere karşı yapılan ayrımcı şakaların tecavüzü nasıl normalleştirdiğini anlatır.

Bu işlere yönelik tepkilerle devam edelim. Ne yazık bazıları söz konusu çalışmaların yasaklanması, toplatılması ya da üretenin cezalandırılması yönünde… Bu bir sansür talebidir. Pelin Başaran ve Ulaş Karan’ın “Sanatsal İfade Özgürlüğü Kılavuzu”ndan alıntıyla, sansürün dar anlamının dışına çıkacak olursak devlet dışı aktörlerin veya üçüncü şahısların sanatsal ifade ürününü hedef gösterme, tehdit etme, korkutma, aşağılama, engelleme, fiziki ve sözlü saldırı, gayrimeşrulaştırma, ötekileştirme gibi yöntemler de sansüre dahildir.

Yine aynı kılavuzda belirtildiği üzere, her türlü ifade (sanatsal, siyasi, akademik, ticari, dinî, ahlâki vs.) ifade özgürlüğünün koruması altındadır. Bir ifadenin siyasi bir kaygıyla üretilip üretilmediği, estetik açıdan “değersiz” ya da “topluma yararsız” olması veya “ticari amaç” taşıması ifade özgürlüğünden yararlanmasını engellemez. Sanatçılar veya sanat eserleri bakımından da bu durum geçerlidir.

Diğer yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre ırkçılık ve Nazi ideolojisinin savunulması, düşmanlık ve ırksal ayırımcılığa teşvike yönelik fikirlerin yayılması ile nefret söylemi ifade özgürlüğü korumasının dışında tutulur. Tecavüz kültürünü yaygınlaştıran ya da cinsiyetçi, homofobik, bifobik ve transfobik “eserler” bu tanıma göre nefret söylemi üretmiyorsa ifade özgürlüğü kapsamındadır.

Burada bir soluklanıp Belçikalı çizer Kroll’un karikatürüne bakalım.

Karikatürde çizer masasındadır ve karşısında bir grup insan vardır. Karikatürist “Komik bir fikrim var” der karşısındaki insanlar aynı anda sorar, “Ne fikri?”, “Görelim bakalım!”, “İslam hakkında olmasın”, “Kilise hakkında olmasın”, “Yahudiler hakkında olmasın”, “Dikkat et!”, “Kadınlar hakkında olmasın”, “Sakatlar hakkında olmasın”…

Bu karikatürde çizerin üzerindeki baskıyı çok iyi gösteren Kroll’ün bıraktığı yerden muktedire karşı komik üretmenin mizah olduğunu hatırlatalım. Evet, her şeye dair çizebilmeliyiz ancak kalemimiz savaşı destekliyorsa, nefreti destekliyorsa, mağdura yönelik şiddeti destekliyorsa çizgimiz eleştirilebilir ve bu eser toplumda komik bulunuyorsa toplumun komik anlayışı tartışılabilir…

Çünkü bu “eserleri” sanatsal açıdan eleştirmek, bu çalışmaların mizaha dahil edilemeyeceğini söylemek, toplumdaki karşılığını ortaya koymak, sonuçlarını tartışmak da ifade özgürlüğü kapsamına dahildir.

Esere yönelik sansür talebi olmaksızın, işi ya da üreteni hedef göstermeksizin eleştirmek ifade özgürlüğünün bir parçasıdır.

Willem’in bir eserine bakalım.

Karikatürün üst başlığında “her şeye gülebilir miyiz” yazar. Bir adam “hayır” der ve “evet” diyene yumruk atar bunu derken. Evet diyen yumruğu yediğine de gülmeye devam eder… Willem’in eserinde olduğu gibi, evet her şeye gülebilirsiniz ancak biz neye güldüğünüz politiktir diyoruz… Ve komik olan her şeyin mizah olmadığını hatırlatıyoruz.

Peki, mizah ya da karikatür “tecavüzü”, “cinsel saldırıyı” anlatmayacak mı? Elbette anlatacak… Dikkat çekmek istediğimiz nokta kurgu ya da esprinin nasıl üretildiği aslında. Sanatsal ifadenin bin türlü yolu var. Kadına ve LGBTİ+’lara yönelik eril, homofobik, transfobik şiddetin tavan yaptığı, cezasızlığın sürdüğü, hayvana yönelik cinsel istismarın kabahat kabul edildiği bir coğrafyada sanatçının yöntemini nasıl sorgulamayız? Sağımızın solumunuz şiddet olduğu bir toplumda şiddeti yeniden üretmeyen sanat eserlerine duyduğumuz özlemi nasıl ifade etmeyiz?

Üstelik dünyada bu alanda üretilmiş hiç de “didaktik” olmayan, “slogan atmayan” sayısız eser varken elbette tecavüz kültürünü yeniden üreten çalışmalara burun bükeceğiz, eleştireceğiz, elimizin tersi ile iteceğiz… (Kaos GL, 31.08.2020)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu