Antakya: Aliş diyorlar ona. Köyüne gidiyoruz, köy yolundaki tüm duvarlar ona götürüyor bizi. Bütün duvarlar “Ali İsmail Korkmaz” caddesi oluvermiş. Yol boyunca pankartlar, afişler, dövizler asılı; şehitlerini unutmayacaklarını, hesabını soracaklarını anlatan. Sokakta pek kimse yok çünkü köyden ve dışarıdan olan hemen herkes Aliş’in ailesinin yanında. Biz de gidiyoruz Aliş’in evine. Kur’an okunuyor bir yandan, diğer yandan taziyeler kabul ediliyor. Herkesin giydiği tişörtün üzerinde Aliş’in fotoğrafları basılı, yakalarında değil göğüslerinde taşımayı tercih etmişler sanki “onurumuzdur!” dercesine. Anneyi buluyoruz yakasında Aliş’in ve Mehmet Ayvalıtaş’ın fotoğrafları yan yana. “Ağlamayacağım” diyor, “Aliş istemezdi ağladığımı”. “Mehmet’in annesi buradaydı, Mehmet’im de Aliş’im gibi küçüktü, gençti; nasıl kıydılar?” diye soruyor bize; tüm dünya susuyor o an sanki.
Ablasıyla konuşuyoruz önce, biz sormadan anlatmaya başlıyor içinden geçenleri; “Allah, onu öldürenlerin yüreklerine de aynı ateşi koysun da ebediyen hiç söndürmesin. Direk mezara gitmesinler; acı çekerek ölümü isteyerek ölsünler. Hemen ölmesinler benim kardeşim gibi. Kardeşim gitti, onlar bin katını çekerler inşallah.
Ali hep barışı severdi, barış uğruna gitti. Barış işaretiyle girdi hastaneye.
Hele ki o doktor; o doktor bu acıyı kendi çocuk… Çocuklarının bir günahı yok, Allah böyle acıyı onun kalbine koysun. O doktor ne diye yemin etmiş herkesi iyileştireceğine dair. O yemin ne diye edildi? Kardeşimi kuzenlerim hastaneye götürdüler, orada adli vaka olduğu gerekçesiyle emniyete göndermişler. Oradan da başka bir yere. Bir yerden diğer yere dolaştırmışlar hep. Hastanede ona demişler “bir şeyin yok”. Omuz zedelenmesi demişler hâlbuki omuzu kırık. Kırık omuza zedelenme mi denir? “Bir şeyin yok” diyerek eve göndermişler. Eve gitmiş, yatmış. Bir saat sonra da fenalaşmış, hastaneye götürmüşler.
Eğer o doktor gerçek doktor olsaydı, gerçekten doktor olmuş olsaydı ona gereken müdahaleleri yapardı. Allah ona cezasını verecek, yanına bırakmayacak.
Arkadaşlarının dövdüğünü söylüyorlar. Madem arkadaşları vurdu neden gidip oradaki oteli tehdit edip, görüntülerini sildiler? 18 dakika öncesi ve sonrası var, o 18 dakika nerede o zaman? Polisti onlar, resmi polisti hem de. Sivil ve resmi polisti”.
“Ethem’i kim vurdu?” diye soruyor oturanlardan biri.
“Polis” diyor abla Korkmaz ve ekliyor: “Annesi diyor Ethem’in “Benim oğlumun katili korumalarla geziyor, ödüllendirildi”.
Annesinin yanına gidiyoruz tekrardan, sorular boğazımızda düğüm olmuşken başlıyor annesi anlatmaya:
“Allah yaşatmasın onları. Bizim acımızı da başka hiçbir anaya yaşatmasın. Allah gençlerimizi korusun. (Yakasındaki resimleri gösteriyor: Aliş ile Mehmet yan yana) Mehmet yavrum benim Aliş’imden birkaç ay büyük.
Alişimin hayalleri vardı ama kıydılar hayallerine. Engel oldular önüne. Ali nice evlatlar yetiştirmeyi düşünüyordu. Kendisi gibi temiz, dürüst, dostluğu ve barış seven çocuklar yetiştirecekti Ali İsmail ama olmadı maalesef. Olmadı, bırakmadılar. İzin vermediler, o da başaramadı. Kalbine yenik düştü. Kalbi yaralıydı çocuğumun. Kalbini korumak için kollarını kelepçelemiş. Her yeri mosmordu, acımadı yürekleri. İçleri yanmadı vururken. Bırakın beni gideyim demiş, bırakmamışlar.
Biber gazını sıkmışlar, Ali etkilenmemek için yan sokağa geçmiş hemen, kalbi yaralı çünkü. Başına ne geleceğini bilmeden o sokağa geçti annem. Böyle mi olacaktı Ali İsmail’im. Yolumuz bu kadar kısa olmamalıydı.
Onu dövenlerin sivil polis olduğunu söylüyorlar. Bu gün mü akıllarına geldi, Alişim bir şey söyleyemez duruma geldikten sonra mı anladılar polis olduğunu? Oysa o arkadaşlarına demiş zaten, “Başıma cop yedim” diye mesaj atmış.
Bilmedikleri için mi o görüntüleri sildiler, kamera kayıtlarını sildiler habibe?”
Diğer ablası ekliyor: “Vali demiş ki polisler değil de arkadaşları vurmuş Aliş’e. Peki neden kayıtları yok ettiler o zaman?”
O an ablası, annesi, teyzesi ve neredeyse tüm oturanlar aynı soruyu sordular aynı anda: “Neden yok ettiler”?
“Kimse kıyamaz ki Alişime” diye devam ediyor ablası. “Arkadaşları kıyamaz ki Ali’ye.”
“Öldürüp öldürüp suçu halka atmaya çalışıyorlar!” diye ekliyor oturanlardan biri. “Peki ya Ethem’i kurşunlanması, orda kime atacaklar suçu?”
“Nefsi müdafaa diyorlar, nefsi müdafaa değil ki!” diye devam ediyor ablası. “Bilerek, hedef alarak vurdular. Arkadaşları Ali’yi çok severdi. Ali de arkadaşlarını çok severdi. Bir tane iki tane değil yüzlerce arkadaşı vardı. Hangisi kıyar ki Alişime? Kimse kıyamaz ama onlar kıydılar, ama onlar Alişime kıydılar.”
Ali’nin nasıl birisi olduğunu soruyoruz, kardeş gibi büyüyen kuzeninin yanına götürüyorlar bizi. Kuzeninden dinliyoruz Ali’yi:
“Nerden başlayacağımı bilmiyorum ama ben kendimi bildim bileli Ali İsmail ile büyüdüm. Çocukluğum onla geçti, 8. Sınıfa kadar kilomuz bile aynıydı, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Ali, yere çöp atılmasına izin vermezdi. Attığımızda öyle bir konuşurdu ki biz utanarak o çöpü yerden alıp atardık. Doğayı severdi çok, “kirletmeyin” derdi. Mavi kapak atsak çöpe, gidip onu çıkartırdı; “ona ihtiyacımız var” derdi. Ömrü boyunca karıncayı bile ezmemiş birisiydi, nasıl ona kıydılar anlamıyorum ki!
Ben ömrüm boyunca acı çekmemişim. Erkek kardeşim yok, Ali İsmail benim kardeşimdi. Ömrüm boyunca ilk defa böyle bir acı hissediyorum, yaşıyorum. Ben anne, abla değilim; evlat acısı çekmedim. Buna rağmen annesi ve ablasını görüyorum bu bile yetiyor bana. Allahımdan tek isteğim, kimseye evlat acısı çektirmesin.
Ali’ye kimin vurduğunu araştırmak bile istemedim. Aklım almıyor, bir insan bunu nasıl yapabilir; ne demek yani ellerinde sopalarla bir çocuğu dövmek ne demek? O daha çok gençti. Kim yapmışsa Allah’ım kendisine aynı acıyı göstersin; evlat acısı vermesin, evlatlarına acı çektirmesin.
Kaç gündür eylemlere de saldırıyorlar; cenazeyi getirirken, korkarak getirdik Eskişehir’den. Herkes toplandığında bile korkuyoruz polis saldırır diye. Gerçekten adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz o kadar değişti ki her şey. Yazıklar olsun diyebiliyorum sadece. Vali açıklama yapmış: “Bizim polislerimiz böyle yapmaz” diye. Amerika’dan bir turist gelmişti bir ara ölü bulunmuştu. Hiçbir kamera kaydı olmamasına rağmen katilini bir haftada bulmuşlardı. Şimdi o kadar kamera kaydına rağmen suçluları bulamıyorlarsa, biz adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Diyecek bir şey de bulamıyorum ki, yazıklar olsun! Yazıklar olsun diyorum böyle devlete, böyle hükümete.
Teşekkür edip kapatıyoruz ses kayıt cihazımızı. Kucaklayıp uğurluyorlar bizi. Bizi “Ali İsmail Korkmaz” sokakları uğurluyor, duvarlarda yazılı öfke ve sevgi, köy girişinde asılı pankarttaki Aliş uğurluyor. Her gece Armutlu sokakları karşılıyor Aliş’i, Abdocan’ı. Yanan barikatlar karşılıyor, gaz kapsüllerinin geri atılışı, “Hepimiz Ali’yiz, öldürmekle bitmeyiz” sloganları ete kemiğe bürünüp dikiliyor polisin barikatı başına; bir eli sıkılı yumruk, diğer eli zafer işareti aynı Aliş’in elleri gibi. Her gece barikat başında omuz omuza dövüşenler, söz veriyorlar Ali’ye, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”.