Katliam ve kıyımlar insanlık tarihi kadar eskidir. Yaşadığımız coğrafyada da egemenler onlarca katliamın altına imza atmıştır. Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta halkımızın yaşadığı tarifsiz acılara bu sefer de Gazi ve Ümraniye katliamı eklenmiştir.
Bundan tam 26 yıl önce 12 Mart 1995’te İstanbul Gazi Mahallesi’nde bulunan kahvehanelere devlete bağlı kontrgerilla birliklerinin saldırması sonucu Halil Kaya adlı bir Alevi dedesi öldürüldü, 5’i ağır toplam 25 kişi yaralandı.
Saldırının ardından, Gazi Mahallesi’nde toplanarak yürüyüşe geçen halka polis ateş açarak bir kişiyi katletti. Devlet, Alevi-Sünni çatışması yaratmak isterken karşısında devrimcilerin öncülüğüyle direnişe geçen, katilini tanıyan ve doğrudan onu hedef alarak karakollara yönelen bir halk buldu.
Daha da azgınca saldırarak kitle üzerine ateş açıldı. 17 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı. 15 Mart’ta Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde yapılan protestoya polisin ateş açması sonucu burada da 5 kişi yaşamını yitirdi. 12-15 Mart 1995 tarihlerinde herkesin gözü önünde 22 insan katledildi, yaralandı, gözaltına alındı.
Günlerce ülkenin gündemine oturan direnişte, basında da çok net görüldüğü üzere vuranların kim olduğu belli olmasına rağmen, katil polislerden Adem Albayrak’a 4 kişiyi öldürmekten 3.5 yıl, Mehmet Gündoğdu’ya 2 kişi öldürmekten 1 yıl 8 ay ceza verildi. Gazi’de yaşanan bu katliamda sorumluluğu olan dönemin başbakanı Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, Emniyet Genel Müdürü İstihbarat Daire Başkanı Hanife Avcı, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, İstanbul Emniyet Müdürü Nejdet Menzir’in sorumlulukları gizlendi.
Halepçe;
Tarih 16 Mart 1988’i gösterdiğinde Irak’ın eski başkanı, eli kanlı diktatör Saddam Hüseyin’in emriyle Kürt güçlerin denetimindeki Halepçe’ye Irak savaş uçakları tarafından kimyasal bombalarla saldırı düzenlenir. Saldırı sonucunda resmi rakamlara göre 6.357; gayr-ı resmi rakamlara göre 7.000 kadın, çocuk, yaşlı, genç katledilirken 14.763 kişi ise ağır şekilde yaralandı. Halepçe Katliamı, 20. yüzyılın soykırım-katliamlarından biri olarak tarihe geçti.
Katliamdan yaralı kurtulanların bir kısmı İran’a tedavi için gönderilirken göç edebilenlerden bir kısmı da Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldı. Katliam sırasında kullanılan kimyasal gazların etkisi yıllar sonra dahi kendisini göstermektedir. Bu gazlar nedeniyle bugün bile bölgede sakat doğum ya da kısırlık oranları hayli yüksektir.
El-Enfal Harekatı yani “Ganimet” adı verilen saldırıların amacı “isyanı bastırmak” olarak propaganda edilse de gerçekte bağımsızlık talep eden Kürt ulusunun cezalandırılması amaçlanmıştı. Halepçe Katliamı’yla birlikte Irak’ta 200.000’e yakın Kürt katledilirken 1 milyondan fazlası da göç etmek zorunda kaldı.
Katliamın faili Saddam Hüseyin’e kimyasal silah başta olmak üzere diğer silahları sağlayan emperyalist güçler, katliamın diğer sorumlularıdır. Nitekim bir dönem emperyalistlerin bölgedeki maşası olarak başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkına kan kusturan Saddam Hüseyin, vadesi dolduktan sonra bir kenara atılacaktı. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalist güçlerin Irak’a askeri işgali sonrasında yakalanan Saddam Hüseyin idam edildi. Emperyalistler suçlu olarak Saddam Hüseyin’i göstererek kendi ellerindeki kanı temizlemeye çalışmışlardır.
Beyazıt;
41 yıl önce, 16 Mart 1978 tarihinde devlet, NATO ve CIA destekli kontr-gerilla çeteleri, İstanbul Üniversitesi’nden 7 öğrenciyi bomba ve silahlarla katletti. Beyazıt Katliamı toplumsallaşan, örgütlenen gençlik mücadelesini bastırmak için gerçekleştirilmiş bir katliamdı. Gençliğin büyüyen direnişine gözdağı vermek için kontra güçler, CHP’nin hükümetinde devreye girmiş, Beyazıt Meydanı, kanlı bir katliama sahne olmuştur. İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’ndan toplu halde çıkan devrimci öğrencilerin üzerine “Beyazıt komünistlere mezar olacak” sloganları ile devletin kontra güçleri ve sivil faşistler tarafından atılan bomba ve ardından gerçekleşen silahlı saldırı sonucunda Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt isimli öğrenciler yaşamını yitirirken, 41 öğrenci yaralanmıştır.
Devrimci öğrencilerin üzerine bomba atma talimatını bizzat Alparslan Türkeş vermiş, katliamı gerçekleştiren faşistler daha sonra devletin önemli kademelerine hızla yükselerek terfi etmişlerdir! Katliamı gerçekleştirenin Zülküf İsot, patlayıcıları temin edenin de Abdullah Çatlı isimli çetebaşı olduğu bilinmektedir. Beyazıt Katliamı, TC devletinin gençliğin devrimci-demokratik mücadelesi ve direnişinden duyduğu korkuyu gözler önüne sermiştir.
Devlet Koçgiri’de, Dersim’de, Sivas’ta, Gazi’de; Gezi’de, Cizre’de, Sur’da, Suruç’da aynı katliam zihniyetiyle işçi sınıfı ve emekçilerin karşısında oldu.
Hakim sınıflar kimi zaman resmi zor güçlerini kullanırken kimi zaman paramiliter güçlerle “gayri nizami harp” dedikleri yöntemleri kullanmaktadırlar. Bugün hala Alevilerin kapıları işaretleniyor, Cemevleri’nin ibadethane olarak kabul edilmesi şöyle dursun “ticarethane” olarak görülerek aşağılanmaya, yaptırım uygulanmaya devam ediliyor.
Kürtlerin varlıkları bireysel anlamda artık kabul edilirken ancak ulus olarak kolektif hakları gasp ediliyor, hedefe konuyor. Bir avuç asalağın zenginliği için gençler geleceksizlikle yüz yüze bırakılıyor. Dost ve düşman ayrımı tarihsel ve güncel örnekleriyle, mevcut düzende çözülemeyen çelişkileriyle açıkça karşımızda duruyor.
Tersten bir okumayla militarist güçleriyle, mafyasıyla toplumu tahakküm altında tutmaya çalışan faşizmin sopası kimlere değiyorsa bir tarafa ayrılıyor, ortak düşmana karşı mücadele anlayışının zeminini oluşturuyor. Bu denklemi kurmak ortak mücadele gerçekliğine odaklanmak tarihsel bir önem taşıyor. Zira tarihimiz öz savunmamızı, güçlü mücadelemizi yaratamadığımız koşullarda bedeli ağır ödediğimizin örnekleriyle doludur.
Mart ayı katliamlarını unutmadık elbet hesabını soracağız!