27 saatlik uzun ve yorucu yolculuğumuz, Cizre tabelalarının görünmesi ile birlikte sonlanıyor. Cizre girişinde polis akrepleri ve TOMA’lar karşılıyor bizi. TC bölgede 1915’te Ermeni Soykırımı ile başlayan, sonrasında Kürt halkına yönelik sistematik saldırı ile devam eden katliamlarını dağların üzerine kanlı ay yıldızını “nakşederek” taçlandırmaya çalışmış.
Bölgede varlığı bu tip görüntülerinden ibaret olan TC, 9 günlük sokağa çıkma yasağı süresince 23 kişiyi katletti; ancak halkın direnişi ile yine Cizre dimdik ayakta kaldı! Cizre sokaklarına girdiğimizde halkın aldığı güvenlik önlemlerinin katliamın boyutunun büyümesini engellediği gözümüze çarpıyor. Zira polis ve asker keskin nişancıları ile önüne gelirse taramış, her yerde kurşun izleri var. Ancak bu kurşun izleri Cizre’de amacına hizmet edememiş! Devletin halkı sindirme, bölgeden göç ettirme, kimliğini yok sayma amacıyla gerçekleştirdiği saldırılar, halkta direniş ruhunu büyütmeye sebep oldu; yani devlet açısından ters tepti!
Gabar’ında gerillaları, Cizre’sinde direnişçi halkı olan bölgenin bir de çocuk yüzüne bakalım dedik…
Cizre’nin çocukları…
Sokaklarda dolaştığımız her an etrafımızda çocuklar var. Cizre’nin çocukları… Kimisi utangaç, kimisi yaramaz ama hepsi yaşadıklarını anlatma derdinde. Her çocuğun ağzında “Keskin nişancılar şuradaydı”, “Bu evi yaktılar”, “Oradaki ev bizimdi” sözleri var. “Arabam” dediği el arabası ile bizi Cizre’ye ilk vardığımız gün karşılayan küçük bir çocukla ertesi gün Nur Mahallesi’nde kaşılaşıyoruz. Arabasını önce “park ediyor”; sonra başlıyor sokak sokak direnişi bize anlatmaya… Kültür Merkezi’ni gösteriyor bize, “buradan ateş açtılar” diyor, devam ediyor: “Burada da yaşlı amcayı öldürdüler”… Yakılan evleri gösteriyor, diğer çocuklara da gelmelerini söylüyor…
İp atlamaları, sek sek, saklambaç oynamaları gereken çocuklardan Cizre’deki katliamı ve direnişi dinliyoruz. Bir de slogan ekibi oluşturmuşlar aralarında; gittiğimiz her sokakta karşımıza çıkan bu ekip “Biji berxwedana Cizîrê” diyor… Akşam oluyor, çocuklar bir pikapa binmişler; sloganlar eşliğinde mahallelerde geziniyorlar. Sokaklarda öldürülmeden dolaşabilmenin keyfini çıkarıyorlar.
Nasıl çıkarmasınlar ki bu keyfi? Devlet 35 günlük bir bebeğin hanesine bile ölümü yazmışken… Nihat Kazanhan’dan, Baran Çağlı’ya, Cemile Çağırga’ya ve daha onlarca çocuğa… Katledilen bir halkın katledilen çocukları, yaşayan çocuklarını politikleştiriyor, direniş ruhunu kuşandırıyor. Cizre’de çocukların oyunu sloganlar oluyor, güvenliklerini sağlamak için, evlerini, topraklarını korumak için kazma küreğe sarılarak sokak başlarında hendekler açmak oluyor.
Anneler, çocuklarını kaybetmenin derin acısına rağmen çocuklarının direnişi sahiplenmesinden gurur duyuyorlar; bir yandan “barış” derken diğer yandan “direniş” diyorlar… Meseleyi “Çok öldük, daha ölmemek için çoluk çocuk, genç yaşlı direneceğiz” şeklinde özetliyorlar.
Akşam yanında kaldığımız ailenin çocukları ise marş sözlerinin yazılı olduğu kağıtlardan “Herne Peş”i okuyorlar bize… Beraber türküler söylüyoruz, 4 yaşındaki Barış’ımızla halaylar çekiyoruz, 13 yaşındaki Ferhat’ımız bize halaylar söylerken. Çocuklarla beraber direniş türkülerini söyleyip halaylar çekerken Türkiye Kürdistanı’nda çocuk olmanın ne demek olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Burada çocuk olmak demek, var olma mücadelesi demek… Dilin için, kimliğin için, kültürün için ve yaşayabilmek için.