Yunanistan Hükümeti şu sıralar bankalar ve Avrupa Birliği’nin tarafından siyasal bir krizin içine hapsedilmiş durumdadır. Bir yanda SYRİZA’nın vaatleri ekseninde toplanan işçi sınıfı, diğer tarafta ise sermaye gücü ile yakın markajda olan sermaye grupları… SYRİZA hükümeti sürece dair almaya çalıştığı siyasal kararlarla süreci idare etmeye çalışsa da politikanın içeriğindeki denge yasası ekseninde bir hayli kriz yaşamaktadır. Politik olmak dengenin örgütlenmesi demektir. Ancak ne var ki sınıf çelişkisinin uzlaşmazlığı SYRİZA’yı net bir karar alma evresine sürüklemektedir. Diğer bir deyişle safını belirlemesi kaçınılmazdır.
Eğer SYRİZA hükümeti AB bankacılarının taleplerine teslim olur ve kemer sıkma programlarını uygulamaya devam etme konusunda el sıkışırsa Yunanistan on yıllar boyu sürecek bir krizi devam ettirecek. Bu ise aynı zamanda SYRİZA’nın başlangıcının sonu olur.
Ancak Yunanistan eğer direnmeye karar verirse ve AB’den çıkmaya mecbur kalırsa, uluslararası finansal piyasaların dibe vurmasına ve AB’nin çökmesine neden olarak 270 milyar Euro’luk dış borcu tanımaması gerekecek.
AB yönetimi, 2015 yılı Şubat ayı başlarında kemer sıkma politikalarını ve borçları sonlandırmak, ulusal ekonomik ve toplumsal kalkınmada devlet yatırımı doğrultusunda ilerleme perspektifi ile iktidara gelen ancak yakın bir zaman kadar uyguladığı politikalarla Yunan halkına taahhütlerini terk eden SYRİZA ile ilişkilerini pekiştirmeye çalışıyor.
SYRİZA’nın borçalrı ödememesi durumu halinde AB’deki kredi kuruluşları borçlulara dönüş yapacak ve bu durum en azında EURO bölgesinde tetiklenecek bir krizin habercisi olacaktır. Bu bağ çökerse bu durum diğer hükümetlerin kaldırabileceğinin çok ötesinde derin bir etki yaratacaktır. Büyük çapta bir devlet müdahalesi gündeme gelecek ve Yunan hükümetinin finansal sistemin idaresini bütünüyle eline almaktan başka çaresi kalmayacaktır. Bu domino etkisi her şeyden önce Güney Avrupa’da etkisini göstermesi beklenmektedir. Bir ciddi ihtimal de krizin Kuzey’e yayılması ihtimalidir. Eğer yayılırsa “kriz İngiltere’ye ve Kuzey Amerika’ya da taşınacaktır.
Hal böyleyken Yunanistan’ın karşıkarşıya kaldığı alternatif ve çıkmazları anlamak lazım. Bu açıdan geçtiğimiz 30 yıldaki siyasal ve ekonomik gelişmelere kısaca göz atmak gerekmektedir.bu kapsamda 1980-2000 yılları arasındaki Yunanistan-AB ilişkilerine bakmak ve sonrasında Yunanistan ekonomisine AB müdahalesini görmek faydalı olacaktır. Son olarak ta Syriza’nın yükselişini, seçilmesini, AB tahakkümü bağlamında büyüyen teslimiyetçiliğini, inceleyeceğiz.
Yunanistan halkın güncelle hesaplaşması ve tarihsel deneyim
1980 yılında Yunanistan, Almanya’ya tabi bir devlet olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kabul etmişti.
Pan Helenik Sosyalist Partisi (PASOK) lideri Andreas Papandreou’nun mutlak bir çoğunlukla mecliste seçilmesi ile birlikte yerel ve dış politikada radikal değişimler yaşanacağına dair umutlar yükseldi. Bilhassa seçim kampanyası süresince Papandreou, NATO ve AET’den kopulacağı, ABD ile olan askeri üs anlaşmasının yürürlükten kaldırılacağı ve üretimde “toplumsal mülkiyet” üzerine temellendirilmiş bir ekonomi kurulacağı sözünü vermişti. Seçildikten sonra ise Papandreou, derhal AET ve NATO ile birlikte mevcut rejimin sürdürüleceği ve ABD ile olan askeri üs anlaşmasının yenileceği konusunda AET ve Washington’a teminat verdi. Yunanistan halkını “sosyalist” maskesi altında aldatan revizyonizm emperyalizme karşı Yunanistan halkının öfkesini minimize etti.
Hükümet tarafından 1980’lerin başında yaptırılan ve AET’de kalan Yunanistan’ın özellikle ticaretin, bütçenin ve piyasaların kontolünü kaybettiği konusunda orta ve uzun vadeli olumsuz sonuçları belgeleyen çalışmalar, siyasal bağımsızlığını ve ekonomik özerkliği fon transferlerine, kredilere ve AET’den alınan kredilere feda eden Papandreou süreci bu bölgesel uşaklık yaparak yürüttü. Bir taraftan halk kitlelerine toplumsal adalet ve bağımsızlıktan bahsederken diğer taraftan ipleri Avrupalı bankacıların ve Yunan liman ve banka sermayedarlarının eline verdi.
AET, Papandreou’nun sahte retoriğinin tozunu aldı ve Yunanistan’ın ekonomik rekabetçiliğinin iyileştirilmesi için yapılacak olan kalkınma projelerine ayrılan fonları artan tüketime bağlı olarak bir yolsuzluk için yani sermaye sahiplerinin bekası için kullandı.
Maskeli Papandreou ve emperyalizme sarılmak
1980 neoliberal politikalar kapsamında devredışı bırakılan birçok tekelci şirket
1981 ile 1985 yılları arasında Papandreou tarafından finanse edildi ve seçimler öncesinde demokrasi ve refah propagandaları rafa kaldırıldı. Papandreou tarafından bu finanse ediliş politika dengesinde çizginin burjuva sınıfına doğru bir kayışı ifade etmekteydi. Zira politikanın işletiliş biçimi esas olarak sosyal reformizimin politika sahnesinde kendi burjuva sınıfını yaratma çabası olarak görülmektedir. Reformların sosyal harcamalarını arttırmak, ücretleri, emekli aylıklarını ve sağlık teminatlarını yukarı çekmek yapılan ve seçim zaferi olarak kendini gösteren Papandreou hükümeti bu süreçte kendini ıskartaya çıkardı. Elbette sağcı partilerin( doğrudan burjuva sınfını temsil eden) süreçleri gibi sürecin işletilmediği kesindir. Ancak ne var ki politik sahnede refahlar ve yaşam standratları yükselse de ülke ekonomisinin yapılanması hala AET finansmanına, Avrupalı turistlere ve gayrimenkule dayalı rantiye ekonomisine ağır bir şekilde bağımlı vasal bir devlet olma özelliği taşıyordu. Emperyalizme karşı tavır alış mülkiyet ilişkilerine yönelik tavır alış ile paralellik taşımaktadır. Bu kapsamda Papandreou hükümeti emperyalizme yönelik yaklaşımlarındaki bağımlılık hali ülke içinde burjuva sınıfına mülkiyet ilişkilerine yaklaşım ile paralelelik taşıdığında, toplumsal muhalefeti minimize eden ve bu bağlamda burjuva sınıfının bekasını koruyan bir ilişkileniş ile varlığını sürdürdü.
Papandreou, Yunanistan’ın NATO’nun ileri karakol tebaası olma, ABD’nin Ortadoğu ve Akdeniz’e askeri saldırıları için askeri bir platform olma ve Almanya ve kuzey Avrupa’da imal edilen ürünlerin pazarı olma rolünü iyice pekiştirmiş oldu.
Ekim 1981’den Temmuz 1989’a kadar Yunanistan’da üretkenlik durgunlaşırken tüketim yükseldi; Papandreou 1985’te AET fonlarını kullanarak seçimleri kazandı. Bu sırada Yunanistan’ın Avrupa’ya borcu iyice uçtu…
PASOK’un kısa vadeli reformları ve stratejik kölelik
PASOK, hükümet içerisinde ya da dışında NATO-AET deli gömleğini giyerek sağcı muhaliflerin (Yeni Demokrasi) ayak izlerini takip ettiğini açıkladık. Yunanistan kişi başına düşen askeri harcamada NATO ülkeleri arasında en üst sırada olmayı sürdürdü. Sonuç olarak, bir yandan parti devletinin siyasal araçlarını genişletirken diğer yandan kısa vadeli toplumsal reformları ve büyük ölçekli, uzun vadeli yolsuzlukları finanse edebilmek için kredi kullanarak borçlandı. İşte bu süreç esas olarak Yunanistan krizinin temellerinden birisidir.
Açık bir şekilde neoliberal olan Başbakan Costas Simitis’in 2002’deki yükselişiyle PASOK rejimi zimmetine para geçirmeye başladı, Wall Street yatırım bankalarının yardımıyla bütçe açığındaki hükümet verileriyle oynadı ve Avrupa Para Birliği’ne üye oldu. Avro’ya geçen Yunanistan’ın Alman maliye bakanlığı ve bankaları tarafından domine edilen Brüksel’deki seçilmemiş Avrupalı memurlara olan finansal bağımlılığını giderek derinleştirdi.
AB Yunanistan orta sınıfının kendi “müreffeh Avrupalılar” illüzyonunu yaşamalarını salık verdi çünkü birikmiş borç ve krediler kanalıyla yapılan kararlı baskıyı onlar muhafaza ediyordu. Büyük ölçekli banka dolandırıcılıkları arasında eski Başbakan Papandreou’nun ofisine kadar ulaşan üç yüz milyon avroluk skandal da bulunuyordu.
2008’deki krizin hemen öncesinde dahi AB, özel bankacılar ve borç veren kurumlar Yunan siyasetinin parametrelerini belirliyordu. Kriz Yunan devletinin kırılgan temellerini ortaya çıkardı ve Avrupa Merkez Bankası’nın, IMF’nin ve Avrupa Komisyonu’nun (Troyka) doğrudan ve yavan müdahalelerine sebep oldu. “Kurtarma paketi”ne koşul olarak ekonomiyi harap eden, ağır bir bunalımın fitilini ateşleyen, nüfusun hemen hemen yüzde kırkını yoksullaştıran, gelirleri %25 oranında ve işsizliği de %28 oranında düşüren “kemer sıkma politikaları” dikte edildi.
2009 ile 2014 yılları arasında 30 tane genel greve imza atıldı. PASOK ve Yeni Demokrasi bu süreçte AB’yi kontrolü ele almaya davet ettiler. . Troyka, daha sonra Alman, Fransız ve kapitalistleri Yunan bankalarına geri ödenmek üzere Yunan vasal Devleti’ni fonladı (“kurtarma paketi”). Borç ödemelerinin akışının sağlanması için alınan kemer sıkma politikalarının faturası ise Yunan halkına çıkarıldı.
Emperyalist kapitalist sistemin kolonlarını sarsan ekonomik siyasal krizi Avrupa’nın en zayıf halkları olan Güney Avrupa ve İrlanda’da yankılandı. Almanya ve Fransa gibi güçlü devletlerin yatırımı, ticareti, mali ve finansal politikaları açıkça ve doğrudan kontrol edebildiği gerçeği Avrupa Birliği’nin hiyerarşik olarak gerçek dokusunu su yüzüne çıkarmış oldu. Sermaye olarak en güçlü olan ülkelerin dahi sarsıldığı bir süreçte geri bıraktırılmış ülkeler
Yunanistan’ın en çok övündüğü AB “kurtarma paketi” aslına bakılırsa derin yapısal değişikliklerin dayatılmasının bir mazereti niteliğindeydi. Ülkenin tüm stratejik ekonomik sektörlerin kamu sektörünün elinden çıkartılmasından ve özelleştirilmesinden tutun da borç ödemelerinin kalıcılaştırılması; gelir ve yatırım politikalarının dışarıdan dikte edilmesine varıncaya dek birçok şeyi içinde barındırıyordu bu durum. Sömürgeleştirilmenin en yalın hali bu şekilde görülürken Suriye ekonomisinin iplerinin emperyalizm elinde oluşu Yunanistan halkının öfkesini perçinlemiştir.
’Yunanistan’a İllüzyon ve sonu
Yunanistan hakim sınıfları 5 yıldır boyunca kemer sıkma politikalarını (işten çıkarmalar, bütçe kesintileri, özelleştirmeler) “kısa dönemli ağır bir ilaç olduğunu, borçların azalmasına yakın zamanda öncülük edeceğini, bütçeyi, yeni yatırımları, büyümeyi ve iyileşmeyi dengeleyeceğini” ileri sürüyorlardı. Yunanistan emekçilerinin sırtına yüklenmek istenen krizin bir metot olan bu durum esas AB tarafından ortaya konulan bir politikaydı.
Ancak bu politikanın sonucu kendini borçların artması olarak gösterdi. Ekonomik sarmal düşüşünü sürdürdü, işsizlik katlandı, bunalım derinleşti. Kemer sıkma esas olarak AB’li emperyalistlerin daha fazla zenginleşmesi hedefini güdüyordu.
Tüm bu politik süreç Yunanistan’da gençler (16-30 yaş) arasındaki işsizlik oranının %55 olmasına , 300.000 haneye elektrik kesintisi yapılmasına ve büyük ölçekte bir dışarıya göç (175.000) bulunmasına neden oldu. AB ise kamuoyuna bu politikanın kurtarıcı olduğunu önce duyurdu ancak sürecin krizi derinleştirdiği görünür olunca politik başarısızlığı Yunanistan hükümetine verdi. Ancak bilinmektedir ki “kemer sıkma politikaları” emperyalistler ve onun uşakları tarafından tam bir başarıya dönüştü.
Politik zemin ve çelişkiler üzerinden SYRİZA’nın yükselişi ve düşüşü
Yunanistan açısından bir özet süreç olan bu anlatımlarımız aynı zamanda SYRİZA’nın gelmiş olduğu politik evreyi tanımlamaktadır. Her şeyden önce bardağın taştığı son damladan öte bardağın dolduran suyun varlığı da bir o kadar önemlidir. Bu sürece kadar bahsettiğimiz ekonomik ve siyasal evre Yunanistan halkının birikimidir.
SYRİZA’nın ortaya koyduğu politik vaatler SYRİZA’nın dizisinin radikal başlangıcıdır. Ancak ne var ki reformizimin karakteri gereği tarihsel deneyimlerle dolu olan Yunanistan’da SYRİZA’ya yaklaşımda sosyalizm nağmelerinin okunması çok acele ve apolitik bir yaklaşım olur. Her orak çekicin komünist partisi olma algısı üzerinden SYRİZA’ya atfedilen değer şaşırtmaktadır.
SYRİZA genel olarak bir toplumal çelişkinin seçkinliğidir. Kurtarıcı sosyal pratiği bulunmamaktadır. Syriza‘nın siyaseti kısmen, seçmenlerinin bu muğlak dilimini yansıtıyor. Buna karşılık Syriza ayrıca radikal işsiz gençlerin ve “Avrupa” ile tanımlamayan emekçilerin de oylarını topladı. Syriza beş yıldan az bir zaman diliminde kitlesel bir seçim partisi olarak ortaya çıktı ve destekçileri ve liderliği yüksek derecede bir heterojenliği yansıtıyor.
Ancak ne var ki özellikle’de Türkiye’de siyasal reformizmin algılardaki bulanık hali SYİRZA’yı sosyalist çıtaya çıkardı ve bunu nbir zafer kutlamalarına dönüştürdü. SYRİZA’nın iktidara gelmesi ile birlikte hayata geçirdiği kamu düzenlemesi önemlidir. Ancak bir mülkiyet değişiliğine gittiği söylenemez. SYRİZA’nın mülkiyet ilişkilerine yaklaşımı ve buna dair politik tasarrufları sonun niteliğini tanımlar. Ancak ne var ki AB’den kurtulmak için Rusya’ya yanaşmak gibi bir yandan bir yana savrulmak yaklaşımı onun niteliğini gösterir. Yunanistan için emperyalist bağımlılık halini bir başka emperyalist devlet ile ilişkileniş ile gidermeye çalışan SYRİZA gelinen noktada onu sosyalist çıkataya çekenleri affalattı diyebiliriz. Syriza her şeyden önce 2015’teki seçim zaferinin ardından özgün programından radikal yapısal değişiklikleri (sosyalizm kavram ve yaklaşımları) çıkarıp atmaya başladı ve Yunan iş dünyasının çıkarlarıyla uzlaşmayı hedefleyen tedbirlere uyum sağladı. Çipras Almanya tarafından domine edilen Avrupa Birliği ile “bir anlaşma müzakere etmek”ten bahsediyordu. Çipras ve Maliye Bakanı borcu, yerine getirilecek yükümlülükleri ve reformların %70’ini yeniden müzakere etmeyi teklif etti! Anlaşma imzalandığında tamamıyla zaten teslim olmuşlardı. Emperyalistlerle ilişkide SYRİZA politik yaklaşımı değil siyasal yaklaşımı esas edindi. Bu durum ise dünya nezdinde emperyalistlerle diplomatik ilişkiyi değil daha çok organik ilişkiyi yarattı. Bu ise bağımlılığın devamı anlamına gelmektedir. Toplamda ise ülke içi emperyalistler bağlara dayalı olarak mülkiyetin, sermayenin devamı, mülkiyet ilişkilerinin bekası esas alındı.
Her şeyden önce Yunanistan’ın borcu Yunan halkının borcu değildir. Emperyalistlerin ve onun yerli uşaklarının kendi aralarındaki hesaplardan oluşan bu açık biçimde gayrı meşru bir borçtur. Yunanistan hâkim sınıflarının emperyalist politikalardan oluşan açık borcu Yunanistan işçi ve emekçilerine yamanmaktadır.
Ancak Syriza borçlar hususunda AB’li emperyalistlerle “müzakerelerin” başından itibaren ne borcun meşruluğunu sorguladı ne de borcu ödemesi gereken belirli bir sınıf ve/veya kuruluşu işaret etti.
İkincisi, Syriza “kemer sıkma” politikalarıyla uğraşırken bu politikaları dayatan Avro organizasyonları ve AB kuruluşlarını sorgulamıyor.
Başlangıçtan beri Syriza AB üyeliğini kabullendi. “Realizm” maskesi altında Syriza hükümeti borcu veya borcun bir kısmını ödemeyi kabul etti.
AB Syriza’nın iktidara gelmesinden bu yana yakın markajdan bir an olsun geri adım atmadı. Bu ise esasta SYRİZA’nın politikaları ile ilgilidir. AB ise bu sürece kadar SYRİZA’dan şu taleplerde bulundu;
1- Kayıtsız şartsız teslimiyet
2- Önceki vasal koalisyon parti rejimlerinin yapısının, pratiklerinin ve politakalarının sürdürülmesi (Pasok-Yeni Demokrasi)
3- Toplumsal reformların rafa kaldırılması (asgari ücretin arttırılması, emeklilik, sağlık, eğitim ve işsizlik ödeneklerinin arttırılması)
4- “Troyka” tarafından formüle edilen sıkı ekonomik direktiflerin ve gözetimin izlenmesi
5 -2015-2017 yıllarında bütçe fazlasının ekonomik hasılatın yüzde 4.5’i olması mevcut hedefinin korunması (Aktaran: James Petras 5 Nisan 2015)
Bugün AB SYRİZA’ya gözdağı vermek için; mevcut ve gelecekteki tüm kredi olanaklarını ansızın kesmekle ve kredileri geri çağırmakla, yardım fonlarına ulaşımı sonlandırmakla ve Yunan banka bonolarına –yerel işlere finansal kredi sağlayan- destek çıkmayı bırakmakla tehdit etti.
Bu kapsam da emperyalistler SYRİZA’nın mevcut reformist çizgisini terk etmesini istemekte ve böylesi bir yabancılaşma ile entegrasyonunu istemektedir. Vaatlerine ihanet eden Syriza, öfkeli kitle gösterileriyle yüzleşecektir. SYRİZA ise AB’nin bu politikalarına karşı Rusya ile yakın ilişkiler sağlamaktadır. Bu kapsamda SYRİZA’nın Yunanistan’ın ekonomik siyasal krizlerini çözmek adına yeni finansal alanlar arama çabası bir kurtuluş olarak görülmemeli. Bu süreç Yunanistan emperyalistlerle ilişkilerinde yeni bir evreyi işaret etmektedir.