Özellikle son yirmi yılda, savaş strateji ve taktiklerinde önemli değişimler yaşandı. 1990’ların başında yaşanan Körfez Savaşı, bu açıdan bir dönüm noktası kabul edilebilir. Ancak 2000’lerin başlarında iyice yaygınlaşıp hakim hale gelen bu değişimler, kara kuvvetlerinin harekatlarının etkisinin zayıflamasına paralel hava kuvvetlerinin stratejik önemini artırmasıyla karakterize olmuştur. Özellikle dron, füze ve uydu teknolojisinin gelişmesiyle, düzenli ordular daha fazla profesyonelleşirken; askerler adeta birer tekniker, mühendis, hacker, bilişim uzmanı vb.ye dönüşebiliyor. Savaş stratejileri ve taktiklerinde köklü değişimler yaratan yeni teknoloji, politik-askeri dengelerin de merkezine yerleşmiş durumdadır.
Rusya’nın Ukrayna işgalinde de öne çıkan, füze ve dronların taktiksel üstünlüğünü, İsrail Devleti’nin Gazze ve Lübnan saldırılarında da gördük. Askeri uyduların eşlik ettiği dron ve füze teknolojisi, çok geniş bir alanda görsel takibi de mümkün kıldığından dolayı, istihbaratın elde edilme biçimlerinde büyük değişimler yaşanmıştır. Bütün orduların gücü artık füze ve dronlarla ölçülmeye başlandı. İran Devleti veya Kuzey Kore gibi devletler, gövde gösterilerini artık füzelerle yaparken; Rusya veya ABD gibi devletlerse gözdağını ve çaydırıcılığı füze ile dronlarla verebiliyor. Günümüzün en güçlü sayılan düzenli orduları, on bin kilometreye varabilen füzelerle caydırıcılıklarını öne çıkartırken; bu teknolojik rekabet uzaya taşınmış durumda.
Yaklaşık 20 bin uydunun bulunduğu dünya yörüngesindeki yüzlerce askeri uydu, düzenli orduların elektronik teknolojisiyle donanım düzeyini gösterirken; tarihin en etkili/hızlı merkeziyetçi örgütlenme ve mekanizmalarını mümkün kılmıştır. Kıtalar arası füzelerin hareketini de mümkün kılan askeri uydular, anlık ve sürekli görüntü alma yoluyla tarihin en gelişkin, hızlı, etkili istihbarat ağının oluşturulmasında da merkezi bir öneme sahip olmuştur. Dünyanın her bölgesinde konum tespiti yapabilen bu uydular, bazı elektronik cihazların kullanıcılarını takip edip imha edilmesine yarayan yeni taktikler geliştirilmesini sağlamıştır. Ortadoğu’da da sıkça kullanılan bu taktikler, direniş örgütlerini farklı ve yeni taktikler geliştirmeye zorlamıştır.
Füze ve dron teknolojisi, sadece düzenli orduların değil, Hamas, Lübnan Hizbullahı, Kürt ulusal özgürlük hareketi (KUÖH) gibi hareketlerin strateji ve taktiklerinde köklü değişimler yaratmıştır. Bu örgütler bir taraftan dron ve füze teknolojilerini -düzenli ordulara nazaran daha kısıtlı biçimde- kullanırken; bilişim teknolojilerine ayak uydurarak, hacker komiteleri, dron eğitimleri vb. alanlarda açılımlar yapılmıştır. Ortadoğu’da en fazla roket ve füzeye sahip örgütlerden bazısı olan Lübnan Hizbullah’ı ile Hamas, 40 kilometreye varan roketleri kendileri yapabiliyor. Bu sayede -7 Ekim’deki saldırıda olduğu gibi tek seferde 5 bin roketi aynı anda ateşleyip- İsrail Devleti’nin demir kubbesini delerken; İsrail ordusu askerlerine dronlu saldırılar düzenleyerek psikolojik bozgun yaratabiliyorlar. Yeni teknolojilere ayak uydurmaya çabalayan bu örgütler, interneti de etkili kullanırken; bu yeni teknolojilerden kendilerini nasıl koruyabileceklerine dair sürekli güncelleme yapıyorlar.
Lübnan Hizbullah’ı ve Hamas’ın MOSSAD’ın elektronik takibinden kurtulmak için kullandığı eski teknoloji çağrı cihazları uzun süre işe yaradıysa da, içlerine yerleştirilen 56 gramlık patlayıcılarla bir anda patlatılmaları sonucu, bu yöntemin yerini daha etkili yöntemlerin alacağı malum. Bu örgütler yeni teknolojilere karşı kendilerini sürekli geliştirdiklerinden dolayı, henüz düzenli ordularda bile, stratejik etkileri çok geniş çerçevede öngörülemeyen dron ve füze teknolojilere karşı da kendilerini görece koruyabilecek yöntemler geliştirmişlerdir.
Gerilla savaşında tünel taktiği
Bu örgütler, dron ve füze teknolojisini daha etkili kullanabilmek için uğraşırken, bu teknolojiye karşı kendilerini çeşitli taktiklerle korumayı öğrenmişlerdir. Bunlardan en önemlilerinden birisinin tünel sistemi olduğu söylenebilir. Hamas, Hizbullah, KUÖH gibi örgütlerin çok geniş tünel ağları bulunuyor. Bu tüneller etkili bir savunma alanı yaratırken, askeri uydular ve İnsansız Hava Araçları’nın (İHA) görüş alanından çıkarak, pek çok askeri etkinliklerini gözlerden ırak gerçekleşmesini sağlayabiliyor. Bu tünellerin çok geniş ve karmaşık ağlara sahip olması dolayısıyla, deşifre olan giriş veya kollarının bombalanması durumunda bile tünel taktiği tümden başa çıkartılamıyor. Ayrıca yumuşak (kumlu) toprağa sahip Filistin’de olduğu gibi yıkılan tüneller hızla yenilenebiliyor.
Bu tünel ağları, askeri faaliyetin dışında, sınır bölgelerinde insan ve mal geçişlerinde de etkili şekilde kullanılıyor. Bu durum kuşatma ve ambargolara karşı etkili bir taktik olarak tünellerin sürekli yenilenmesini gerektiriyor. Bir gerekliliği sosyal tabanlarıyla hızla yerine getirebilen bu örgütler, Gazze ablukasında olduğu gibi tabanlarını konsolide edip insan/militan akışını güçlendirmeyi başarabiliyor. Bu sayede tünellerin güvenliği ve sürekliliği sağlanabilmekte; böylece düzenli orduların dron ve füze teknolojilerine karşı süreklileşen etkili savunma mümkün olabilmektedir.
Tünel taktiğinin başarısında başka etkenlerin de olduğu malum. Bahsi geçen üç örgütün, geniş bir sosyal tabanının bulunmasını özellikle vurgulamak gerek. Hem şehirlerde hem kırsalda geniş bir tünel ağını mümkün kılan bu halk desteği, sosyal alanı denetleyip yeniden üretimine müdahil olma dolayımıyla elde edilen sosyal gücün, ekonomik-politik-askeri güce dönüştürülmesi stratejisi ekseninde büyütülmesiyle tünel taktiği daha etkili olabiliyor. Halkın evlerini yoğun şekilde kullanan bu örgütler, düzenli orduların geliştirdiği sığınak delici füzelerden korunma taktiğini de halk desteğine yaslanarak geliştiriyor. Büyük binaların altına da tünel ve sığınak inşa eden bu örgütler, yeni teknolojik füzelerden görece kaçınma olanağı buluyor. Dik bir açıyla uçak ya da drondan atılan sığınak delici füzeler, binanın üst katından zemine doğru giderken birkaç defa patlayan düzeneklerden oluştuğundan dolayı büyük bir binanın tüm katlarını imha edebiliyor. Ancak derine kazılmış bir tünel, bu füzeyi boşa çıkartırken; Kuzey Irak’ta olduğu gibi büyük kayalar savunma kalkanı oluşturabiliyor. Her durumda halk desteğinin varlığı, düzenli orduların hareketini kısıtlarken, şehirlerdeki güçlü halk desteği, nokta istihbaratı gerektiren füzelerin kullanımını sınırlandırabiliyor. Halk desteğinin genişliği yeni militan sağlayarak, bu örgütlere yeni kan akışını mümkün kılarken, loijistik ve istihbarat desteğinin süreklileşmesini ve militanların şehirlerde bile sudaki balık gibi gizlenmesini ve hareket etmesini sağlayabiliyor.
Tünel taktiğinin başarılı olmasında cephe gerisinin varlığının önemli payı olduğu söylenebilir. Bu cephe gerisinde, insan kaynaklarını yenileyip yeni militanlarını, kadrolarını eğiten direniş örgütleri, istihbarat kaynağını da bu alanda güçlendirebiliyor. Lojistik ihtiyacını önemli oranda karşılayabilen cephe gerisi, dış kamuoyu desteğinin de önemli bir kısmını karşılayan etkili bir alan olabiliyor. Hamas ile Lübnan Hizbullahı, bölge devletlerine yaslanırken; bölgedeki diğer direniş gruplarıyla da ittifaklar kurarak cephe gerisini sürekli güçlü kılabiliyor. Bütün komşu ülkeleri birer cephe gerisine dönüştürebilen bu örgütler, bölgesel etki yaratarak bölgesel güç dengelerini de etkileyebiliyor. KUÖH ise dört farklı parçaya bölünmüş olmanın yarattığı dezavantajı, güce çevirerek, her parçayı öteki parçaların birer cephe gerisi haline dönüştüren stratejik atılımıyla, çok hızlı bir şekilde güçlenebilmişti. Her üç örgüt de daha sıkı denetim, hızlı/etki saldırı sağlayabilen yeni teknolojilere karşı böylece kendilerini savunabilmiş ve güçlenme ivmelerini korumuşlardır. Bu sayede sınırların düzenli ordularla yarattığı kısıtlayıcılığı, avantaja çevirip sınırları aşan tünel sisteminin etkinliğini cephe gerisi dolayımıyla artırabilmişlerdir. Yeni dünyanın yeni savaş düzenine uyum sağlayabilen örgütler, düzenli ordulara kafa tutabilmektedir!