Çin, 2013 yılında başlattığı Kuşak Yol Projesi ile, bölgesel ve küresel ticaret yolları daha fazla gündem olmaya başladı. Zenginlik ve gücün ana kaynakları arasında bulunan metanın üretilmesi yetmemektedir.
Aynı zamanda metanın dolaşım ve tüketim sürecini de tamamlayarak üretim döngüsünün sürekliliği sağlanmalıdır. Bu açıdan ticaret yolları ulaşım sürecinde hayati öneme sahip olup, sınıflı toplumlar tarihi boyunca savaşların da ana nedenleri arasında yer almıştır.
Artı değer sömürüsünün oranı ya da pazar alanı/payı ne kadar büyük olursa olsun, ticaretin yani dolaşım sağlanamadığı sürece, güç ve zenginlik temerküz etmez. Bu çerçevede başta tarihi İpek Yolu ile en önemli deniz ticaret yollarının, daima, emperyal devletler arasındaki gerilimin merkezinde yer aldığı söylenebilir. Günümüzde yeni oluşturulan ya da güncellenen ticaret yollarında, küresel ve bölgesel iktidar blokları arasındaki dengelere ve ilişkilere göre biçim alıyor. Her devlet bu pastadan pay alma yarışına girerken, bazısı küçük ama “kendisine ait” yolları inşa etmeye yöneliyor.
Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, 22 Nisan’daki Irak ziyareti sırasında Kalkınma Yolu Projesi için Irak Hükümeti ile anlaşmaya varıldı. Bu antlaşmaya göre Basra Körfezi’nin kuzeyindeki Pav Limanı ile Türkiye-Irak sınırındaki Ovaköy arasında tren ve karayolu yapılarak; bu yolların Londra’ya kadar kesintisiz ulaşmasının sağlanması ve böylece Hindistan’dan Basra Körfezi yoluyla Avrupa’ya malların daha hızlı taşınması hedefleniyor. Katar ile BAE’nin de finans sağlayacağı bu anlaşmaya ana akım medya, Çin devletinin Kuşak Yol Projesi, tarihi İpek Yolu ya da Husi saldırıları sonrası yeniden gündeme gelen Umman Denizi Ümit Burnu-Güney Atlantik deniz hattıyla karşılaştırıp duruyor.
Bütün projelere üstün tutulan Kalkınma Yolu Projesi’nin ticari yanları kadar, elbette siyasi yönleri de bulunuyor. Ticaret ve enerji yollarından daha fazla pay almak isteyen TC Devleti, bu dolayımla PKK ve PKK’ye destek veren KYB’yi (Kürdistan Yurtseverler Birliği) yani Talabani Aşiretini de sıkıştırmak istiyor. Ancak her iki amacına ulaşmasının önünde büyük engeller olduğu ve bu projenin etkisinin çok sınırlı kalacağının yanısıra sağlam temellere oturamadığı gerçekliği ana akım medya tarafından gözden kaçırılıyor.
Kalkınma Yolu Projesi’nin ana güzergâhının başlangıç noktası Hindistan olup Pakistan’ın karasularından Basra Körfezi’ne uzanıyor. Basra Körfezi’nin yaklaşık yarısı İran’ın egemenliğindedir; yanı sıra körfezin, Umman Denizi’ne açılan geçidi (Hürmüz Boğazı) de İran devletinin egemenliği altındadır. Basra Körfezi’nin girişinde yer alan Pakistan 2017’de, Hindistan 2017’de, İran ise 2021’de Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne üye oldular.
Her üç devlet, TC devleti ve ABD’nin üyesi olduğunu NATO’nun karşı kutbunda yer alan ŞİÖ’de konumlanmıştır. Bu durum, küresel bir gerilimde, Kalkınma Yolu’nun çökme potansiyelini yaratıyor. Hindistan ya da İran devletlerinden birisinin veto etmesi durumunda yol işlemez hale gelecektir; sırf İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması bile yolun tıkanmasına yetecektir.
1990’larla birlikte ticaretteki iki kutupluluk ortadan kalktı ve her iki küresel hegemon blok çok farklı politik, ekonomik, askeri ilişkiler geliştirdi. Yine de ŞİÖ ile NATO arasındaki gerilimin artması durumunda pek çok devletin safı ve tavrı bellidir. Hindistan ve İran’ın tavrını tahmin etmek zor değil. ŞİÖ’ye üye olmakla, böylesi bir gerilimde alacakları tavrı şimdiden ilan etmiş oldular. Elbette dengeler değişir; dengelerle birlikte devletler saf değiştirebilir ama bu olasılık şu an daha zayıftır. Bu durum TC devletinin büyük önem atfettiği Kalkınma Yolu’nu çok riskli/kırılgan bir fay hattı üzerine inşa etmeyi göze aldığını gösteriyor.
Kalkınma Yolu’nda ısrar, Kürde düşmanlıkla orantılıdır
Böylesi riske rağmen bu yolun hayata geçirilmesinde TC devletinin kuruluş temellerinden birisi olan Kürtlerin zayıflatılması refleksi/politikası, oldukça etkilidir. Zaten Erdoğan’ın Irak ziyaretinin asıl amaçlarından birisi 2019 yılından beri süren Kuzey Irak askeri operasyonlarının siyasi ayakla güçlendirilip PKK ve KYB’nin zayıflatılmasıdır.
Onca çabaya rağmen, antlaşma metnine PKK’nin “terör örgütü” olarak geçirilmesini sağlayamayan Erdoğan, “Yasaklı Örgüt” ibaresi ile yetinmek zorunda kaldı. 2019 yılından beri yaygın üs ve sürekli operasyonlarla PKK’nin Irak Kürdistanı’ndaki hareket alanını daraltan TC ordusu, hala istediği sonucu elde edemediği gibi Rojava’da YPG’nin güçlenmesini ve ABD’nin YPG’ye verdiği desteği de engelleyemedi.
Yanısıra Kuzey Irak’ta KYB’nin PKK ile işbirliğini de engelleyemeyen TC devleti, Irak hükümetini devreye sokup hedeflerine ulaşmaya çalışıyor. Irak devleti Şiilerin eline geçse de, cumhurbaşkanının Kürt oluşu, Iraklı Arapların Kürtlerle yeni bir savaşı göze almayışı, TC devletinin Kürtleri bahane edip sürekli Irak sınırlarını ve egemenlik alanını ihlal edişinin yarattığı rahatsızlık dolayısıyla TC devleti ile Irak devletinin sık sık karşı karşıya gelmesi gibi sebeplerden dolayı TC devletinin bu hedeflerine ulaşması zor görünüyor.
Yanı sıra PKK sadece askeri varlığını değil politik, ekonomik ve sosyal gücünü de Irak Kürdistanı’nda büyüttüğünden dolayı, TC ordusunun askeri operasyonlarının etkisi sınırlı kalıyor. Bu sınırlı etki, askeri operasyonların süresini uzatırken, TC devleti ile Irak devleti arasındaki gerilim de büyümeye devam ediyor. TC devleti, işte bu gerilimi azaltmak ve Irak’taki askeri varlığına meşruiyet kazandırmak için de Kalkınma Yolu Projesi’ne girişmiştir. Bu proje aracılığıyla, yolu korumak bahanesiyle askeri müdahalesine bölgesel ve küresel boyut da kazandırma niyetindedir.
Ancak Kürtlerin de küresel boyutlu diplomasideki başarılarına bölgedeki politik gücünü artırması eklenince, TC devletinin hedeflerine ulaşma olasılığının çok zayıf olduğu söylenebilir. TC devleti, Kürtlere demokratik haklarını vermeme konusundaki ısrarını, devletin kuruluşundan beri sürdürdüğünden dolayı, Filistin halkını savunurken bile samimi bulunmayabiliyor.
Kürtlerin adını/varlığını bile inkâr edip, asimilasyon politikasını derinden uygulayan TC devletinin geçmişin bir özeleştirisini vermeden, Kürtlere yönelik zayıflatma politikasına bölgesel ve küresel destek bulabilmesi zordur. TC devleti, bu açıdan NATO’daki konumunu kullanıp devletler arası hukukta önem kazanmak ve küresel/bölgesel ticaret-enerji yollarında merkezi yer edinerek bu hukukunu güçlendirmeyi hedefliyor. Bu dolayımla Kürtlere yönelik baskılara en azından onay almayı umuyor gibi görünüyor. Bu çerçevede de Kalkınma Yolu Projesi’ne büyük önem atfedilip, oldukça abartılıyor.
TC, bu proje ile yetinmeyip NATO’ya yanaşan Ermenistan ile birlikte Zengezur Yolu Projesi’ne de hazırlık yapıyor. Ermenistan Paşinyan hükümetinin sıcak mesajları ile, TC hükümetinin Ermenileri sahiplenen mesajları bu sürecin ürünüdür. TC hükümeti hem bölgesel ticarette daha aktif rol almak hem NATO’daki etkinliğini artırmak suretiyle hareket alanını ve meşruiyetini geliştirmeyi hedefleyerek, iç siyasetteki sorunlarını özellikle seçim yenilgisini örtüp, dış siyaseti gündemleştirmeye çalışıyor. Ancak Zengezur Yolu da Kalkınma Yolu gibi “fay” hattındadır!
Kalkınma yolu projesinin tarihi Kızıldeniz yoluna alternatif ya da rakip olması mümkün görünmüyor.
Kuşak Yol Projesi ve Çin’in yükselişi
Bu deniz yolu yaklaşık 5 bin yıldır, dünyanın en önemli/büyük ticari-deniz yollarından birisi iken, Süveyş Kanalı’nın açıldığı 19. yüzyıldan beri de dünya ticaretinin ana omurgalarından birisini oluşturuyor. Çin devletinin 2013’te başlattığı Kuşak Yol Projesi çerçevesinde bu yolun Güney Çin Denizi, Umman Denizi ve Akdeniz ile entegrasyonunun sağlanıp yeni liman ve tren yolları dolayımıyla hızlandırılması hedefleniyor. TC devletinin öve öve bitiremediği Kalkınma Yolu Projesi’nin maliyeti 17 milyar dolar iken Çin devleti sırf Pakistan’daki ulaşım alt yapısının Kuşak Yol Projesi’ne entegrasyonu için 50 milyar dolar ayırmıştır. Böylesi geniş altyapılı bir ticaret yoluyla TC devletinin rekabet etmesi mümkün değildir.
Kuşak Yol Projesi, Asya’nın kuzeyi, ortası ve güneyini, doğu-batı istikametinde geçecek üç kuşaktan/yoldan oluşuyor. Her kuşak için, Çin’den Avrupa’ya uzanan kara, tren ve deniz yolları birbirine entegre edilerek meta dolaşımının hızlandırılması, ulaşım maliyetlerinin azaltılması ve böylece rekabet gücünün artırılması hedefleniyor.
Tarihi İpek Yolu güzergâhı olan Kuzey Kuşağı ile Orta Kuşak (Sincan-Orta Asya-Avrupa) ile Güney Çin Denizini, Kızıldeniz dolayımıyla Akdeniz’e bağlayan Güney Kuşak tamamlanınca, dünyanın en büyük ve en hızlı ticaret yollarından birisi olacak. Zaten Güney Kuşağını oluşturan Kızıldeniz hattı, şu anda bile belki küresel ticaretin yaklaşık % 10’unun (2.4 trilyon dolar) gerçekleştiği bir ticaret yoludur.
Çin devletinin ekonomik gücünün yanı sıra küresel bir emperyal güç olarak politik-askeri açıdan da öne çıkması, küresel ticaret yollarındaki hakimiyetini güçlendiriyor.
ŞİÖ’yle birlikte Çin devleti, özellikle son 20 yılda ABD ile AB emperyalistlerinin pek çok nüfuz alanını ele geçirdi ve pazar alanını genişletip derinleştirdi. “Arka bahçe”sinde bile zayıflayan ABD, Çin devletini kuşatıp zayıflatmak için, Trans Pasifik Ticaret Antlaşması, AUKUS ve QUAD gibi antlaşmaları imzaladı. Ancak hala sıkıştırma ya da kuşatma stratejisi işe yaramış gibi gözükmüyor. Bu çerçevede şu an, Çin devletinin Kuşak Yol Projesi’ne karşı güçlü bir rakip gözükmüyor.
ABD’nin Hindistan, Suudi Arabistan, İsrail ve Yunanistan hattı üzerine kurmayı planladığı ticaret yolu, İsrail’in Gazze katliamı vesilesiyle askıya alındıysa da bu yolun Kuşak Yol’a rakip olması zordur; dahası, TC devletinin Kalkınma Yolu Projesindeki riskleri barındırıyor. ABD, bu projeyi İsrail siyonizminin Körfez’deki Arap devletleri ile barışmasına atfen, ilişkileri daha istikrarlı/yoğun hale getirmek üzere planladığı malum. Diğer taraftan bu proje, Çin devletinin Güney Kuşağı ile birlikte Kalkınma Yolu’nu daha fazla zayıflatma potansiyelini de taşıyor. ABD’nin ticari kaygıdan ziyade siyasi kayıplarıyla (İsrail devletini koruyup meşru kılmak vs.) hayata geçirilmesi planlanan bu yeni ticari yol, diğer taraftan Çin devletinin Güney kuşağını zayıflatmayı da hedefliyor.
TC devleti bu konjonktüre rağmen Kalkınma Yolu Projesi’ni manipülasyon için kullanabiliyor. Elinde fazla/farklı bir alternatif kaldığı söylenemez. Suriye’deki Kürtlerin güçlenmesini engel olamadığından dolayı, suikastlerle önderliği zayıflatıp; Irak’ta ABD ve AB devletlerince “terör örgütü” sayılan PKK’nin askeri gücünün zayıflatılmasında bu küresel hukuktan faydalanmaya çalışıyor. Ancak ABD ve AB devletlerinin terör örgütleri listesine soktuğu PKK ile ilişkileri hiç de El Kaide, IŞİD vs. olan ilişkiler gibi değildir.
PKK yasaklı olduğu halde Avrupa’da geniş politik örgütlenme ağına sahiptir. Bu durumu değiştiremeyen TC devleti 2019’dan beri askeri operasyonlarını yoğunlaştırarak ve KDP ile ilişkilerini derinleştirerek, -ekonomik krizi derinleştirmek pahasına- Kürtleri en azından Irak Kürdistanı’nda zayıflatmayı, merkezi bir görev saymaktadır. Bu merkezi görevi askeri eksende gerçekleştiremediğinden dolayı da Kalkınma Yolu Projesi gibi yöntemleri devreye sokarak Irak hükümeti ile Barzani hükümetinin daha aktif desteğini alabilmeyi ve askeri yöntemleri siyasal ve ekonomik yöntemler dolayımıyla daha etkin kılabilmeyi hedefliyor.
Sonuç olarak
Ulaşım teknolojilerinin gelişkinliği, yeni tarz ticaret yollarını gerekli kılmıştır. Buna siyasi kaygılar ve güç dengeleri de eklenince, önümüzdeki dönemlerde ticaret yollarının daha sık gündemde kalacağı söylenebilir.
Dünya ticaretinin dörtte üçünden fazlasını sağlayan deniz ve tren yolları, uzun mesafede avantajlı iken; karayolları kısa mesafede avantajlı olduğundan dolayı, yeni ticaret yolları kara, tren ve deniz yollarını birbirine entegre ederek, her birinin avantajını öne çıkartan ulaşım ağlarıyla meta dolaşımını (ticareti) hızlandırmaya ve böylece sermaye dolaşımını da hızlandırarak pazarlara daha derin nüfuz etmeyi sağlayacaktır. Önümüzdeki dönem, ticaret yollarının güvenliği eksenli bölgesel ve küresel gerilimler daha çok öne çıkacaktır ve bu da yerel güç dengelerinin küresel dengelerden ve konjonktürden daha fazla etkilenmesini sağlayacaktır.
Bu durum, yerel iktidar ve direniş odakları arasında sadece yerel güç dengelerini etkileyebilenlerin ayakta kalabileceği şeklinde de okunabilir. Ortadoğu’da politik dengelerde yer alan Husiler, Lübnan Hizbullah, Hamas, Kürt ulusal hareketi, Taliban gibi hareketlerin yerel yönetimler ve sosyal güç dolayımıyla ekonomik ile politik gücü temerküz edip bölgesel güç dengelerinde etkili olabildiği malum. Ticaret yollarının artıracağı gerilimlerle baş etmenin en öncelikli yollarından birisinin yerel yönetimlerde ve sosyal alanda güçlenip; politik gücü, sosyal ve ekonomik güçle temellendirmek olacaktır.