Bütün dünyanın gözleri önünde ve tanıklığında kadim Filistin tıpkı Dağlık Karabağ gibi soykırım ve sürgünlerle imansızlaştırılıyor. Eylül ayında Dağlık Karabağ insansızlaştırıldı. Ekimin başından itibaren Filistin halkı soykırım ve işgalle insansızlaştırılıyor. Artsakh/Dağlık Karabağ ve Gazze’nin aynı sürece denk gelen zaman diliminde insansızlaştırılmasını tesadüfi ve birbirinden kopuk olmadığını görmek gerekir. ABD-İngiliz güçleri tarafından planlanan, İsrail-Türk ve Azeri güçleri tarafından uygulamaya konulan insansızlaştırma saldırılarının arkasında enerji kaynaklarının, geçiş güzergahlarının garanti ve güvence altına alınması ve bunun için de tarihten gelip günümüze dek çözülmeyen Ermeni ve Filistin ulusal sorunlarını işgal ve imhayla, insansızlaştırarak çözme vardır. Yüz binlerce yoksul mazlum Ermeni-Filistinli evsiz-yurtsuz kalarak, ekmeğe, suya ve özgürlüğe muhtaç bir halde, yokluğa ve kaybolmaya mahkum edilmek isteniyor.
Dağlık Karabağ Ermenilerini yurdundan sürerek sorunu çözen akıl, şimdi de Gazze’deki Filistinlileri Sina çölüne sürerek sorunu çözeceğini sanıyor. Tıpkı Azerbaycan’ın Karabağ’ı işgal etmesinin gerekçesi olarak açıklanan “terörle mücadele” bu kez Gazze’de devreye sokuluyor. Tıpkı Türk devleti Rojava’ya saldırılarını meşrulaştırmak için aynı gerekçeyi ileriyi sürüyor. “Meşru müdafaa” yalanı ve “Terörle mücadele” söylemi mazlum halkları katletmenin ve sürgün etmenin gerekçesi olarak savunuluyor ve uygulanıyor!
Toprağından sökülen ağaçlar belki başka bir yerde yeniden canlanma ve yaşama şansı bulabilir. Ancak Ermeni diasporası ve sürgünler tarihi göstermiş ve öğretmiştir ki kaybedilen topraklara kitlesel geri dönüş mümkün olmamaktadır. Gidenler geri dönememektedir. Tarih boyunca sayısız katliam, sayısız sürgünler yaşayan halklar kendi kadim topraklarından sürülerek yaşama tutunmaya çalışmaktadırlar.
Emperyalist-kapitalist sistemin amaç ve hedeflerinin önemli bir yerinde ezilen ulusları, dilleri, inançları, kimlikleri yok edip egemen emperyalist ulus dil kültür yaşam tarzı yaratmaktır. Kapitalistler için uluslar, haklar, inançlar ve kültürler yoktur. Onlar için pazar vardır. İthalat ve ihracat, borsa söz konusudur. Amaç pazar ve pazarları denetim altına almak, tek hakimi olmaktır.
Artsakh/Dağlık Karabağ, Tarihi Ermeni Toprağıdır
Her renkten Türk, Azeri burjuva politikacı ve tarihçilerinin, bilumum sözde aydınlarının iddialarının aksine Dağlık Karabağ kadim Ermeni topraklarıdır. Ne Türk ne de Azeri resmi tarih tezleri, zorlama iddiaları, gerçek dışı söylemleri, hakikati yok edemez. Tarihin derinliklerine yazılmış, toprakların derinliğine kazılmış, güçlü dayanaklar göstermekte ve ispatlamaktadır ki Dağlık Karabağ bir Ermeni vatanıdır. Üzerinde konuşulup, tartışılamayacak kadar hakikat olan bu gerçek, -şimdi Dağlık Karabağ üzerinde faşist bulutlar dolaşsa da- ortadadır. Hiçbir sahte zafer ve propaganda Ermeni halkının hakikat tutkusunu ortadan kaldıramaz. İşgal altındaki Karabağ’da taş, demir, bakır ustalarının kazılı Ermeni isimleri kırılıp parçalansa da yok edilemez.
MÖ. 5. yüzyılda Herodotes’ın Historia eserinde, M.Ö 4 yüzyılda Xenephon, Anabasis (On Binlerin Dönüşü) adlı eserinde Erzincan yaylasından Tiflis’e uzanan coğrafyanın adının Armenia olduğunu yazılmaktadır. Dönemin Ermeni krallığının 15 eyaletinden biri olan Artsakh 4. yüzyıla kadar da öyle kaldı. Bir eyalet statüsüne sahipken kendi başına bir prenslik kurdu.
Tarih boyunca sayısız hükümdarlar, sultanlar, Çarlar, Armenia topraklarını işgale uğratmasına karşın yüzlerce kilise, manastır, kütüphane, okul, köprü, çeşmelerden oluşan Ermeni yapıt ve anıtları Artsakh’ın dört bir yanına dağılmış bir şekilde canlı ve diri durmaktadır. Hiçbir inkar ve Azeri-Türk reddi bu anıt gibi göklere yükselen gerçeği ortadan kaldıramaz.
İşgal edilmiş Artsakh topraklarının yanında şimdi de tarih işgal edilmeye, apaçık gerçekler yok sayılarak çarpıtılmaya çalışılmaktadır. Tıpkı bir dönemin Türk Tarih Tezi gibi, Azeri Tarih Tezi yazılmakta ve uydurma söylemlerle bin yıllık Artsakh’ın Ermeni olmadığı savunulmaya çalışılmaktadır.
Bu uydurma tarih yazımı savunucularına sormak gerekir eğer Artsakh Azeri toprakları ise bu topraklarda 3. yy’da inşa edilen ve günümüze kadar ayakta kalabilen yüze yakın kilise, manastır, okul, kütüphaneyi kimler gelip inşa etti? Yoksa Azeriler Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçti de bunu Ermeniler mi bilmiyordu?
7. yüzyılın ortalarında Artsakh Müslüman Araplar tarafından fethedilir. Daha sonra 15 yüzyılda Karabağ, Karakoyunlu ve Akkoyunlu gibi Türki aşiretlerin egemenliği altına girer. Daha sonraki yıllarda Osmanlı devletinin hegemonyası altına girer. Osmanlı-Pers savaşı sırasında kazanan taraf olan Persler bu zafer karşılığında Ermeni beylikleri ve Karabağ’ı denetimleri altına alırlar. Keza Karabağ 1735 yılında Gence anlaşmasıyla İran’a bırakılır. Yerel Ermeni beyliklerinin etkisi önemli oranda zayıflar.
İran-Rus Savaşında (1804-1813) İran’ın savaşı kaybetmesi sonucu Karabağ, Rus hegemonyası altına girer. Bu tarihten itibaren bölge Çarlık Rusya denetiminde kalır. Osmanlı Türklerinin oluşturduğu “Kafkas İslam Ordusu” 15 Eylül 1918’de Bakü’yü işgal ettiğinde, bölgede toplumlar arası gerginlik ve çatışmaları artırıp Ermenilere yönelik büyük katliamlar gerçekleştirirler.
Azeri oligarklarının, İslamcı-Türk faşistlerinin, sahte tarih uzmanlarının, çakma profesörlerin iddia ettikleri gibi tarihte Azerbaycan isminde bir siyasi ve idari oluşum olmamıştır. Önemli bir bilgi açısından belirtmek gerekir ki 1918 öncesine kadar tarihte “Azerbaycan”’ diye bir siyasi ve idari oluşum yoktur. Tıpkı sahte resmi Türk tarih yazıcıları ve anlatıcıları gibi Azeri tarih yazıcı ve anlatıcıları da sahte bir tarih ve kendilerine ait olmayan bir ülke yaratmışlardır.
Bolşevik Devrimi Ve Özgürleşme
Güney Kafkasya’da Bolşevik Devrimi önderliğinde peş peşe üç cumhuriyet kuruldu. 28 Nisan 1920’de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ne dahil olur. 29 Kasım 1920 de kızıl ordu desteğiyle Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulur. Gürcistan ise 25 Şubat 1921’de Kızıl Ordunun kontrolüne girer.
Sosyalist cumhuriyetlerin kurulmasıyla birlikte tarihten gelen ve devam eden ulusal sorunlar, ulusal düşmanlıklar, çizili sınırlar meselesi, bütünüyle çözülmüş olmasa da o tarihten itibaren uluslar ve halklar arasında etnik, dil, din, üzerinden çatışma, kargaşa ve savaş yaşanmamıştır. Düşmanlıklar yerini adım adım kardeşliğe savaş ve ulusların birbirini boğazlamaları, kin ve düşmanlıkları adım adım yerini barışa, birlikte yaşamaya birbirini kabule bırakmaya başlamıştır.
Elbette ki tarih boyunca devam ederek gelen uluslar, dinler, inanç ve kültürler arası sorun ve çatışmaların birkaç on yıl gibi kısa bir zaman dilimi içinde bütünüyle ortadan kalması ve çözülmesi mümkün değildir. Üretim araçları üzerinde mülkiyet ve onun yaratıp şekillendirdiği ideolojiler var olup devam ettiği sürece ulusal, dinsel, kültürel sorunlar devam edecektir.
Sermayenin hakimiyeti, üretim araçları üzerinde mülkiyeti ve onun şekillendirdiği dinci-milliyetçi-ırkçı-şoven ideolojiler varlığını sürdürdükçe çatışma ve savaşlar asla eksik olmayacaktır.
Rojava, Gazze ve Artsakh arasında önemli ve ciddi farklılıklar ve ayrılıklar vardır. Farklılık sadece coğrafi-ulusal-dinsel-dilsel boyutta değildir. En ciddi temel farklılık ve ayrılık önderlik ve politik-askeri öncülük sorunu ve yönetim biçimlerinde yatmaktadır.
Rojava da Türk faşizminin bitmeyen ve süreğen saldırılarına karşın uluslar, inançlar, diller, kadınlar, özgürlüklerine hiç olmadığı yakınlaşmışlarıdır. Geleceklerine sahip çıkmaya çalışmaktadırlar. Halklar birbirini boğazlamadan, düşmanlık ve kin gütmeden kardeşçe birlikte yaşama olanak ve iradesini kazanmaya çalışmaktadır. Bunun mücadelesini ve çabasını veriyorlar. Halklar kendi öz savunma gücünü örgütlüyor. Yaşam ve geleceklerini güvence altına almaya çalışıyorlar. Elbette tüm bu ileri ve olumlu gelişmeleri belirtirken, sorun ve sıkıntıların yaşanmadığı ve halen yapılması gerekenlerin olmadığı anlamı çıkarılamaz. Halen Türk-DAİŞ faşist saldırganlığı ve tehditleri devam etmektedir. Halen gerici feodal burjuva ideolojiler ve alışkanlıklar varlıklarını devam ettirmektedir.
Gazze’de Filistin halkı ekmek ve su bulamadan, zifiri karanlığa mahkum edilmiş bir şekilde, sayısız ölüm ve ağır yıkım pahasına zamana, yayılmış bir soykırıma karşı büyük bir direniş vermektedir. Kitlesel yıkım, on binin üzerinde çocuk, kadın ve insanın ölümüne karşın Filistin direnişi dünya halklarının gündemine daha fazla girmekte ve kitlesel öfkeye dönüşmektedir. Filistin direnişi her ne kadar Hamas’la özdeşleştirilmeye çalışılsa da devrimci örgütlerin varlığı ve mücadelesi inkar edilmeyecek değerde ve önemdedir. Karşı çıkılması gereken Siyonizmin işgali ve gerçekleştirdiği soykırım suçlarıdır. Savunulması gereken Filistin’in işgale karşı savaşı, özgürce yaşama ve devletini kurma hakkıdır.
Artsakh: Sahipsiz Bir Yurt ve Sürgün Gerçekliği
Artsakh ise en sahipsiz, en örgütsüz, en talihsiz halini yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Artsakh Ermenileri, Karabağ’ın sivil ve asker yönetimi başta olmak üzere Ermenistan yönetiminin bilgisi, desteği, onayı ve teşvikiyle tarihinin en ciddi ihanetini yaşadı. Karabağ topraklarını bırakalım aylarca, yıllarca savunacak ve koruyacak silah, cephane, orman ve dağlık alana sahipken, halkın özgürlük desteği varken, iç ihanetin yaşanmasını Ermeni tarihinin en utanç sayfalarından biri olarak görmek, anlamak ve okumak gerekir.
Önderliği devrimci olmayanın varlığı ve geleceği olamaz. Bu gerçek bir kez daha kendini ispatlamış durumdadır.
Ne Azeri oligarkları, Ne Türk faşistleri ne de her türlü askeri-istihbarati-teknik-diplomatik desteği veren İsrail-İngiliz sermayesi tek başlarına Karabağ’ı işgal edip insansızlaştıramazdı. En büyük yıkım ve ihaneti yaşatan başta Karabağ’ın iradesiz teslimiyetçi sivil-askeri yönetimi oldu. Eğer Dolar-Euroyla satılmış bu “lider”ler olmasaydı, ne emperyalizm ne Türk faşizm destekli Azeri oligarkları Karabağ’ı bütünüyle işgal edip, bu kadar kolay insansızlaştıramazdı.
Dağlık Karabağ’ı terk etmek zorunda kalan halkın büyük çoğunluğu utanç verici bir ihanet yaşadıklarını ifade etmektedirler. Ve neden evlerini topraklarını mezarlıklarını terk ettiklerini ifade ederken “’Türkler geliyor, hemen terk edin’ dendi ve herkes terk etmeye başlayınca biz de terk ettik’’ demektedirler. Bu tanıklıklarda göstermektedir ki halkın içine korku panik ve kaçış fikrini sokanlar yine iç ihanetin politikası ve sesleri olmuştur. Kitle psikolojisini iyi tahlil eden bu kişiliklerin çalışmasıyla büyük bir kitlesel kaçış örgütlenmiştir. Halkın bilinç ve yüreğine korku, panik, umutsuzluk, geleceksizlik sokulmuştur. Nitekim kaçışın da bir iç ihaneti örgütlediği unutulmamalıdır. Karabağ’ın mazlum emekçi Ermeni halkını yaralayan, acıtan, asla unutamayacakları bu iç ihanet olmuştur.
Dağlık Karabağ’ı terk etmemek ve direnme savaşı örgütlemek isteyen bazı komutan ve savaşçılar da hainlerin bu büyük bir teşviki, çabası ve ikna yöntemiyle, gözleri yaşlı bir şekilde binlerce yıllık vatanlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Öncüsüzlük, sahipsizlik, yalnızlık terk edilmişlik, ihanet ve bir şey yapamama, bir şeyleri değiştirememe fikri ve umutsuzluğu trajik bir şekilde yaşanmıştır. Karabağ bir sosyolojik kitle laboratuvarı durumundadır. Çıkarılması gereken sayısız ders ve tecrübe olduğu gibi yapılması ve unutulmaması gereken devrimci görevlerle doludur.
Bir yurt ve bir tarih nasıl köklerinden kopartılarak belirsizliğe, çaresizliğe ve geleceksizliğe mahkum edilir? İşte bunun en somut, acılı be trajik örneği Dağlık Karabağ’da yaşanmıştır. Direnen hakların bir gün mutlaka kazanacağı, direnmeyenlerin ise daha baştan kaybedecekleri görülmüştür. Dağlık Karabağ işgal edilmiş yüzbinlerce Ermeni yurtlarından sürülmüştür.
Ancak Monte Melkonyanları, Leonid Azgaltyanları, Nubar Ozanyanları yetiştiren bu topraklar mutlaka daha yeni devrimciler yetiştirecek ve daha büyük direnişler örgütleyecektir. Kaybeden sadece zaman olacaktır.