Hafızayı ve belleği diri tutmak önemlidir. Geleceği kurarken geçmişi doğru temeller üzerine kurmakta gereklidir. Bu anlamıyla geçmişi doğru kavrayabilirsek ancak günümüzle yüzleşebiliriz. Doğru kavramak onu tarihsel kökenleri ile ele almak ve yüzleşmek; barışın da, eşitliğin de, kardeşliğin de ana temellerini oluşturur. Tekleştirilmiş ve ötekileştirilmiş ulus ve inançların ırkçı eksenden çıkarılmasının önemli bir referansı olmuş olur.
Bu anlamıyla günümüz siyasetinde en fazla tartışılan konuların başında gelen eşitlik ve adalet kavramlarını bu minvalde aramak gerekiyor. Barış ve kardeşlik söylemlerinin çimentosu bu yüzleşme ve gerçek tarih anlayışının anlaşılmasından geçecektir. Gerçeklerin anlatılmadığı, Ermeni soykırımı ile yüzleşme olmadan gerçek, bilimsel bir tarih bilinci oluşmayacaktır. Gerçeklerle yüzleşmekten ve tarihi doğru aktarmaktan kaçanların yazdığı sahte tarih kuramları ile Kürt ulusuyla barış ve eşitlik sağlamak mümkün olmaz.
Tarihi doğru ele almak, diyalektik olarak incelemek ve yaşanılan eksiklerini gidermek burjuvazinin işi olamaz belki ama devrimcilerin önemli sorumluluklarından biri olduğu kesindir.
Ermeni soykırımının başlıca simgelerinden biri olan Papaz ve aynı zamanda Ermeni müzik okulunun kurucusu etnomüzikolojinin öncülerinden biri olan Sogoman Kevork Sogomonyan’ı (Gomidas Vartabed) tanımak önemlidir.
Gomidas şahsında soykırım arifesinde sanatçı, siyasetçi, aydın ve yazarların karşılaştığı acı dolu hayat hikayelerine tanık oluyoruz aslında. Osmanlı döneminde Ermeni toplumunun entelektüel birikimleri, sosyal ve toplumsal yaşama olan katkıları bugün çok bilinmese de oldukça fazladır. Ev veya iş hayatında sanatı ve toplumsal yaşamın sosyal yönlerini hep zengin tutmaya çalışmışlardır. İşte Gomidas ve ailesinin de bu sosyal yaşam içindeki yerleri önemliydi.
Halı dokumacılığı yapan annesi şarkı bestelerdi. Babası bir ayakkabı kunduracısı iken halk sazları çalar ve kilisede söylerdi.
Böylesi bir aileye sahip olan Gomidas maalesef daha çocuk yaşta yetim kalır. Önce annesini sonraki yıllarda babasını kaybeder. Dedesi onu kiliseye yollar. O da kilisede tıpkı babası gibi ayinlerde okumaya başlar ve yeni besteler üretir. Yetenekleri sadece okumakla kalmaz. Rahip olmanın yanı sıra müzikolog olarak devam eder. Tiflis ve Berlin’de müzik eğitimi aldı. Kürt müziğinde de uzman olan Gomidas Kürt müziği üzerinde tez yazarak müzikoloji üzerine doktora aldı.
Ermeni müziğine özellikle çok seslilik üzerine yenilikler getirdi. Yaşamı boyunca üç binin üzerinde Ermenice, Kürtçe, Farsça yapıt bıraktı. Halk şarkılarını derlemek için Ermeni halkının yaşadığı birçok alanı gezdi. Yapıtlarını, bu yaşadığı ve gördüğü gerçekler üzerinden besteledi. İlham kaynağı yaşamın hakikatiydi. Kurduğu üç yüz kişilik koro ile birçok yerde konserler verdi. Avrupa’da konserlere katıldı. Seminerlere davet edildi.
Sonunda biraz da olanaksızlıklardan kaynaklı olarak İstanbul’a yerleşerek hayallerini geliştirmek istedi. Bu büyük hayalleri gerçekleştiremeden maalesef Ermeni Soykırımının bir simgesi olarak hatırlandı.
24 Nisan 1914 günü evinin kapısı polislerce çalındığında tarihin dişlileri işlemeye devam ediyordu. O bir Ermeni’ydi. Bir Papaz ve sanat alanında bir öncüydü. Bu durum, tutuklanması ve sürgüne gönderilmesi için yeterli bir gerekçeydi. Oysa tutuklanmadan on gün önce İttihat ve Terakki önde gelenleri ve Talat Paşa’nın katıldığı, hepsinin ayakta alkışladığı methiyeler dizdiği bir konser vermişti. Konserine gelenler, onu ayakta alkışlayanlar sadece on gün sonra Gomidas ve yüzlerce aydın, sanatçı, bilim insanı, öğretmen gibi toplumun önde gelenlerini bir anda tutuklamış ve sürgün yolunu açmıştı. Derslerle dolu olan tarih bir kez daha şunu anlatmıştı.
Tıpkı Ermeni Sosyalistleri gibi İttihat ve Terakki’ye olan güven sonun başlangıcını hazırlamıştı.
Tıpkı günümüz diktatörlerinin yaptıkları gibi. Önce toplumun önde gelebilecek, onları aydınlatabilecek kesimlerin öncelikle ortadan kaldırılması, tutuklanması veya sürgüne gönderilmesi. Ülkede aydın kalmamalı, bilim ve demokratik düşünce yaygınlaşmamalı, sanatsal ve sosyal üretim olmamalı düşüncesinin zora dayalı uygulanması. Gerisi toplumsal suskunluğun tahsisi için koşulların oluşturulması.
Burjuva iktidar ve devlet aygıtlarının değişken çıkar hamleleri veya siyasi reflekslerinin dünden yani tarihsel köklerinden ayrı ele alınmaması önemlidir. İttihat ve Terakki anlayışının devletleşmiş hali Türk burjuva siyaseti bu bağlamdan kopuk ele alınamaz. Barış, demokratik değişimler, eşitlik istemlerine verilen tepkiler bu ırkçı ve şoven tarihsel kökleri ile değişime uğramadıkça söylem ve bedel olgusunda hep kalmaya devam edecektir.
Gomidas, aydın ve sosyalistlerin ödediği ağır bedelin temelinde de bu anlayışın zayıflığı yatıyor. İstanbul’a yerleştikten sonra İttihatçılar ile ilişkisi bu sürecin iyi okunamamasının sonuçlarıdır.
Gomidas, tutuklanan diğer aydınlarla beraber Çankırı’ya doğru sürgün yoluna çıkarıldı. On beş günlük sürgün yolculuğunun ardından Gomidas ve yedi sanatçı geri getirtilir. Ancak bu on beş günlük sürgün yolunda yaşadıkları ve gördükleri bile Gomidas’ın ruh sağlığını bozmasına yetmiştir. Dış dünya ile bağlarını kestikten sonra kendi dünyasına çekildi. Dört ay sonra yakın arkadaşları onu bir hastaneye yatırdılar.
Buradan da bir sonuç çıkmayınca 1919 yılında Paris’e götürülerek orada bir kliniğe tedaviye aldılar. Ömrünün geri kalan kısmında birkaç dostunun dışında hiç kimse ile görüşmedi.
Yirmi yıllık içe kapanmanın ardından 22 Ekim 1935 tarihinde hayata veda etti. Bedeni mumyalanarak yüz binlerce kişinin katıldığı bir cenaze töreni ile Yerevan şehrine defnedilmiştir.
Gomidas’ın maruz kaldığı bu tarihi gerçek, sadece onunla sınırlı kalmadı. Ermeni Soykırımının en önemli özeliklerinden biri de bu soykırımın aydın ve sosyalistlerin tutuklanıp katledilmesiyle başlamasıydı. Tutuklanmalar 24 Nisan 1915 tarihinde Talat Paşanın emriyle Ankara yakınlarında kurulan iki merkeze taşınarak sürgün ve cinayetlerin yapı taşları döşenmiş oldu. 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu’nun kabulü ile bu aydınların çoğu öldürüldü.
Sağ kalanlar dünyanın başka ülkelerinde bu hazin katliam ve tehcirin ağır zincirlerini bir ömür boyunlarında taşıdılar.
İki binin üzerinde Ermeni toplumunun önde gelen tanınmış isimleri tutuklanarak tehcire dahil edildiler. Bir kısmı Diyarbakır’a yargılanmak için gönderildi. Yollarda çeteler tarafından katledildiler. Faili meçhul yüzlerce cinayet bu tarihin altına not düşüldü.
Ama kurbanlar Ermeni olunca, cinayetler de görmezden gelindi. Eli kalem tutmuş, beste yapmış, şiir okumuş, müzik aleti çalmış, farklı dillerden çeviri yapmış, öğretmen ve siyasetçi; yüzlerce aydının ve sosyalistin, Cumhuriyetin temellerine kurban olarak kanı akıtılmıştır.
Gomidas’ın Ermeni halk kültürünün büyütülmesinde sanatsal katkısının en verimli döneminde koparılarak buhran dolu yirmi yıllık bir yalnızlığın içine sürüklendi.
Bu hikâye gerçeği ve yaşamı bir arada taşıyarak günümüze kadar geldi. Bir devrimci bir sosyalist bir aydın ya da sıradan bir halk insanı olarak tarihte isim yapmış veya yapmamış bedellerin yüz yıl sonra hikayelerini okumak ve asli yerine koymakta insani bir görevdir. Tarih karşısında önemli bir sorumluluktur.
24 Nisan ve ardından 27 Mayıs 1915 Tehcir Kanununun kabulü sonrası o kadar çok Ermeni toplumunun önde geleni katledildi ki bu bilinçli tercihti İttihat ve Terakki için.
Hatırlamakta fayda var. Kimdi bu ileri gelenler. Kirkor Zohrab, yazar, akademisyen, siyasetçi ve avukat. İstanbul’da tutuklandı. Diyarbakır’a bir askeri mahkemeye yollandı. Mahkeme bile beklenmeden yolda katledildi. Yaşadığı dönemin en iyi Ermeni şairi Taniel Varujyan 26 Ağustos’ta katledildi. Rupen Zartaryan yazar, eğitimci ve siyasi aktivist. Ardaşes Harutyan, şair, çevirmen ve edebiyat eleştirmeni. Rupen Çilingiryan, hekim, şair ve nesir yazarı. Dikran Çöğüryan, ressam öğretmen ve yazar.
Evet bu isimlerden ve mesleklerden yüzlercesi, binlercesi var. Barbar zihniyetin bir topluma saldırdığında, ilk olarak onun tarihine, kültürüne, geçmişten kalan abidelerine saldırır. Aydını, öğretmeni, yazarı, müzisyeni, tiyatroyu ortadan kaldırır. Tarihin izlerini taşıyan ne varsa yok etmek ister; Sosyalistini, devrimcisini, yazarını, aydınını tehlikeli görür. Kendi kuracağı iktidarını, yok ettiği bir ulusun üzerinden var etmek ister. Bu sıradan bir tutuklama, sürgün yaşatma değildir.
Geçmişi ile yüzleşemeyen bir toplumun daha doğrusu kendisinden öncekilere yapılanları hem de bir aydın, bir sanatçı, bir şair, bir toplumsal aktivist, bir siyasetçi olarak görmemezlikten gelmesi acı vericidir. Onun içindir ki yüzleşmesini yapamadığı bir tarihin tekerrürünü kendisi yaşarken, sorunu sadece bir diktatöre bağlamasındaki darlıkta normaldir. Egemen ulus ve şovenist yaklaşımdır tarihi anlamayanların hastalığı.
Oysa kendi ulusu dışında zulüm görmüşlerin, direniş yazanların da bir gerçeği var. Adıyaman’da dünyaya gelen şair ve aynı zamanda devrimci kimliği ile bilinen ve 21 Şubat 1944 yılında Fransa’da Nazi işgaline karşı savaşırken yirmi iki yoldaşı ile kurşuna dizilen Misak Manuşyan gibi.
Rojava direnişinin Ermeni komutan ve savaşçıları gibi. Komünist bayrağı bu topraklarda elinde düşürmeden, ezilen bir ulusun işgal edilen topraklarında soykırımla yüz yüze kalmış bir halkın yüz yıllık acılarını ortaklaştırarak onlarla devrimci mücadelenin gereğini, pratiğini canı ile ödeyen Nubar Ozanyan gibi.