GüncelMakaleler

YORUM | “Ses Var, Devlet Yok!”

"Devlet katliamın birinci dereceden faili olması nedeniyle en iyi bildiği şeyi yapmış, bir yandan birinci ağızdan tehditler savururken aynı anda halka rüşvet teklif etmiş daha sonra da “yağma” gerekçesiyle olağanüstü hal ilan edilmiştir."

6 Şubat 2023 tarihinde Maraş merkezli ve Türkiye’nin güneyini, Suriye’nin kuzeyini, Türkiye Kürdistanı ve Rojava’yı etkileyen depremler sonrasında on binlerce kişi katledildi, yüzbinlerce insan yaralandı ve milyonlarca insan başta barınma sorunu olmak üzere en temel insani ihtiyaçlarından mahrum edildi. TC devleti, kuruluşunun ikinci yüzyılına girerken deprem sonrasında depremzedelere yardım etmek yerine katliamdaki rolünü gizlemek adına “asrın felaketi” adı altında bir algı kampanyasına girişti ve bizzat sözcülerinin ağzından “kader planı”ndan bahsetti.

Yaşadığımız topraklarda, kuruluşundan itibaren yüzyıldır Türk-Kürt uluslarından çeşitli milliyet ve inançlardan halkımıza katliam, sömürü ve baskıyı reva gören TC devleti, bir kez daha gerçekte kimin devleti olduğunu gösterdi. Deprem sonrasında yaşanan durumu Antakya’ya da yıkılan evinin önünde bir depremzede “ses var devlet yok” diyerek ifade ediyordu. Depremin neden olduğu enkaz başlarında istisnasız binlerce insan aynı somut gerçeği dile getirdi.

Depremin bir doğa olayı olduğu bilinmektedir. Dahası coğrafyamızın deprem kuşağı üzerinde olduğu ve aktif fay hatları bulunduğu da bilinmektedir. Bu gerçeğe rağmen depremin yol açtığı yıkım, on binlerce can kaybının yaşanması coğrafyamızda devlet denilen örgütlenmenin niteliğini çıplak bir şekilde geniş kitlelerin deneyimlemesine neden olmuş durumdadır. Depremin etkili olduğu bölgelerde halkımız, en yakınları enkaz altında ses verirken, onları kurtaramamanın acı çaresizliğini yaşamış ve kendilerine yardım edecek bir devlet aramışlardır. Ancak devlet ortalarda görünmemiştir.

Depremin bir doğa olayı olmasından çıkıp, halka yönelik toplu bir katliama dönüşmesinin nedeni tam da deprem sonrasında ortalarda görünmeyen devlettir. Devlet, depremin yaşandığı bölgelerde, deprem öncesinde “imar barışı” adı altında kaçak yapılaşmaya izin vermiş, yeni yapılan binaların deprem koşullarına göre inşa edilmemesine göz yummuştur. Deprem sonrasında ise arama kurtarma faaliyetlerini gerçekleştirme ve yardım isteyen halka el uzatacağına, kendi iktidarının bekası derdine düşmüştür. Sonrasında bizzat R.T.Erdoğan’ın açıklamalarından, sosyal medya kısıtlamalarına, “yüzyılın felaketi” adı altında, devletin failliğini gizleyen medya kampanyasına ve dahası yardıma giden gönüllüleri fiili olarak engellemeye ve toplanan yardımlara çökmeye kadar bir dizi pratik bunu açıkça ortaya koymuş durumdadır.

Her şey bir yana deprem sonucunda on binlerce can kaybı olmasına, yüzbinlerce insan yaralanmasına rağmen yardım isteyen ve yardım gelmediğini söyleyen halka “not ediyoruz” diyerek aba altından sopa gösterilmiştir. İktidarın ortağı ırkçı faşist MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ağzından tehditler savrulmuştur. Halk, depremde devleti yardıma çağırdığı için suçlu ilan edilmiş, eksiklikleri söyleyenler ise “vatan haini” ve “devlet düşmanı” ilan edilmiştir.

Enkaz başlarında yakınlarının kurtarılması için yarım bekleyenler bırakalım yardım gelmesini, bizzat devletin sözcüleri tarafından tehdit edilmiştir. Hatta depremzedelere yardıma koşanlar, devlet tarafından engellenmiştir. Böylelikle daha fazla insanın enkaz altından kurtarılmasının önüne geçilmiştir. Deyim yerindeyse devlet bırakalım halka yardım etmeyi, yardım etmeye gidenleri de engellemiş, katliamın boyutlarını daha da artırmıştır. Bu gerçeği basit bir koordinasyonsuzluk ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. Yaşananlar TC devletinin fıtratına uygundur. Bu durum gelinen aşamada Türk devletinin niteliğine, halk düşmanı karakterine dair somut, çarpıcı bir gösterge olmuştur.

TC devleti, halkın devleti değildir!

Bu anlamıyla deprem sırasında halkımızın haykırdığı “devlet nerede?” sorusunun yanıtı açıktır. Devlet görevi başındadır! Deprem sırasında devlet denilen örgütlenmenin gerçek niteliği apaçık ortaya çıkmış durumdadır. Devlet örgütlenmesinin “bir sınıfın baskı aracı olması gerçeği”nden başka bir şey olmadığı çıplak bir şekilde deneyimlenmiştir. TC devletinin kurulduğu günden itibaren halkın değil bir avuç Türk hakim sınıfının devleti olduğu deprem sürecinde on binlerce insanın canı pahasına net olarak görülmüştür.

Deprem sonrasında günlerce arama kurtarma faaliyetlerini örgütlemeyen dahası yardım çabalarını fiili olarak engelleyen devlet, günler sonra sahada olduğunda ise “kendi”ne çalışmıştır. Örneğin depremin beşinci gününde Maraş Elbistan’da AFAD ekibinin, enkaz altındaki kurtarılmayı bekleyen bir insanı bırakıp, valinin tanıdığı kişiyi kurtarmaya gitmesi ve bu gerçeği videoya çeken halktan birisinin; “Bakın abi, AFAD olay yerini terk ediyor. Vali Bey’in tanıdığı varmış. Burada canı bırakıp gidiyorlar bakın” ifadelerini kullanması bu gerçeğin yalın bir ifadesi olmuştur.

Deprem sırasında TC devletinin refleksi, onun sınıfsal niteliğiyle uyumludur. TC devleti; Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan halkımızın devleti olmadığını, dahası geniş halk kitleleri üzerinde bir avuç zenginin çıkarlarını savunan halk düşmanı bir niteliğe sahip olduğunu kanıtlamış durumdadır. Bu anlamıyla “devlet enkaz altında kaldı” ifadeleri doğru değildir. Bu yaklaşım TC devletinin sınıfsal niteliğini, onun gerçekte işçi sınıfı ve halk kitleleri üzerinde bir sömürü, katliam ve baskı aracı olduğunu gizlemeye hizmet eder. TC devleti halka yardım eden, ona hizmet eden bir örgütlenme değildir. Hiçbir zamanda olmamıştır. Devlet enkaz altında kalmamıştır. Çünkü enkazı yaratan bizzat kendisidir.

Bu durum devlet örgütlenmesinin en önemli baskı araçlarından biri olan ordu için de geçerlidir. Deprem sonrasında “ordu neden yardım etmedi?” diye soranlara, ordunun o sırada İdlip’te cihatçı katillere kalkan olduğunu, Rojava topraklarını bombalamayı sürdürdüğünü hatırlatmak gerekir. TC faşizminin ordusu, işçi köylü kurtuluş ordusunun tam zıddı bir konumda halka karşı örgütlenmiştir. TC ordusu, halka hizmet etmek yerine bir avuç zenginin çıkarını korumak, katletmek ve baskı altına almak için eğitilmiştir. Dolayısıyla enkaz altında kalan halka yardım etmek gibi amacı ve hedefi yoktur.

TC’nin tarihinde geçmişte işçi sınıfının ve emekçi halkın mücadelesi ve sosyalist kampın varlığı nedeniyle göstermelik de olsa var olan “sosyal devlet” uygulamaları, emperyalist kapitalizmin neoliberal politikaları nedeniyle tamamen ortadan kaldırılmış, TC devlet aygıtı, 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi ve ardından 2000’li yıllarda, emperyalist sömürünün çıkarları doğrultusunda başta özelleştirme politikaları olmak üzere yeniden örgütlenmiştir. Dolayısıyla TC devletinin varlığı hakim sınıfların sınıfsal çıkarları üzerine inşa edilmiştir. Devlet ve rejim gerçekliği budur. “Devlet nerede?” sorusuna yanıt olarak enkaz altında bıraktığı halkı yardım etmek yerine canlı yayınlarda düzenlenen şovla halkı soymakla meşgul olmuştur!

Bugün “enkaz altında kaldığı” söylenen TC devleti, kuruluşundan itibaren halkın devleti olmamıştır. Olmadığı gibi aktif fay hatları üzerinde depreme dayanaklı evler yapmak ve halkın barınma ihtiyacını karşılamak yerine, bir avuç zenginin servetini artırmak, kârlarına kâr katmasını sağlamak için halkın barınma sorununu kendi çıkarları doğrultusunda ele alınmıştır. Dahası halktan deprem vergisi adı altında toplanan para, yandaş müteahhitlere aktarılmış, depreme dayanıksız olan binalar güçlendirilmek yerine “imar barışı” adı altında halktan para toplanarak bu binalara ruhsat verilmiş ve bir kez daha halktan kendi mezarı olacak binalarda barınmasından başka yol bırakılmamıştır.

TC devletinin bir devlet olma gerçekliği budur. Bu durum depremde on binlerce insanın katledilmesi pahasına net olarak görülmüştür. Dolayısıyla deprem doğal bir afet olsa da deprem sonucunda yaşanan toplu katliamın birinci dereceden sorumlusu devletin ta kendisidir. Devlet denilen örgütlenme, Türk hakim sınıflarının devletidir ve bu devletin halka yardım etmek gibi bir işlevi ve amacı yoktur. Katil; deprem öncesi ve sonrası cinayet mahallindedir.

Tam da bu nedenle TC devleti, deprem sonrasında hiçbir ayrım gözetmeksizin halka el uzatmamıştır. Faşizmin Türk ve Sünni niteliği nedeniyle özellikle Alevi Türk ve Kürtlere, Arap Alevilere ayrımcılık yaptığı iddiası doğru değildir. TC devleti, depremin hemen sonrasında bir bütün halka el uzatmamıştır. Katliamda ayrım yapmamıştır. Bu anlamıyla herkese “eşit” davranmıştır. Ancak aradan günler geçtikten sonra yaşanan katliamı kendi açısından fırsata çevirmek istemekten de geri durmamıştır.

TC devleti işbaşında!

On binlerce insanın katledilmesinden, yüz binlercesinin yaralanmasından birinci derecede Türk hakim sınıfları sorumludur. Başta komprador büyük burjuvazi olmak üzere devlet aygıtını elinde tutan hakim sınıfların “İslamcı”sı ve “laik”iyle tüm kesimleri; yerelde eşraf ve ağaları, tarikat, cemaat hacıları-hocaları ve şeyhleri ve bütün bunlarla teşvik-i mesai içinde olan sivil-asker bürokrasinin tüm yönetici takımı; yüzbinlerce insanının kanını döken, canını alan, milyonlarcasını ölümün, yokluğun, açlığın, soğuğun pençesinde kendi başına bırakan ve başını sokacak bir damdan yoksun kılan bu katliamın suç ortağıdır. Depremin bir katliama dönüşmesinin sorumluları bunlardır.

Devlet katliamın birinci dereceden faili olması nedeniyle en iyi bildiği şeyi yapmış, bir yandan birinci ağızdan tehditler savururken aynı anda halka rüşvet teklif etmiş daha sonra da “yağma” gerekçesiyle olağanüstü hal ilan edilmiştir. OHAL ilanının nedeni depremin katliama dönüşmesi suçunu gizleme amacı taşımakla birlikte yaşanan katliamı hakim sınıfların çıkarları açısından fırsata çevirmedir. Nitekim daha enkazlarda arama kurtarma faaliyeti bitirilmemişken, binlerce insan göçük altında kurtulmayı beklerken, “ihya ve inşa” etme denilerek yeniden inşaat yapacaklarını açıkladılar. Başta “Beşli Çete” olmak üzere yandaş müteahhitler ellerini ovuşturarak, canlı yayınlarda gerçekleştirilen “yardım kampanyası”na vergilerinden düşen “bağış”larda bulundular. Amaç elbette yaşanan katliamı ranta çevirmek, servetlerine servet katmayı sürdürmektir.

Devletin deprem sırasında ve sonrasında görevi başında olduğunu, Antakya’da örgütlediği linç çetelerinden, Maraş Pazarcık’ta yardım koordinasyonuna kayyım atmasından da rahatlıkla görebiliriz. TC’nin Antakya’yı ilhak ettiği ve bu bölgede yoğun bir Türkleştirme faaliyeti yürüttüğü biliniyor. “Eti Türkleri”nin icat edilmesinden, yüzyıllarca adı Antakya olan bir şehrin adının Hatay’a çevrilmesine kadar sürdürülen Türkleştirme politikası, deprem sonrasında yaşanan katliam ve yıkımla devam ettirilmiştir. TC faşizmi, Arap Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bölgede depremden kurtulanları göç ettirmek için kontrgerilla çetelerini sahaya sürmüştür. Bu çeteler yağma adı altında halka ve yardıma gelen gönüllülere saldırmış, başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere göçmenler hedefe konulmuştur. Irkçı ve şovenist saldırıların psikolojik harp olarak doğrudan TC devleti eliyle örgütlendiği ve deprem bölgesinde pratikleştirildiği çok açıktır. Amaç bir yandan depremin katliama dönüşmesinin gerçek sebebi olan TC devletinin suçunun sığınmacılar hedef gösterilerek gizlenmesi ve bölgede yaşayan Arap Alevilerin göç ettirilmesidir.

Benzer politika Kürt Alevi halkın yaşadığı Maraş ve Adıyaman’da da hayata geçirilmiştir. Depremin hemen sonrasında ortalarda görünmeyen TC devleti, halkın kendi arasında dayanışmasını engellemek için sahaya inmiş, başta HDP’nin yardımları olmak üzere gönüllerin dayanışmasını engellemek istemiştir. Alevi halkın yoğun yaşadığı bölgelere yardımı koordine eden kriz merkezinin bulunduğu Cemevine kayyum atamış, yardımlara el koymuştur. Burada da amaç bölgede yaşayan Alevi inancına sahip Kürt halkını göç ettirmektir.

Kısacası depremden hemen sonra sınıfsal niteliğine uygun olarak ortalarda olmayan devlet, halkın kendi arasında dayanışması karşısında sınıfsal niteliğine uygun bir refleksle deprem bölgelerinde kendini göstermiştir. Türk hakim sınıflarının iktidarı ve muhalefetiyle temsilcisi olan bütün burjuva faşist partiler, halka yaşatılan bu toplu katliam sonrasında ellerini ovuşturmaktadırlar. İktidar partisi depremde katledilen halkın hesabını vermek yerine katliamı “Allah’ın lütfu” olarak görüp yeni inşaatların müjdesini vermektedir. Müjde dedikleri ise TOKİ aracılığıyla yandaş müteahhitlere yeni rant sağlamadır. Muhalefet ise depremin gerçek faillerini istifa etmesi ve yargılanmaları çağrısı yapmak yerine yine seçimlere işaret etmektedir.

Deprem nedeniyle yaşanan toplu katliamın sorumlusu iktidar olduğu kadar burjuva faşist partilerdir. Bu partiler depremin toplu katliama dönüşmesinin nedenlerinden biri olan “imar affı”na onay vermişlerdir. Dolayısıyla deprem sonrasında enkaz başlarında yaptıkları her açıklama sahtedir. Halkın çıkarına değildir.

Dayanışmayı güçlendirip iktidarı hedeflemek!

Deprem sonrasında enkaz altında kalan halka yardıma ilk koşan yine halkın kendisi olmuştur. Depremle birlikte ilericiler, yurtseverler ve devrimciler harekete geçerek halkla dayanışma pratikleri örgütlemişlerdir. Bu dayanışma faaliyetleri halen devam etmektedir. İlericilerin, yurtsever ve devrimcilerin bu pratiği elbette olumludur ve olması gerekendir. Bu dayanışma çalışmalarının süreç içinde belli bir sistematiğe ve sürekliliğe kavuşması hedeflenmelidir.

Bu dayanışma çalışmalarının devleti birinci elden rahatsız ettiği, depremzedelerle kurulan dayanışma ağlarının faşist devleti fazlasıyla rahatsız ettiği açıktır. Deprem sonrasında ortalarda görünmeyen devlet aygıtının, depremzedelere yardım etmek yerine yardın örgütleyenlere saldırması, baskı ve taciz etmesi bu nedenledir.

Halkın yarasını sarmaz Ankara” diyerek dayanışma çalışmalarını sürdürmek önemlidir. Ancak bu çalışmalarla yetinmemek gerekir. Temel meselenin depremin bir katliama dönüşmesinin birinci dereceden sorumlusu olan devlet iktidarı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

“Ses var devlet yok!” Yaşadığımız somut durum budur. O zaman şu soruyu sormak gerekir: Halkımıza yaşatılan bu katliam sonrasında faşist devletin kendi iktidarını ayakta tutma ve yeniden inşasına soyunanlara mı destek vereceğiz, yoksa Yeni Demokratik bir Türkiye ve yeni bir devlet mücadelesini mi örgütleyeceğiz?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu